23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Mine G. Kırıkkanat ‘Destina’da geleceğimize bakıyor Mine G. Kırıkkanat yeni romanı Destina’yı, bilim kurgu öğeleri ve tarih bilgisi ile bezemiş. Merak uyandıran bir roman çıkmış ortaya. Romanda yaşanan zaman, yakın gelecektir. İstanbul depremini takiben Ege ve Boğazlar, BM’de yapılan Marmara Antlaşması’yla Küresel Yönetişim’e geçmiştir. İstanbul ise Nova Roma adını alarak Ortodoksluğun başkenti ilan edilmiştir. Kırıkkanat’la romanı Destina’dan yola çıkarak Türkiye’yi ve geleceği konuştuk. Ë Rozerin BOLLUK estina’da Türkiye için öngördüğünüz gelecekten yola çıkarak ilk soruyu sormak istiyorum. Bugünden baktığımızda, ülkenin geleceği için umutlu musunuz? Umudum olmasa, bu kadar dolu dolu, bunca araştırma, yani çaba, alın teri ve kendimi beğenmişlik gibi olmasın ama, epeyce zekâ gerektiren bir roman yazmazdım. Destina, tam da umudun romanı. Türklere bir umut aşılamaya çalışıyor: Siz büyük bir milletsiniz, sizden özenle gizlenen, size unutturulmaya çalışılan gerçek kimliğinizi, geçmişinizi bulun! Öyle koparıldınız ki o kimlik ve geçmişten, aramak kolay olmadığı gibi, bulduğunuz izleri karalayacak, küçümseyecek, sizi yanıltacak referanslar vereceklerdir. İnanmayın! Tarihte büyük uygarlıklar yarattınız siz… Roma İmparatorluğunun üzerine kurulduğu, bütün değerlerini benimsediği ve sahip çıktığı Etrüsk uygarlığı onlardan biridir. Dün Roma’nın, bugün İtalya’nın övündüğü geçmişle siz övünmeye kalktığınızda niçin siz ‘ırkçı’ diye aşağılanıyorsunuz da, İtalyanlar aşağılanmıyor? Bir ülkenin birliğinin korunmasında dil önemli bir unsur kuşkusuz. Sizin romanınızda da bu konuda vurgu var... Atatürk, Güneş Dil teorisiyle, Türkçe’yi yabancı dillerden temizlemek, yüceltmek çabasıyla, Türklere Arap olmadıklarını öğretmek, özgün bir kimlik kazandırmak, bizi ‘Avrupa uygarlığının ayrılmaz parçası, kurucu öğesi’ olarak bağlamak istiyordu Batı’ya… Niye Etilere sahip çıktı Atatürk? Neden Anadolu uygarlıklarına sahip çıktı? Türkiye madenlerini işleyen bankaya Etibank adı verilmesi boşuna değildi. Atatürk, Anadolu topraklarının altındaki büyük hazineyi kastediyor, bu topraklara karışan büyük uygarlıklara sahip çıkmasını istiyordu Türk ulusunun. Doğru, yanlış, eksik, attığı her adım, Türklerin Batı uygarlığının ayrılmaz parçası olduğunu kanıtlamak içindi. Bu yolda devam edilebilseydi, herhalde bugün olduğundan çok daha özgün ve gurur verici bir Türk kimliğiyle çoktan AB üyesiydik. Neden mi? Çünkü başkaları, size kendinize verdiğiniz ölçüde değer verir, epeyce de sizi kendinize baktığınız gibi görür. Oysa öyle olmadı. SAYFA 16 ‘Türkiye modern biçimde işgal edilecek’ D Türkler yavaş yavaş, sinsice Arap kültürüne yamandı. Halen ne deve, ne kuş gibi, ne Araplar, ne de Türk. Sadece yozlaştılar. Destina, bu gidişatı tersine çevirmek için gerekli referansları veriyor. Tersine çeviremezseniz de, olacakları söylüyor. Destina’da Yıl 2024. Bu Cumhuriyetin 101. yaşına tekabül ediyor. Bu tarihte İstanbul Türklerin elinden çıkmış, Küresel Yönetişim’in yönetimine girmiştir. Yeni adı da ilk adı olan Nova Roma olmuştur. Sizce bu yola girdik mi? Eğer bu yozlaşma, değerlerin erozyonu ve kimliksizlik sürerse, şahsi görüşüm – ki, kimseyi bağlamaz Cumhuriyet 101. yaşını göremeyeceği gibi, Türkiye de modern biçimde işgal edilecektir. Romanda Küresel Yönetişim dediğim, dünya literatüründe ‘Global Governance’tır ve bugün Kosova’da uygulanmaktadır. Modern işgalciler gelir, bulunduğunuz bölgenin stratejik önemi kendi açılarından neyi gerektiriyorsa, size onu yaptırırlar. Küresel Yönetişim, bugün Kosova’da başarıyla uygulanmakta. Yarın Irak’ta, belki Afganistan’da ve hatta Kudüs’te ‘sorunları’ çözmek için başvurulacak, çünkü modern zamanların uluslararası dengeleri kollayan siyasal yöntemidir. Sorun oluşturan Türkiye gibi stratejik bir ülkede, bütün dünyayı memnun eder… GERÇEKLER VE DOĞRULAR Romanınıza, “Bu romanda yazılı her şey doğru, hiçbir şey gerçek değildir” diye başlayıp “Ama gerçek er geç doğrulanır” diye bitiriyorsunuz. Doğrulanmasını istediğiniz gerçekler var mı? Hayır, yok! Doğruların görülmesini ve yanlıştan dönülmesini istiyorum, ben. Bir hastalığı tedavi etmenin en önemli adımı, teşhisi doğru koymaktır. Ben teş hisi koyuyorum. Doğru olan ergeç gerçekleşir. Hele doğru teşhise yanlış tedavi yapılırsa, çok daha hızlı gerçekleşir. İleri sürdüğüm doğruları, kurtuluş yönünde kullanmak da mümkün, çöküş yönünde de. Her şey, doğruları nasıl kullanıp, nereye yönlendirdiğinize bağlı… Destina, yıllardır bir yerlerde duran, ama kimsenin getirip önümüze koymadığı tarihsel gerçekleri de içeriyor. En dikkat çekici olan, Büyük Kostantin’in ve onun reenkarnasyonu olarak romanda kaleme alınan Kanuni Sultan Süleyman’la tarihsel gerçeklere dayanan benzerlikleri. Bu benzerliğe nasıl ulaştınız? Başlangıçta tümüyle sezgiye dayandım. Tam olarak ne zaman, nerede anımsamıyorum, ama bir biçimde Büyük Konstantin’in ilk (ve nikâhsız) karısından ilk oğlunu, üstelik halk ve ordu tarafından çok takdir edilen, kendi tahtına en layık varisi Sezar Krispus’u nasıl öldürttüğünü öğrendim. İlgimi çeken bu cinayet bana derhal Şehzade Mustafa’nın babası Kanuni tarafından katlini çağrıştırdı. Araştırmaya başladım ve bilgim ilerledikçe şaşkınlığım arttı: Kanuni Sultan Süleyman, Büyük Konstantin’le her alanda o kadar yoğun bir benzerlik gösteriyordu ki, adeta 1200 yıl arayla aynı tahta oturan iki hükümdar arasında halef seleflikten öte, reenkarnasyonla açıklanabilecek bir kader ortaklığı vardı. İşte benim de hayretle keşfettiğim doğrularla atıldı Destina’nın temeli. Başlagıçta bir sezgi, ardından tarihsel kanıtlar ve tabii, hayal ürünü bir entrikayı, geleceğe dair bir projeksiyon izledi. Tarihte pek çok hükümdar evlat katilidir. Bu da hükümranlık gereği sayılmıştır. Tarihdeki oğul cinayetlerinde hep bir kadın parmağı aranmıştır. Sizce bu cinayetler gerçekten kadınlardan mı kaynaklanmıştır? Yoksa erk sahibi olma hırsının önemi de var mıdır? Erk, bildiğiniz gibi ‘erkek’ sözcüğünün türediği kök. Kadının, şimdi bile ‘erk’ katmanında esamisi okunmuyor, hele o zamanlar hiç yok. Buna karşın üç tek tanrılı dinde ‘şeytan’la özdeşleştirilmiş, salt kadını şeytanla özdeşleştirebilmek için insanın ölüme karşı mücadelesini simgeleyen yılan (tıp ve eczanın sembolüdür) bile kötülüğe feda edilmiş… Büyük Konstantin ve Kanuni Sultan Süleyman gibi erk sahibi hükümdarların kadın kışkırtmasıyla bırakın evlat katli, herhangi bir siyasal karar alması mümkün mü? Elbette değil. Ama beylerin tarih önünde façalarını bozmamak için, yine erkek tarihçiler, bağışlanması en zor cinayeti, evlat katlini iki kadına, Fausta ve Hürrem’e yüklüyorlar. Çünkü ortam hazır: Adem’i baştan çıkaran da Havva değil miydi? Oysa, bu iki imparator kendilerine en çok benzeyen, en güçlü, en sevilen evlatlarını öldürtüyorlar. Neden? Çünkü onlarda kendi gençliklerini, dolayısıyla yerlerini alacak rakibi görüyorlar. Konstantin’e, Kanuni’ye kadar gitmeye gerek yok. Çevrenize bir bakın: Erk sahibi babaların bazıları, kendilerine çok benzeyen oğullarıyla geçinemez. Kimisi maddi manevi işkence bile eder oğluna. Çünkü onlarda, kendinde biten, onlarda başlayan gençliği, gücü ve geleceği görür, çekemez, kıskanır. Tarihte en çok erkek varis katleden hanedan, Osmanlı’dır. Her hükümdarlıkta gizli ya da açık yapılmıştır, ama Harem olgusu, kadın sayısına orantılı erkek çocuk sayısı açısından hiçbir hanedan, Osmanlı padişahları kadar çok evlat boğdurmamış, öldürtmemiştir. Bütün bu çocukların ‘kadın’ yüzünden ortadan kaldırıldığını iddia edecek kendini bilmezin, alnını karışlarım! ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 974
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle