Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Okuduğum Kitaplar METİN CELÂL Kayıp Gölgeler Kenti N azlı Eray’ın son romanı, Kayıp Gölgeler Kenti (Turkuvaz Kitap, Temmuz 2008), anlatıcının, “Ankara’da soğuk bir akşamüstü” bir sahaf dükkânında, Josef Stalin’le ilgili toz içinde kalmış, sayfaları sararmış bir kitap bulması ile başlıyor. Yazar, “nedenini tam olarak bilmeden” dese de bu kitabın yarattığı imgelerin peşine düşüp hemen Prag’a gitmeye karar veriyor. Prag’da eski şehrin biraz dışında yeni bir bina olan Panaroma Otel’e yerleşiyor. Otele girdiğinde gözüne “casino” yazısı ve hediyelik eşya dükkânı çarpıyor. Modern ama köhne odasına yerleşiyor. Prag’ın soğuğu aklına Seul’ü getiriyor. Seul’de ona arkadaşlık eden Liu, Kafka çevirmektedir. Liu’dan Seul’de mezarlık olmadığını, yer yokluğundan ölülerin yakılarak şehir dışında özel bir yerde saklandığını öğrendiğini hatırlıyor. Ölülerin zaman zaman ziyaret edildiğini, çiçekle birlikte kavanozların yanına mektup da konduğunu da öğrenmiş. Yakınları ölülere mektup yazmakta, onların yazdıklarını okuduklarına inanmaktadır. Liu’nun genç yaşta ölen nişanlısı da yakılıp bir kavanoza konmuştur. Anlatıcı, bu ilginç mezarlıkla bir koşutluk kurmak istercesine Prag’da da ilk iş olarak Yahudi Mahallesi’ndeki ünlü mezarlığa gidiyor. Nazlı Eray böylelikle ilk sayfalarda romanın yapısını, mekânlarını okura bildiriyor. Prag ve Seul’deki gerçek mekânlarda geçen, kendi deyimiyle fantastik gerçekçi bir hikâye anlatacaktır. Anlatıcının Stalin’in izini sürmek için niçin Moskova’ya değil de Prag’a gittiği sorusunu kaçınılmaz olarak soruyoruz. Anlatıcı, Prag’la Stalin’in bağlantısını da babasının bir anısı ile somutlaştırıyor. İkinci Dünya Savaşı ertesinde gittiği, yeni işgal edilmiş Prag’da hemen her yerde karşısına çıkan Stalin resimlerini, posterlerini anlatmıştır babası. Otel odasını penceresini açınca bile karşısına devasa SAYFA 12 bir Stalin çıkmıştır. Yani hangi Doğu Avrupa ülkesine gitse Stalin’le karşılaşması kaçınılmazdır. Nazlı Eray romanlarını genellikle bir anı kitabı, bir günlük gibi kuruyor. Anlatıcı olarak bizzat işin içinde yer almakla kalmıyor, romanların ana kahramanı oluyor. Olaylar onun çevresinde gelişiyor, onun bakış açısından anlatılıyor. Araya genel yapıyı bozan, ilgisiz bölümler girse de bunların yazarın romanda anlattıklarının yaşandığı döneme ait oldukları için korunduklarını düşünüyorsunuz. Örneğin bu romandaki Sicilya, Roma hatıraları gibi… Sanki bir kurgu yapılmamış, her şey olduğu gibi anlatılmış havası var. Anlatımı da sohbet gibi olduğu için, bu atlamalar, araya girmeler sohbetin içinde garip gelmiyor. Anlatıcı, Yahudi mezarlığından çıkışında Kafka Café’yi görüyor. Kafka’nın yazılarını yazdığı café’dir burası. Kahvesini içerken Kafka’nın Günlükleri’ni okuma arzusu doğuyor. Böylelikle şehri daha iyi hissedecek, Kafka’nın yaşadığı yerleri daha iyi anlayacaktır. Otele dönüşte hediyelik eşya dükkânına gidiyor ve orada dünyaca ünlü Çek ressamı Alphonse Mucha’nın çizdiği kadınların resimleri yer alan fincanlar görüyor. Onlardan almak için ısmarlıyor. Fincandaki kadınlardan biri de efsane tiyatro artisti Sarah Bernhardt’dır. Nazlı Eray’ın fantastik dünyasının temelinde gerçeklik olduğu için her fantazya nedenseldir. Ancak Günlükler’i okuyunca Kafka’nın hayatında yer eden kadınlar Felice, Milena gelip anlatıcıyı bulurlar. Uçakta genç bir doktorun nöbet odasında intihar ettiğini okumuş, gazeteyi saklamıştır. Genç doktor da bu nedenle anlatıcıyı bulur Prag’da otel odasında. Aynı şekilde Liu kül dolu (sahte) kavanozu anlatıcının odasında unutunca Liu’nun illüzyonist nişanlısı da Seul’de otel odasında ortaya çıkar. Café Slavia’da Viktor Oliva’nın Absent İçen Adam tablosunu görünce tabloda absenti temsil eden ye şil hayal kadının otel odasına gelmesi şaşırtmaz. Kuşkusuz Nazlı Eray, o kahvede bir zamanlar Nâzım Hikmet’in de oturup şiir yazdığını bilseydi/hatırlasaydı Nâzım ya da kadınları da romanın “eski yüz”leri olarak gelip anlatıcıyı bulurdu. Romanın yapısı buna çok uygun, Stalin’in yerine Hitler’i, Kafka’nın yerine Nâzım Hikmet’i koysanız ve eski yüz olarak onların yakınlarını çağırsanız yapıda hiçbir bozulma olmaz. Kahvaltı dönüşü otel odasında Sarah Bernhardt’la karşılaşması için de o kahve fincanlarını satın alıp odaya bırakmış olması gerekmiştir. Onlarla karşılaşıyor ve fantastik dünyadan gelen kahramanlar kanlı canlı kişiler olarak (örneğin bacakları ağrıyarak, ilaç isteyerek ya da yol tarif ederek) anlatıcı ile birlikte var oluyorlar. Anlatıcıyı romanın ana mekânlarından biri olacak olan Café Europa’ya, Wenceslas Meydanı’na yönlendirenlerden biri de Mucha kadınlarından kızıl saçlı olanı. Eski yüzler, hiçbir zaman yazarın yanında gereğinden fazla kalıp okurun gerçeklikten kopmasına neden olmuyorlar. Kısaca birkaç şey anlatıp ya da romanın yapısı nedeniyle yazarın gitmesi, görmesi gerekenleri işaret edip hemen çekiliyorlar. Stalin’in hayatının izini sürüp, işlediği ve işlettiği cinayetlerin öykülerini aktarırken de aynı yapı uygulanıyor. Tek tek kişiler ya otel odasında ya da Café Euro pa’da anlatıcının yanına gelip, ansiklopedik ya da kitabi olduğunu düşündüğümüz bilgileri verip bizi ve anlatıcıyı aydınlattıktan sonra sessizce çekiliyorlar. Kaynak belirtilmese de, bunların romanın girişinde sahafta bulunduğu bildirilen kitaptan olduğunu düşünebiliriz. Bolşevik terörist Mdivani’nin söylediğine göre eski yüzler bu anıları yüzyıldır kapalı, gizli olan arşivlerin açılması sayesinde anlatmaktadır. O arşivlerde Stalin’le ilgili çok bilgi vardır (s. 86). Anlatıcının eski yüzlerle görüşmesinin bir başka yolu da otelin casinosundaki bir kumar makinesi. Makine zaman zaman ekranına aktardığı görüntülerle eski yüzlerle anlatıcının bağlantı kurmasına aracı oluyor. Stalin’le tanıştıktan sonra onun özel hayatını, kadınlarla ilişkilerini bu yollarla öğreniyoruz. Stalin’in çok zor bir hayat geçirmesine, yoğun parti çalışmalarına, yeraltı faaliyetlerine, sürekli gizlenmesine, sık sık hapse düşmesine, sürgünlere rağmen canlı bir aşk hayatı olduğunu anlatıyorlar. Stalin’in gönlü hep kendinden yaşça çok küçük kadınlara düşüyor. “Zayıf bedenli bir erkekti ama güçlü ve enerjikti. Gür siyah saçlar ve parlak gözler… Küstahlığı, acımasızlığı, yırtıcı bir kediyi andıran havası, tutkuyla çalışması, sürekli kitap okuması ve zekâsı onu kadınlar için çok çekici kılıyordu. Gariplikleri ekzantrik davranışlar olarak tanımlanabilirdi. İlgisizliği belki de karşı cinse büyüleyici gelen yanlarından biriydi. Kendine bakabilmekten yoksun olması, tüm hayatı boyunca, çevresindeki kadınlarda ona bakma isteği uyandırmıştı.” Bu nedenlerle kadınlardan karşılık buluyor, çok seviliyor. Stalin’in kadınları oyun makinesinin içinden bize onu anlatıyor. Yoksul ve güç hayat koşullarında kadınlarını hastalıklarla, yokluklarla yitirmesi Stalin’in kalbinin taşlaşmasının nedeni oluyor. Katı, sert ve ulaşılmaz biri. Aşırı duyarlı ve alıngan… En sevdiklerini yitirdikçe insan hayatı onun gözünde anlamsızlaşıyor, uzun iktidarı boyunca insanları kolayca harcıyor, öldürtüyor. Eski yüzler yetmeyince Stalin’in yaptıklarını, Seul’deki tapınaktaki kül kavanozlarının dibine konulan mektuplardan ve Café Europa’nın garsonu anlattıklarından öğreniyoruz. 1932 Holomodor Soykırımı’nı, Ukrayna’da suni olarak yaratılan kıtlıkta 510 milyon insanın yok olduğunu anlatıyor garson. “Bütün amaç düşmanları ve sosyalizmi öğretmenin imkânsız olduğu kişileri yok etmekti.” Halklara cenneti getirmek için bazı sınıfları ortadan kaldırmak, insanları sistematik olarak öldürmek mübahtı. Garsona göre Stalin beş yıllık plan yapmıştı. Plan uyarınca bazı insanlar öldürülecek, bazıları da sürülecekti. Anlatıcının bu kadar çok bilgi toplaması hayırlı olmuyor ve Stalin’in baş katillerinden Yezhov, tarih içinden gelip, başka bir kimlikle onu buluyor. “Çıkıp bir yere gidelim” diyerek anlatıcıyı cinayetlerin işlendiği yere, aslında Moskova’da olması gereken Lubianka’ya götürüyor. Prag’daki Lubianka lüks bir cafedir. Gerçekle düş birbirine karışıyor. Anlatıcı bulundukları yerin café değil işkencehane olduğunu iddia edince Yezhov, Nazlı Eray’ın fantastik gerçekçiliğini tanımlıyor. Daha önce hiç bulunmadığı bir yeri bilemeyeceğini söyleyerek, “Beyninizde düşündüğünüz, algıladığınız veya okuduğunuz haliyle bilebilirsiniz onu sadece” diyor ve ekliyor “Evet, siz. Siz beni düşünerek var ettiniz. Lubianka’yı da” (s. 186 187). Yezhov’un dediği gibi Nazlı Eray’ın Stalin hakkında okudukları, düşledikleri anıları, yaşadıklarıyla harmanlanıp roman formunda okura ulaşıyor. ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 966