23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ nu. önce, sıkıyönetimin, vilayetin kapalı spor salonunda kurduğu sorgulama karargâhına götürüldü” (s.89), “ ’81’de vilayetin spor salonundaki sorgulama karargâhına götürüldü”(s.90), “afşin lisesi mezunu. ’82’de sorgulama karargâhına yanlışlıkla götürülüp bırakıldığında ‘bütün korkum bitti’ demişti.” (s.91). Derrida’yı izliyorum “ruh hayalet olarak ete kemiğe bürünür, bedenlenir. Hayalet, ruhun belirli bir görüngüsel ve tensel biçimi, beden oluşu, padoksal bir bedenlenişidir” (age, s.23). Ve tamamlamak üzere: “Karabasan tarihseldir” (age, s.21) ve bu karabasansı, hortlaksı tarihselliğin içinde “hayalet bir gerigelen’dir” (age s.30). Hayalet bu geridönüşü içinde, bize kaybedilmiş, daha doğrusu elimizden alınmış olanın içeriğini sezdirir, bu sezilen içerik, tam da Proust’un betimlediği mutluluk vaadidir (Promisse de bonheur). Kefaret düşüncesine bağlanmak üzere yine Derrida’dan: “Hayalet ruhun etsel belirişi, görüngüsel bedeni, boşa gitmiş ve suçlu yaşamı olmakla kalmaz, ayrı zamanda geçmişe özlem duyarcasına ve sabırsızca bir kurtuluş, yani gene bir ruh beklemektir. Hayalet, ertelenmiş bir ruhtur, kefaretin ödenmesi vaadi ya da hesabıdır” (age s.208). AŞAĞILANAN ÖZNE Özel “sorgulama karargâhları”nda (HFEA, ss.89, 91) baskılanan, küçümsenen, hakaret edilen, “uzayan ömrünü” “arkadaşlarının ölümününe” (s.79) borçlu olan, “belleğinin sınırları, ölüm ve yalnızlık duyarlığı” (s.79) içinde genişleyen söylem öznelerinin, kefaret ve kurtuluş gününe bir tarih biçmedikleri, süresiz bir imada bulundukları söylenebilir. “Neyi aramıştık? olanakların/ doğrudan antitezini, gökyüzünün/ keşfini, işçi sınıfının/ kendine aşkın sesini/ iktidarın değillenmiş dilini” diye hayıflanarak söylenen özne, tekil bir dil kullanmıyor aslında. Yukarda vurguladığım gibi kamusal bir yanıt aranıyor. “Hafızaya ağır gelen” (Çalgın, s.46) tam da bu vurdumduymazlıktır. Çünkü her şey, bu kamusal belleğe sunulan malzemenin önünde, son kertede gazeteler, dergiler ve televizyon aracılığıyla kamusal belleğe de ait olan bu anılar toplamının önünde olup bitmiştir. Psikonevrotik özne, böylesi bir resmin tam merkezinde yer alarak yalnız ve çaresiz kalmıştır: “bir elveda gibi duran kendimde” (s.48). “Alarm Zili” şiirinin söyleyeni, açıkça bir itirafname gibi algılanmaya uygun bir biçemle şöyle der: “Onlar mı? Evet sinir ilaçlarım/ Evet, almadan çıkamıyorum sokaklara/ Çünkü orada kötü kalpliler/ İlkel ruhlar: Medeni bir insan kılğında” (HFEA, s.17). Nevroz, ötekiler arasında, onlarla temas halindeyken, onların varlığıyla oluşmaktadır: “Kısa bir ilişkiye bile girsem onlarla/ değer dizgelerim bozuluyor, belleğimin dili/ bozuluyor içimdeki çocuğun masumiyeti” (s.17). Ama, asıl itiraf, “Mayınlı tarla” şiirindedir; biçem neredeyse bir sağlık raporunun biçemidir: “Kuvvetli depresyon/ Değersizlik duygusunda yoğunlaşma/ Hassasiyette artma/ Seksüel özdeşimde çatışma/ Kuvvetli anksiyete/ İntihara girişme olasılığı/ Şizoid obsesif bulgular”/ Tanı: Şizoid yapıda anksiyete depresif reaksiyon/ “Psikoterapiye motivedir” (s.44). BİÇARE ÖZNE Sonra “dünyaya dönmek” durumunda kalan, orada da “hatırlamadan olma gözyaşından” başka şey bulamayan (Çalgın, s.107) ve “geceden başka çağ yok” demekten başka çaresi kalmayan özne, bu çaresizlik içinde “eksile eksile anımsamaya” (s.26) devam eden ve “delilerin iyileştiği bir mevsim değil bu”, “aklını rüyada bırakanların mevsimi değil” (s.27) diye sızlanan bu özne, intihara ilişkin ya da mazoşist imgelerle dolmaktadır: “koşarak atlayabilirim yüzümdeki camdan dışarıya” (HFEA, s.16), “bahçe tarhasıyla kesmek geliyor sol kolumu bileğimden” (Çalgın, s.20). Bu saklanamayacak ölçüde sinirceli duyarlığa, bir suçluluk duygusunun da eşlik ettiği söylenebilir: “kim kaldı yitirmediğim şimdi benim içimde” (s. 39). Bu suçluluk duygusunun, ilk gençlik yıllarından, çocukluk zamanlarından devralındığını söylemek bile mümkün görünüyor: “yan odaya kulak kesilmiş beden, yasakladım kendime/ ilkçağdan beri, yatak odasından duyduğum sesi, algıladığım/ sadece benim için değildi. Evli kadınlar haram değil miydi/gözlerimize bile. Hevesinden vazgeçene gövdesi neden tutukevi” (s.75). Bu dizelerdeki hayali olduğuna inanmamız gereken, dahası korku verici gerçekliği hayali olmasından kaynaklanan ve suç olduğu daha başlangıçta kabul edilmiş bulunan ensest arzusu görmezden gelinebilecek gibi değil. Sadece hayali bir ensest ilişki kurmacasının varlığı değil bu suçluluk duygusunun asli kaynağı. Bence daha derinde bir şeyler var. Söylem öznelerinin sesine kulak verelim: “istemedim hiç güneş doğsun içimde” (s.77), “istediğim görülmek istemediğim/ bir yer” (s.100), “ben mi günah içindeyim günah mı benim içimde” (s.99), “Yok! Biliyorum beni kendime yapıştıracak tutkal”(s.88), “Öyle kirlendim ki kurtlar beni yiyecek mezarımda/ suçu hissediyordum bir başka odaya bırakıldığımda” (s.79). Sanki bu suç ve suçluluk duygusu, söylem öznelerinin neredeyse bütün gövdesini kuşatmış, baskı altına almıştır. “güneşin içinde hiç doğmamasını” dileyen, “kimselerce görülmek istemeyen” özne, dünyada bulunmaktan, burada olmaktan pişmandır. Ensest korkusunu bile aşmış bir durumdur söz konusu olan. Daha derin, daha varlığa içkin bir pratiktir. “Ben mi günah içindeyim günah mı benim/içimde” (s.99). “Günah” sözcüğü, bana çok yerinde kullanılmış geliyor. Kendini suçlu hisseden, dünyanın yapıp etmelerine katılan, bunlara katıldığı için kendisi suçlu sayan, her şikâyet ve yakınma duygusunun altında kendi varoluşunun da kınandığı bir günahlılık düşüncesinin yattığı öne sürülebilecek gibi görünüyor: “yağmur yağdığında akmayan bir evimiz olmadı hiç” (s.78). Açık bir benzerlik olduğu söylenemese bile, kendini her an Tanrı’nın önünde duyumsayan Kierkegaard’ın tonu vardır bu çoğul öznenin kırılgan sesinde: “Günarkârlıkla birlikte oluruz, onunla birlikte bulunuruz”. S. Kierkegaard: Kaygı Kavramı, s.105, Çev: V. Taşdelen, Hece Yay, 2004). Kamusal bellekte daha derin yankılar ve tortular bırakmış olması istenen bireysel/kişisel yoksunluklar, acılar, unutuluşlar, yani son kertede kamunun gözleri önünde edinilmiş bütün anılar; kefaretin ta kendisi olarak belirsin diyedir. İncil’deki cümleyi anımsayalım: “Bütün dünya Allah’a karşı suçlu olsun” (Kitabı Mukaddes, S. Pavlus’un Romalılar’a Mektubu, 3, 19, s.156, Kitabı Mukaddes Şirkite, 1976). Söylemek gereksiz: Söylem öznesi, Hırıstiyanca bir duyarlığın içinden konuşmamaktadır ama suç ve suçluluğa, günaha ve günarkârlığa bakışında, bu türden yorumlara izin verebilecek bükülmeler olduğu da göz önünde bulundurmaya uygun görünmektedir.? SAYFA 11 CUMHURİYET KİTAP SAYI 974
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle