Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Claudio Magris’ten ‘Tuna Boyunca’ Tuna: Akan zamanın tanığı Tuna üzerine yazılı ve görsel pek çok çalışma ve ürün bulmak mümkün bugün. Ama önemli soru şu: Tuna yalnızca bir nehir mi? “Tuna kültürü” tanımlaması, onun yalnızca bir nehir değil; aynı zamanda tarihteki güçlü bir aktör olduğunu da gösteriyor. Ë Ali BULUNMAZ O ünlü coğrafya oyununu hemen herkes bilir. Nehir ya da akarsu bölümünde “T” harfine gelindiğinde, zihinlerde genelde Tuna canlanıverir. Tuna, yalnızca bir nehir midir? Nereden nereye uzanır? Tarihi ve önemi nere(ler)de aranmalıdır? Macaristan’ın başkenti Budapeşte’yi, Buda ve Peşte biçiminde ikiye ayırması dışında, hangi özelliklere sahiptir bu koca nehir? Avrupa tarihi içinde Tuna’yı değerli ve ilgi çekici kılan nedir? Yukarıdaki sorularla haşır neşir olunmaya başlandığında, Tuna’nın geçmişten bugüne ve uzandığı her yere hangi izleri taşıdığı ya da bıraktığına dair bir kazıya da girişilir. TUNA’NIN KAYNAĞI Tuna’nın başlangıcını veya doğuşunu nerede aramalı? Claudio Magris, Tuna Boyunca adlı kitabının başında bu soruya yanıt arıyor. Söz konusu arayış, ona şu satırları yazdırıyor: “Nehrin birçok adı var. Bazı halklar için Tuna ile İster, nehrin üst ve alt kesimlerinin, bazen de nehrin tamamının adıydı. Plinius, Strabo ve Ptolemaios birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını merak ederlerdi: İlirya’da mı yoksa Demir Kapı’da mı?” (s. 11) Bir noktadan sonra Tuna’nın kaynağına ilişkin tartışmalar anlamını yitirir ve nehrin kimliği, kültürel birikimi ve kapsadığı tarihsel süreçler önem kazanır. Örneğin Tuna, çoğunlukla Alman karşıtı bir simgesellik taşır. Bu yönüyle Ren’den de ayrılır. Farklı ırkların karşılaşıp karıştığı bir coğrafyayı sarıp sarmalar: “Tuna, AlmanMacarSlavLatinMusevi Orta Avrupası’dır (s. 22); bununla beraber yazarlar genellikle sadece Hinternasyonel Tuna’yı görürken, tarihçiler Tuna Avusturyası’nın Almanlığını ve Tuna’nın maviliği içinde parlayan Ren altınını göz önüne alır.” (s. 23) TUNA’NIN TARİHİ, TARİHİN TUNA’SI… Tuna, ırkların yüzyıllar boyu karıştığı bir coğrafyanın da simgesidir. Bir başka deyişle, geçtiği hemen her yöredeki insanlara “seni anlamıyorum” iletisi gön derir. (s. 27) Diğer bir ifadeyle bu, karmaşıklığın ve bulanıklıktan doğan yeniliğin de göstergesidir. Nehir bu karmaşıklığı, karışmış ve öte yandan bütünleşmişliği içinde, isimleri de taşır: Kafka, Laval, Pétain, Céline, Goethe… Céline’e göre “imparatorluk tarihini barındıran Tuna, evrensel pisliğin ve şiddetin kokuşmuş nehri”dir. (s. 41) Céline’in söyledikleri dikkate alındığında, Tuna’nın bir imparatorluk boyu olduğu da ortaya çıkar. Alman, Osmanlı ve Roma imparatorlukları hep Tuna etrafında varolmuş ve hâkimiyetlerini genişletmek için bu bölgede savaş vermiştir. Magris, Trost’tan yaptığı alıntılamayla Tuna’nın kimliği ve tarihsel ağırlığı ile ilgili şu belirlemeyi gündeme getirir: “Tuna’nın haritası, daha ileriki bölgelerde, askeri bir atlasa benzer.” (s. 80) Alman ve Napolyon denetimindeki Fransa ordularında yer alan askerlerin lahitleri, yaptığı gezi sırasında Magris’in gözüne takılır. Tuna’nın yayıldığı alan bir anlamda Roma da demektir. Roma ise, “her şeyden önce hâkimiyet anlamına da gelir ve öne sürdüğü evrensellik, hâkimiyetinin maskesidir.” (s. 84) Magris, Tuna’nın yeri, yönü ve kendisi ile ilgili açılımlarını sürdürürken, okuyucuyu şu soruyla baş başa bırakır: “Passau’da üç nehir birleşir; küçük Ilz ile büyük Inn, burada Tuna’ya katılır. Ama onların birleşmesinden oluşan ve Karadeniz’e doğru akan nehrin adı neden Tuna olsun?” (s. 106) Magris şöyle devam eder: “Bu durumda Tuna, Inn’in bir kolu mudur ve Johann Strauss valsini, aslında o ada daha uygun olan mavi Inn’e mi adamalıydı.” (s. 107) Bu soruların yanıtını bilimsel veriler aracılığı ile bulan Magris, iki nehrin suyu birbirine karıştığında, nehrin sonraki bölümünün en geniş açıda olanının ana nehir biçiminde anılması gerektiği sonucuna ulaşır. TUNA: SİYASET, TARİH VE SANAT Tuna, içinde tarih kadar siyaset ve sanatı barındırışıyla da dikkat çeker. Örneğin Hitler, Yukarı Avusturya’nın başkenti Linz’i, Tuna’nın en büyük metropolü haline getirmeyi düşünmüştür. Buradaki amacı ise, yaşlılığında Linz’e sığınmak istemesidir. (s. 109) Nehir, akıp gittiği şehirler ve kıyılar boyunca şatoları, büyük hükümdarların saraylarını, onların suretlerini ve bir zamanlar ellerinin altında tuttukları görkemli kentler ile meydanları da selamlar. Bunun yanında Tuna kültürü, “dünyanın tehdidi altında olunca, hayatın saldırısına uğrayınca ve acımasız gerçeğin içinde kaybolmaktan korkulunca sığınılacak bir kaleye dönüşür.” (s. 134) Tuna kültürünün ağırlık noktası olan Tuna edebiyatı ile şiiri, şato ve kaleleri, yazar ve ressamlarla birlikte onların ürünler verdiği mekânları da taşıyor beri yandan. Acıları, sevinçleri; savaş ve barışı, toplumsal hareketler ile yıkılışları da… Tuna kıyılarında dolananların da nehri boydan boya kat edenlerin de aklında şu soru uyanır: İnsanı, kaynağına götüren Tuna, hayatın başlangıcı mıdır? Bu, bir bakıma şairane bir sorudur. Attilla Josef ise Tuna’yı “bulanık, bilge ve yüce” biçiminde niteler; Josef’i bu değerlendirmeye iten şey “annesinin kuman kanı ile babasının Rumen Transilvanya kanının kendi damarlarına karışması”dır. Sonuç olarak Josef için Tuna “geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek” demektir. (s. 243) Tuna’nın bir başka özelliği de, sınırlar çizmesidir. Örneğin AvusturyaMacaristan İmparatorluğu ile Sırp Krallığı arasındaki sınırı belirlemiştir. Bu iki sınırdaştan Sırp Krallığı’nın başkenti Belgrad, gelecekte Yugoslavya olarak anılacak coğrafyada, Doğu ve Batı’nın birbirinden ayrı ve aynı zamanda çelişkiliymiş gibi duran dünyalar ve politik bloklar arasındaki arabulucu olacaktır. Tuna’nın geçtiği topraklar, bir döne min sosyalist bloğunun da mekânıdır. Diğer bir ifadeyle, “Demir Perde”nin içlerine uzanan nehir, “girilmez olan” bölgeyi de (örneğin Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Yugoslavya…) fetheden bir kimliğe sahiptir. Buradan yine tarihin derinliklerine dönüş yaptığımızda, Magris’in deyişiyle Tuna’nın en büyük şairi Hölderlin’in, Almanların atalarının Tuna boyunca yaptıkları yolculukları “yaz günlerine, güneşin topraklarına – Hellas’a ve Kafkasya’yadoğru bir nostos (dönüş)” biçiminde adlandırdığını görürüz. (s. 336) Magris’in uğraklarından biri olan Histria (İstria), onda Almanların atalarının “nostos”una benzer bir duygu uyandırır. Magris, Tuna’nın duraklarından olan bu şehri “tüm nesnelerin açık bir şekilde seçildiği değişmez bir ışık gibi” şeklinde tasvir eder. (s. 336) Tuna kültürü, “diğerleri” olarak adlandırılanlara (örneğin Türkler, Slavlar…) karşı önemli bir siper işlevi de görmüştür. İtalyan Albay G. Sironi, Tuna için 1873’te şunları kaleme almış: “Tuna, hangi yöne olursa olsun, tüm büyük faaliyetler için kocaman bir karargâhtır, aynı zamanda nereden gelirse gelsin saldırılara karşı koymak için mükemmel bir savunma hattıdır.” (s. 340) Tulcea yakınlarındaki delta, hem tarihi hem de kültürel bir anlam taşır. Magris bu noktada, Sadoveannu’nun deltaya ilişkin görüşlerini aktarır: “Delta aynı zamanda halkların ve ırkların havzasıdır, Tuna sanki yüzyılların ve uygarlıkların alüvyonunu, tarihten parçaları denize götürürken kıyılara da taşıyarak etrafa dağıtır.” (s. 344) TUNA’NIN SONU Tuna, Karadeniz’e dökülürken son buluyor mu? Magris bu soruyu şöyle yanıtlar: “Tuna nerede biter? Bu bitmeyen akışta son yok, sadece geniş zaman ortacında kullanılan bir fiil var. Nehrin her bir kolu ayrı bir yöne gidiyor, zorba birleşik kimlikten kurtuluyor, istediği zaman ölüyor…” (s. 346) Tuna’nın denize kavuşması, bir sondan öte “nostos” gibi, başlangıcı da çağrıştırıyor. Ama bir noktada, denize ulaşma aynı büyüklükte ve coşkulu bir sonu da içinde barındırıyor. Magris’in, Marin’den alıntı yaptığı “Tanrım, ölümüm, bir nehrin engin bir denize karışması gibi olsun” dizesi (s. 351), Tuna’nın Karadeniz’e coşkuyla karışıp, 3 bin kilometrelik yolculuğunu tamamlayışını anlatıyor sanki. Magris’in kaleme aldıkları, Tuna’nın yalnızca coğrafi bir nitelik taşımadığının da göstergesi gibi. Aynı zamanda önemli bir tarihi kavşak bu nehir. Başka bir deyişle, akıp giden zamanın, günümüze dek uzanan, debisi yüksek bir tanığı. Akan su, geçmiş zamanı; insan belleğinin unutmaya bıraktığı pek çok ayrıntıyı, Tuna’nın kimliğinde bugünlere kadar taşıyor kısacası. Claudio Magris, Tuna Boyunca adlı yapıtında, özellikle bu noktayı ağırlık merkezi haline getiriyor.? Tuna Boyunca/ Claudio Magris/ Çeviren: Leyla Tonguç Basmacı/ Turkuvaz Kitap/ 352 s. SAYFA 14 CUMHURİYET KİTAP SAYI 974