04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yücel Kayıran şiiri Yücel Kayıran şiiri çözümlenmesi emek isteyen şiirlerden. Şiirimizin bir ustası da bu şiiri bizler için çözüyor. Ë Ahmet OKTAY ücel Kayıran, daha ilk kitabı Hayaline Firar Edemeyenlerin Afsunu’ nda (HFEA), okurunu hem psikonevrotik bir labirentin içine kapatmaya niyetli olduğunu hem de böylesine bir sorunsalla işin başında tedirgin ettiği “ikiyüzlü benzerinden”, yani okurundan, kişisel/ bireysel tarihin dünyazamansal ekseninde oluşmuş/ oluşan toplumsal/siyasal olay ve olgularına ilişkin ve katmanlaşabilen hem kronolojik bir dikkat hem de bu süreçsel olay ve olguları en azından sezinlenebilen nedensellikleri içinde anlamaya ve anımsamaya yönelik bir fenomenolojik bellek ister gibidir. Şiirlerin söylem özneleri, kimi zaman doğrudan başlıklarda (“Hem Türk, hem solcu, hem sünni Müslüman” Beni Hiç Göremezsin [BHG] s.37), kimi zaman “iyyâke na’budu ve iyyâke nestain” (Çalgın, s.77) türünden Arapça kökenli deyiş ve söyleyişlere baş vurarak, kimi zaman da “oruçsuz yakalandığım iftar vaktine” (s.108) gibisinden bir suçluluk duygusunu açığa vuran örtük (latent) olmayan dizeler kurarak ve “ayşi dehruza” (s.108) türünden göndermeler yaparak, 12 Eylül sonrası şairlerinin bir bölümünde belirgin bir özürcü tik haline gelen dini/islami bir boyut kazanma ya da çok ihmal edildiği sanısı uyandıran bir manevi iklim edinme duygusuna uygun düştüğü öne sürülebilecek bir tavrı benimseyerek, şu anda üç kitaba yayılmış bulunan bütün şiirlerin tek bir üstözne’ye ya da tek bir üstanlatıcıya aitmiş gibi algılanmasına izin verir gibidirler. Dahası, söylem öznelerinin entelektüel ilgi alanlarının çeşitliliğine, yetkinliğine düşünsel (“bitkiler bile böyle çürüye çürüye/ vücud oluyor” Çalgın, s.87), siyasal (“komünizm heyulası kol geziyor benim içimde”, “sonradan görmüş köylü faşistlerin olmadığı” [s.20], “go home bush, go home bush” [s.101]), dinsel (“geçtim göğsümdeki hıra dağını” [s.71], “nisa suresi gibiydin” [s.97], “Ey hilekâr suret! Ey mihrek it tennur” [s.98]), kültürel (“Kızılordu Korosu, Mahzuni Şerif, Kitaro” [s.83], “gençken, tüzeyken, dokuzu beş geçeyken” [s.73]) ve imgesel (gördüklerim/ mi yoksa avcum mu kan içinde?” [s.94] vb...) düzeylerde söylenceler, özel adlar ve imalar aracılığıyla yapılan ısrarlı ve bilinçli vurgu, tek bir üstanlatıcının varlığını güçlendiren öğeler olarak beliriyor. Kaldı ki, Çalgın’daki “geçtim göğsümdeki hıra dağını”, “mürselat suresi dediler, salavat getirdiler” (s.71) gibi daha açık ve anlaşılabilir dizeler, hem daha kapalı imgelerin oluşturduğu “ruh da çürür beden gibi” (s.68), “duadan yoksun ruh bedenle dolu” (s.72) türünden sezgisel ve çağrışımsal içerikleri sonradan anımsanabilecek göndergeler, tek söyleyen olduğuna ilişkin yaklaşımı pekiştirmektedir. Burada bir nokta daha vurgulana ‘İtirafçı’ bir şiir Y bilir: “mürselat suresi dediler” dizesinin ardından gelen ve “humanam impotentiam in moderantis” gibi anlamsal, sessel ve imgelemsel açıdan okuru bir anlamda zorlayan ve açmazda bırakan Latince bir sözün alıntılanması bu güçlendirme çabasını daha da doğrulamaktadır. Spinoza’ya ait ve eksik (tamamı şöyledir: “et coerendis affectivus vervitutim voco”) bırakılmış bu alıntısözün anlamı, yaklaşık olarak şöyledir: “insanın duyguları denetleme ve kısıtlamadaki güçsüzlüğüne kölelik diyorum” (Bk: 1Spinoza: Törebilim, s.130, Çev: A.Yardımlı, İdea Yay, 2Spinoza: Etika, c.2, s.3, Çev: H.Z.Ülken, 1947, MEB). Söyleyen öznenin kimliğini pekiştirmede, daha doğrusu kesinlemede “Uykuda” şiirinin “Go home bush” dizesinin ardından gelen yine Latince “praticoinerte” (s.101) sözü de ilginçtir. J.P.Sartre’ın Diyalektik Aklın Eleştirisi adlı yapıtında kullandığı bu kavramsözcük, “kurumlaşmış ve donmuş, bundan ötürü de etkisiz kalmış toplumsal gerçek” (Bk: O. Hançerlioğlu: Felsefe Ansiklopedisi, c.5, s.234, Remzi Kitabevi) anlamına geliyor ve söyleyenin okur nezdinde felsefeyle yakından ilgili biri, yani Yücel Kayıran olduğu yolundaki sanıya, bir kanıt daha oluşturuyora benziyor. ÇOĞUL BİR ÖZNE Ama ben, bu güçlü kanıtlara rağmen, halen üç kitapta gerçekleştirilmiş bulunan psikoanlatının, kolektif, daha doğru ve uygun düşeceğini umduğum sözcükle, çoğul bir özneye ait olduğunu öne süreceğim. Kolektif sözcüğünden vaz geçişimin nedeni şu: Çünkü, kolektif özne; “son kertede, kendi varlığıyla birlikte karşıtının, hasmının, yani burjuvazinin de varlığını sona erdirecek, dolayısıyla bütün yabancılaşma/şeyleşme biçimlerinin yanı sıra, felsefenin ve devletin de sönümlenmesini sağlayacak olan devrimci proletaryadır”; komünist eskatologyaya ait bu öngörüyü bir yana bırakırsam, söyleyen çoğul özneyi, ilk kitap olan Hayaline Firar Edemeyenler’de saptama olanağına sahibiz. HFEA’daki “Bir Firar Masalı” şiirinin 6.1 bölümünde, kederli bir tonlamayla “devrim istikbalde kaldı” (s.84) diyen özne, “Yolları Çatallanan Bahçe” bölümünde belirtilen/yazılan özyaşam öyküleriyle kimliğini açığa vurmaktadır: Devrimi sonsuzca ötelemeyen, sadece bir ertelemeden söz eden bu yenik ve üzgün özne, “komünizm heyulası kol geziyor hâlâ benim içimde” Çalgın, s.20) dizesiyle devam eden ve “eşitlikten söz edilen günler gerçekten de var mıydı dünyada”, “her tek kişiye ait olanın ona verileceği”, “bir dünya olanaklı mıydı dünyada” (s.20) dizeleriyle bir soru cümlesine dönüştürmüş olsa bile, bu olanağın imkânı üzerinde hâlâ düşünebilen bir öznedir ve bu haliyle de, lise ve üniversite yıllarında devrimci örgütlerle şu ya da bu ölçüde bağ kurmuş olduğu söylenebilecek biridir. “Heyula” sözcüğü tesadüfi değildir, tam tersine, İslam felsefesindeki kaotik ve batıni gelenekteki oluşma sürecine ilişkin bir terimdir ve bir korkuyu dile getirdiği kadar bir hayranlığı, bir beklentiyi de dile getirir. Yenilginin olumsuz momentine ilişkin bir durum, bir algılayış biçimidir söz konusu olan. Bu çoğul özne, “ruhundan bir parça çalınan ve eksilen ruhuyla çalınan parçanın peşinde dolaşıp duran, o eksik parçayı arayan kişidir” (s.10). Yitirilen, tek kişiye ait değildir: ortak bir kayıptır sözü edilen: “benden kopan bana mahsus olaydı” (s.15). Yitirilen o “eksik parça” söylemek gerekirse kamusal’dır. Tarih’in bizzat içinde bulunan, oluşmasına katkıda bulunan biziz; daha tikel konuşmam gerekirse, “komünizm heyulasıyla” birlikte yaşayan, eylemde bulunan ve yenilgiye uğrayan bir kuşaktır. Söyleyen çoğul özne, aşırı yorum sayılsa bile, şunu öne süreceğim: Acıların, yenilgilerin, unutulmanın, kefaretinin peşindedir, onu aramaktadır ya da kefareti talep etmektedir: “ilham yoktu yoklukla ıralı dünyada/ emare yok! dil! yoktu/ yok kendime kefaret olacak tercüme” (Çalgın, s.36). Belirtildiği üzere, kişisel/bireysel dil ya da şikâyet yeterli değildir, yitirilen kamusalı ancak kamusal bir yanıt karşılayabilecektir. “buradayım, bana tayin edilen yerde” (s.31) diyen ve kendisine tayin edilen yerden memnun olmayan, “rahatta” bile “rahat değilken” (s.33) acıları ve yitirdikleri dolayısıyla “dışındaki dünyada” (s.33) olamayan ve bir türlü “tayin edildiği yeri bulamayan” (s.34) söyleyen, toplu bir yanıt beklemektedir ya da toptan bir af dileği. Bir bir açıklanan özgeçmişler (HFEA, ss.8794) özgönderimsel imgeler, ölenlerin, yitenlerin, unutulanların adlarının sayılışı, bu dünyasal unutuluşun kuntluğunu, sağırlığını kırabilmek içindir. Burada Horkheimer’e başvurulabilir: “Tanınmamış olmak ve karanlıkta ölmek acıdır. Bu karanlığı aydınlatmak, tarihsel araştırmanın onurudur” ( Bk: Alıntılayan M. Löwy: W. Benjamin: Yangın Alarmı, s.40, Çev: U. Uraz Aydın, Versus Yayınları, 2007) Kefaretin ön gerekliliklerinden biri ya da başlıcası, şimdi’nin olumlu içeriğini bilinçli olarak dışlayan, bu olumlu içeriği reddeden bir anımsama pratiği ya da anımsama motoriğidir. “Nizamlı”, disipline edilmiş bir “dünyaya” (s.32) ve yaşama girmek, katılmak için bile “nizamiye kapısından geçerek girmek zorunda” (s.32) bırakılan her ezilmiş, her unutulan, en küçük vesileyle de olsa anımsanmalı, yeri ve hakkı verilmeli, tanınmalıdır. Marc Auge’nin yorumunu tersinden okuyabiliriz: “Bireysel ve kolektif yaşamın en önemli kurmaca (Auge, sözcüğü tırnak içinde yazmaktadır [A.O]) işlemcisi” (Auge: Unutma Biçimleri, s.99, Çev: M. Sert, Om Yayınları, 1999) anımsamadır. Ama geçmişin ve şimdinin olumlu içeriğini dışlayan böylesine protestocu bir anımsama sürecinde bellek sorgulayıcı bir işlev yüklenir. Böyle bir durumda, tarihsel ya da öyküsel anlatılar genellikle mevcut durumu onaylamazlar. Özellikle ezilenlerin, yenilmişlerin koşullarında ve durumlarında. İçerik, ister istemez öfkeyle dolar. Kendilerini kışkırtmış, biçimlendirmiş olan geçmiş ya da şimdi, “geri getirilemez bir kahramanlık dönemi olarak değil, uğruna yaşanacak ve çalışılacak politik ve sosyal bir ütopya olarak görünür” (J.Assmann: Kültürel Bellek, s.82, Çev: A.Tekin, Ayrıntı Yay, 2000). “Çarşı izninin yanması” (Çalgın, s.32) korkusu içindeki söyleyene her şey hayaletimsi ya da hortlaksı gelmektedir: komut verenler de, alanlar da: “hatırlamadan olma hayalet” (s.31). Ezilenlerin, yitirmişlerin, unutulmuşların dünyası kederli, yaslı bir dünyadır: “kapalı tabuttu dünyanın içi” (s.29), kimsenin “gönlünün rahat edemeyeceği” (s.27) bir yerdir. Burada, yersiz görünse bile Derrida’yı anımsamakta yarar bulunuyor: “Yas” diye yazıyordu: “geri kalanları şimdi burda kılmaya, varlıkbilimselleştirmeye yeltenir hep, ilk başta da cesetlerin kimliğini ve ölülerin yerini saptamaya yeltenir hep” (J.Derrida, Marx’ın Hayaletleri, s.27, Çev: A.Tümertekin, Ayrıntı Yay, 2001). Hayalet, çoktan varlık kazanmıştır, burada, aramızda dolaşmaktadır. HFEA’daki özgeçmişlere bir göz atalım: “bir operasyonda gözaltına alındı. bir hafta sonra cesedi ailesine teslim edilmeden defnedildi. Otopsi raporu ailesine ve avukatlarına verilmedi” (s.87), “harp okulundan mezun. Şırnak ilçesine tayin edildiğinde teğmendi. pusuya düşürüldü, öldürüldü” (s.88), “afşin lisesi mezu ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 974 SAYFA 10
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle