Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kitaplar Adası M. SADIK ASLANKARA Ankara, biraz da Bahçelievler... Kavi duruşlu, dirençli “Ankara beyefendisi” Erşen Sansal’a… ncinmiş bir Ankara… Hele güz hüznü de eklendiğinde üzerine iyice yakıcı hale geliyor, acılı, “karanfil yanığı” bir hava tütüyor kentin üzerinde… 13 Ekim, Ankara’nın başkent oluşunun, yani bu kadim kentin, diyelim yeniden kuruluşunun seksen beşinci yıldönümü… Çok değil, on beş gün sonra cumhuriyet kurulacak, kent, ahilerin cumhuriyetinden sonra bu anlamda kendini tarihsel düzlemde yeniden yapılanmış olarak tam anlamıyla ortaya koyacaktır… İ İşte Kadın Öykülerinde Ankara (Hazırlayan: Efnan Dervişoğlu, Sel, 2008) başlıklı seçkiye uzanırken, bir yandan bunları düşünüyorum, öte yandan kentlerle öykü arasındaki ilişkilenişe, kentlerin öykülenişine, öykülerdeki kentlere uzanıyorum… KENTLER, ÖYKÜNÜN NAR TANELERİ... Sel Yayıncılık, ilginç bir girişimi sürdürüyor. Geçen yıl da Kadın Öykülerinde İstanbul’u (Hazırlayan: Hande Öğüt) yayımlamıştı Sel, bu kez yine “kadın bakışıyla” bir başka kenti, Ankara’yı getiriyor önümüze… Sırada başka kentler de vardır kim bilir, ne bileyim belki de topluca Anadolu kentleri falan… İleride Hande Öğüt’ün hazırladığı seçki üzerinde de duracağım ayrıca, ama şimdi Kadın Öykülerinde Ankara’dan söz edeyim istiyorum ilkin. Yazarlar kentleriyle, çocukluklarıyla var, bunu bilmeyen kaldı mı? Bu bağlamda kentler, öykü yazarları için de çok büyük hazine değeri taşıyor elbette… Ankara’yla İstanbul’un, öteki kentlerimizin öykümüzde çok geniş yer tuttuğunu biliyoruz zaten. Kentlerin önde göründüğü öykülerden seçki yapmaya girişilse yüzlerce öykü toplanır herhalde. Füruzan’ın “Ah… Güzel İstanbul”u, “Tokat Bir Bağ İçinde”si, kent adlarıyla kurulabilecek başlıklar konusunda minicik de olsa ipucu vermeye yetiyor bence. Sonra romanımızla şiirimizin bu konuda hiç de geri kalmayacağı, çok zengin, çeşitli örneklerle üste bile çıkacağı kestirilebilir. James Joyce’un Dublinliler’ini (Çeviren Murat Belge, İletişim) bilir misiniz? Üretilmiş kent kültürü, din, sınıf, cinsellik, milliyetçilik vb. köşebentlerin arasına sıkışıp kalmış kişileriyle çarpıcı bir öyküler toplamıdır Joyce’un ünlü yapıtı. Kuşkusuz kentine yönelik bir monografi, giriş yazısıdır aynı zamanda bu verim. Kente yönelik öykülerin, içinde çok gizemli taneler barındıran nar meyvesi gibi olduğu, kabuğundan soyulduğunda bize müthiş tatlar vereceği düşünülebilir. Gerçekten açılıp da kitap, içine girildiğinde, her bir nar tanesinin, bunları örten zar, kabuk apayrı dünyalar çıkarıp önümüze, bambaşka tatlar salacağı görmezden gelinebilir mi? Ankara öyküleri nasıl peki, neler getiriyor, hangi açılımlarla, açmazlarla, sorunsallarla karşılıyor bizi? Ankara’nın hazırlayıcısı Efnan Dervişoğlu, kaleme aldığı sunuş yazısında; “Kentin cumhuriyet dönemi yazınına yansıyan yönü daha çok milli mücadelenin merkezi ve sonrasında başkent oluşu, bu süreçte yaşadıklarıyla ilgilidir” notunu düşüyor. Dervişoğlu, böylelikle cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte Ankara’ya özgülenmiş yazın Ankara’nın 13 Ekim’le kurulan devrimci yapısı, 12 Eylül karşıdevrimci çetesinin darbesiyle çökertilecektir on yıllar sonra… Ankara, artık hep güzdedir, kurutulmuş bir gülün vakur duruşu yansıyacaktır ondan yalnızca, o kadar… Bildiğimce devrimci Ankara’nın kentsel gelişim temelinde ilk yayılım Bahçelievler’le kendini gösteriyor… Yani Ankara, Mustafa Kemal’in devrimini, kent dokusuna uygun bir yaklaşımla serpilip gürbüzleşerek de yansıtıyor denebilir… Şevket Süreyya Aydemir’den Muammer Aksoy’a, Uğur Mumcu’ya hep Bahçelievler çocuğu… Bilemediğim kimler sayılabilir daha… Onların ardı sıra filizlerini Bahçelievler’den uzatarak kıpkısacık yaşamlarında göz açıp kapayana dek de olsa başlarını devrimci Ankaralılığın onuruyla doğrultmayı becerebilmiş Ankara’nın her dem körpe çocukları, yedi “genç ölü”: Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar… Oysa sonraki yıllarda pıtrak gibi çoğalan, Türkiye’nin hemen her kentinde karşımıza çıkan pek çok bahçelievlerle karşılaştık… Hiçbir bahçelievler, devrimci Ankara’daki Bahçelievler’in yerini tutamadı oysa. Çünkü daha çok yıkılışın belgesi gibi duruyordu o tuhaf, pütürlü kentlerin bahçelievleri… Ankara’nın başkent oluşunun seksen beşinci, yıkılışının göstergelerinden biri bağlamında aldığım bu gençlerin 8 Ekim 1978’de katledilişinin otuzuncu yıldönümünde Ankara’yı güzleyen çökeltinin ağırlığı oturuyor ister istemez yüreğinize… SAYFA 8 sal verimin daha çok olgusal temelli olduğunun altını çiziyor açık, kapalı bir kabullenmeyle. Peki Ankara’da yer alan öyküler için neler söyleyebiliriz? Yapıtta yirmi iki yazardan birer öykü yer alıyor. Soyadlarına göre öyküleri sıralanarak seçkiye alınan yazarlar şunlar: Adalet Ağaoğlu, İnci Aral, Erendiz Atasü, Lütfiye Aydın, Selçuk Baran, Nurhayat Bezgin, Cahide Birgül, Ayşegül Çelik, Feride Çiçekoğlu, Gülseren Engin, Nazlı Eray, Şiir Erkök Yılmaz, Füruzan, İnci Gürbüzatik, Sibel K.Türker, Sevgi Özel, Yıldız Ramazanoğlu, Suzan Samancı, Yaşar Seyman, Aslı Solakoğlu, Sevgi Soysal, Menekşe Toprak. Selçuk Baran’la Sevgi Soysal’ın öykülerini Dervişoğlu seçmiş. Ağaoğlu, Aral, Çiçekoğlu, Eray, Füruzan, Samancı ise yayımlanmış öyküleriyle katılmışlar seçkiye. Ama öteki yazarlar, ilk kez seçki için kaleme aldıkları birer Ankara öyküsüyle katılmışlar Ankara’ya… ÖYKÜ KENTLERİ, MASAL SANDIKLARI... Öykü kentlerinin, önümüzde birer masal sandığı gibi açıldığı düşünülebilir. İşte yukarıda adlarını saydığım yazarların her biri öyküsünde, masal sandığı gibi bir Ankara esintisi taşıyor düş dünyamıza. Kimileri tümevarımla Ankara’ya giden, kimileri tümdengelimle Ankara’dan çıkan, ama bu arada kimileri de çift yönlü bir geliş gidiş yaklaşımı yönünde verimleriyle zenginleştiriyor öykücüler okuru. Bu çerçevede öyküler, zaman zaman tam anlamıyla olgusal, yani anlatımcı bir yolla, ama zaman zaman da olgusal öykülemenin dışına çıkıp anlamlandırma zenginliğiyle bizi kuşatıyor denebilir. Lekelerle, küçük adımlarla ortaya çıkan, giderek belirginleşen, birbirinden farklı pek çok Ankara’yla karşılaşıyoruz böylelikle öykülerde. Minnacık ayrıntıların satır arasından sızdırdığımız gün ışığında kendi sezgilerimiz, sezinlemelerimizle ördüğümüz, örgülediğimiz bir Ankara da denebilir bunun için… Yine de bu masal sandığını açtığında okur, rastlantıyla eline geçen oyuncağın peşinden, onun esintisiyle, esiniyle gidebildiği gibi masal sandığından çıkan başka sandıkların içinde de yitirebiliyor kendini. Lekelerle, masal ya da oyun içindeki masallar, oyunlarla Ankara’yı yeniden kurarken, kentin var olan nesnel kabının çok ötesinde çok daha farklı boyutta, zenginlikte, çeşnide yapılandırma, bu kenti yeniden biçimlendirip yaratma olanaklarına ka vuşmuş oluyoruz bizler de… Ayrıca farklı soyutlayımlar, dönüştürümler de katılıyor yazarların öykülerine. Böylelikle teksesli bir bakışın eksilteceği Ankara’yla karşılaşmak yerine, çoksesli bir bakışın artırıp çoğalttığı Ankara’ya giriyoruz öyküleri okudukça. Öykü kişileri geçmiş yaşantılarıyla hesaplaşmaya girişirken, bu hesaplaşmanın ardından yazarın kurduğu öykü evreni içinde biz de okur olarak geçmişten günümüze tüm cumhuriyetin izlerini, olayların izdüşümünü taşıyan Ankara’yla enikonu hesaplaşmaya girişmiş oluyoruz. İnsanın, sokakları, caddeleri, önemli merkezleri gösteren Ankara haritası, krokisi taşımak yerine koynuna bu kitabı alası geliyor doğrusu. Gerçekten de her bir öykü, bizi bir başka Ankara’yla yüzleştirmiyor, onu tanıtmıyor, onunla karşılaştırmıyor yalnızca, yanı sıra bunların üzerine derinlemesine düşünmesini, alımladıklarını yeniden yeniden tartışabilmesini sağlıyor. Böyle olunca yaşayıp dönüşümlerini gözümüzün önünde sürdüren bir Ankara kenti çıkıyor karşımıza. Elbette ilginç bir veri bu; her an, her dem değişen, değişeceğini düşündürten bir Ankara… Donmuş değil, değişime hazır, incecik kıysa da yüreğimizi, sonunda bizi de içine alan bir büyük değişimin kabı olduğunu ortaya koyan bir Ankara… Bir Ankara; geçmişten günümüze yaşanan, bugüne gelirken, geleceğe yönelik değişebilirliğinin de altı çizilen bir kent, bütün öteki kentler gibi. Öyküler, bu bağlamda Ankara’nın tarihinde önemli yer tutacaktır artık, bundan kuşkum yok… Nitekim bu verimler, Ankara’nın en has kumaştan masal sandığını oluşturuyor, en küçük kuşkuya yer vermeyecek ölçüde üstelik… KENT ÖYKÜLERİNDEN NEYİ ANLAMAK GEREKİR?.. “Kent öyküleri” deyişinden kentlerin öykülenmesini anlamamak gerekiyor. Bir kenti, öykü biçemiyle anlatmaya girişmek herhalde “anlatı” türünün verimi olarak alınabilir ancak ya da “gezi”nin… Buna göre kentin manzarası, betimlemesi değildir kent öykülerinin getirdiği, tam tersine kentin ruhudur bir bakıma, o kentin bizi biz yapan, bizi bizden kopararak o kentli kılan yanıdır. Yaydığı hava, bizi içine aldığı iklim, geçmişten bugüne kentlilerin o kentte yarattığı ekinin bizi biçimlendiren etkisi, işlevidir. Bu kentle aşkımız, kavgamızdır. Kentlilerle yaşadığımız çatışmadır. Kenti sorgulayışımız, kendi kentliliğimizin üzerine dönüp bunu tartışmamızdır. İşte Ankara’daki öyküler bunu yapıyor bir bakıma. Daha öncelerde Ankara’ya özgülenmiş kimi romanlar üzerinde de durmuştum “Kitaplar Adası”nda. Yazarları bu romanlarda Ankara’yı dönüştürerek, Ankara’yı bizde yeniden kurdurarak verimlemişlerdi yapıtlarını. Tıpkı öykülerde görüldüğünce… Kent öyküsü yazılırken kentin betimi yapılmaz değil elbette. Ama bununla sınırlı kalmaz öykü. Böylesi düzayak aktarımla yetinmek öyküyü soyutlayıp dönüştürmeden ortada bırakmaya eşdeğerdir… Elbette bir kentin sayısız sokağı olabilir, yüzlerce kişinin adının verildiği, yüzlerce kişinin adıyla anılan sokakları… Bunlara öyküde yer açarsınız, açmazsınız o sizin bileceğiniz iş… Ama adları birer sokağa verilmemiş olsa da Serdar Alten, Latif Can, Faruk Ersan, Efraim Ezgin, Salih Gevenci, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar sokaklarını kurabilirsiniz öyküde… Bir öykünün satır aralarında önünüze çıkıverir bir genç yüz, ne bileyim bir şiirin bir iki dizesinde o sokakların tabelasını okursunuz, bir romanla bu sokakları adımlarsınız… Öykü, biraz da bu “şey”lerle öyküdür işte. Bunlar yoksa “boşluk” vardır orada. Ama boşluk kaldırmaz öykü… Sanatta boşluk yoktur çünkü… Boşluk da bir nesneevrendir çünkü sanatın kavramsal alanı içinde. Öykünüzü boşluğa savurmayın! ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 974