25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Merdan Yanardağ, yanlışlanan kimi tahlilleri dışında, bir ABD projesi olan AKP’yi anlamamız ve önümüzdeki sürecin sorunlarını aşacak bir yorum kapasitesi edinmemiz için okunması gereken yararlı bir çalışma yapmış. SORUN ALANLARI Bu olumlu belirlemeleri yanında kitabın sorunlu alanlarına gelince; bunların başında 28 Şubat’a yüklenen, “Soğuk Savaşın bir ölçüde bitirilmesi” anlamı geliyor. Bu bağlamda “Devleti, köhnemiş ve artık ülkeyi taşıyamayan Soğuk Savaş zihniyetinden çıkararak, 21. yüzyılın ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırma” şeklinde nesnellikle örtüşmeyen açılımlar yapıyor. Oysa önceden emeğe, demokrasiye ve laik dinamiklere karşı beslenen İslamcılığın, 90’larda ölçüyü aşması üzerine, (yine aynı rejim adına) dizginlemesi ile karşı karşıyayız. Bu niteliğiyle 28 Şubat, kendi yarattığı canavarı iktidarsızlaştırıp AKP kimliğiyle reformasyona mecbur etme dışında, rejimin hak ve özgürlüklere karşı geleneksel refleksinde en küçük bir değişim yapmayacaktı. ‘Batı’ kavramının kitap boyunca emperyalizmle özdeş kullanılması da bir diğer sorun. Oysa Batı’nın, emperyalist egemenleri yanında aydınlanma, hümanizm, demokrasi, laiklik ve sosyalizmi de içerdiğini özellikle laiklerin unutma lüksü yok. Buna karşı Doğu, bu değerlerin oluşmadığı bir otorite ve dinselliği içermektedir. Dolayısıyla Batı gibi Doğu kavramının da bir coğrafya değil, bir medeniyet algısı olduğu ve Batı’ya egemen emperyalizme karşı ancak bu değerlerle mücadele edebileceğimiz gerçeğini, AKP’nin güç tazelediği günümüzde daha da netleştirmek zorundayız. Türkiye’yi olduğu yerden daha da geriye çekmeye çalışan ABD misyonunun, AB için de geçerli olduğu yargısı da bir diğer sorun alanı. Böylesi yaklaşımların ortak paydası olan Avrasya seçeneği Yanardağ’ın da vizyonu olarak belirginleşiyor ki; böylesi bir seçenekte, bırakalım sosyalizmi, demokrasi bile yeşertilemeyecektir. Bu noktada söylemeye gerek yok ki, laiklik ve demokrasi gibi sosyalizm de esasen iç dinamiğin ürünü olabilir; ancak bu gerçek, dış dinamiklerin rolünü önemsizleştirmez. Nitekim kitap boyunca ABD’nin anti demokratik ve anti laik etkisini okuyoruz. Üstelik bu etki, Yanardağ’ın da işaret ettiği gibi bizi bir Ortadoğu ülkesi haline getiren ılımlı İslamcı bir tahkimat yapıyor. Oysa AB vizyonu, 25 yıldır iç dinamiklerle dokunamadığımız 12 Eylül hukukunun burjuva demokratik bir hukuka doğru revizyonunu zorlayan temel dinamik olmuştur. Gerçi son dönemde AB içinde yükselen dincimilliyetçi Hıristiyandemokrasiler, Türkiye’nin tam üyelik hakkını askıya almaktadır. Ancak bu konjonktürel etki, orta vadede ve elbette Türkiye’nin demokratik laik kurumsallaşması oranında aşılabilir ve bizzat Türkiye’nin çıkarları açısından aşılmak zorundadır. Uluslararası ilişkilere sadece milletler kategorisinden bakan iddiaların aksine realite, her ulusun ilerici sosyal dinamikleri yanında gerici antisosyal dinamikleri olduğunu ve bu dinamiklerin, aynı ulustan rakiplerine karşı birbirleriyle doğal dost olduğunu göstermektedir. Millilik kavramını istismar eden egemenlerin Kore’ye asker göndermekten Kültür Sarayı’nı yakmaya, 24 Ocak kararlarından 12 Eylül darbesine kadar kendi halkına karşı acımasız politikalar uyguladıkları gerçeği, yeni muhalefet anlayışına yaşamsal gereksinim olan günümüzde özellikle anımsanmalı. Dolayısıyla bir ABD projesi olan AKP’ye karşı doğru bir muhalefet, kendini halkın hak ve özgürlükleri temelinde kurarken, dıştan gelebilecek pozitif etkiler karşısında da komplekssiz bir tutum takınmak zorunda. Bu noktada yapıları gereği ABD’nin ılımlı İslamcı, Avrasya’nın ise anti demokratik etkisine karşın AB entegrasyonunun demokratikleştirici ve laikleştirici etkisi açık. Bu anlamda (AB’den gelen tek tek olumsuzluklara değil ama) bir bütün olarak AB’ye karşıtlığın, statükoyu güçlendirmek dışında hiçbir değer üretmediği de özellikle belirlenmeli. ? KİTAP SAYI 911 S eçimin ardından AKP’yi düşünmenin önemi daha da büyüdü. “Bir ABD Projesi Olarak AKP” adlı kitabı (Merdan Yanardağ, Siyah Beyaz Yayınevi), AKP’nin şahsında seçimi asıl kazanan gücün ABD olduğu bilinciyle okudum. İsminin yaratabileceği izlenime rağmen ajitasyon düzlemine düşmemiş, katılmadığımız yorumlarıyla da bizi tartıştıran dikkate değer bir çalışma hazırlamış Yanardağ. Egemen medya ve liberallerin unutturmaya çalıştığı gerçeği, yani AKP’nin bir ABD projesi olduğu gerçeğini belirginleştirmiş. Kuşkusuz “AKP’nin rezervlerini tüketmeye başladığı ve yürüdüğü yolun sonuna yaklaştığı anlaşılıyor” gibi zamana dayanamamış kimi sorunlu saptamaları da var. Dahası “2006 yılındaki gelişmelere bakıldığında, ABD’nin gerilimli bir ilişki sürdürdüğü AKP ile mesafesini açmaya başladığı, ‘ılımlı İslam’ siyasetini gözden geçirdiği ve hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de yeni bir alternatif arayışına girdiği gözleniyor” diye de sürdürmüş bu yanlışları. Belli ki, 2006 yılında ABD basınında çıkan AKP’ye yönelik eleştirel yazılara fazla bir değer biçmiş. Nitekim “ABD AKP’yi gözden çıkardı mı?” sorusunu, rezervli de olsa “ABD kısa vadede yeniden AKP ile çalışmaya karar verdi, ancak orta ya da uzun vadede bir alternatif arayışına girdi” şeklinde yanıtlamış. Oysa söz konusu o eleştirileri, İslamcı geçmişinden gelen bazı fevriliklere karşı AKP’yi hizaya sokma baskısı olarak okumak gerekirdi. Ilımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi değişmediği müddetçe ABD’nin, AKP gibi çok ama çok işlevsel bir aracı asla gözden çıkarması düşünülemez. Bununla birlikte kitap, böylesi yüzeysel saptamaları önemsizleştiren sağlamlıkta tahlillere sahip: “AKP, Washington tarafından geliştirilen ve merkezinde ‘ılımlı İslam’ siyasetinin bulunduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin stratejik bir ürünüdür. Doğu’nun kalbine sokulmuş bir Truva Atı’dır AKP. Kısaca ‘neocon’ denilen ve ABD’ye yön veren yenimuhafazakârların geliştirdiği ‘imparatorluk’ siyasetinin İslam dünyasındaki taşıyıcı unsurlarından biridir.” Erdoğan AYDIN Kritik Bir ABD Projesi Olarak AKP hukuk arasında bir yer olduğunu vurgulamış. “ABD’yi yönetenler, Türkiye’nin sahip olduğu laik düzen nedeniyle İslam dünyasından, onları etkilemeyecek kadar uzaklaştığını, bu nedenle Cumhuriyetin ve laiklik ilkesinin yeniden tanımlanarak ılımlı İslami bir yoruma kavuşturulması gerektiğini düşünüyor. Bu anlayış AKP kurmayları tarafından sahipleniliyor.” Dikkat edilirse burada kaba şeriatçı yönelimden farklı bir AKP tablosu var ve realite de budur. Doğru teşhis doğru önlemin önkoşuludur. Abartılar ise sadece panik nedeni olabilir, ki bu da halkın iknası açısından işlevsel değil. AKP programın niteliğine gelince; “bu model, ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu’yu düzenlemek ve Washington’un küresel egemenliğine dünyanın kalbi olan bu bölgeden rıza/onay üretmek amacıyla geliştirdiği ‘ılımlı İslam’ projesiyle hemen hemen aynı şey. İşte bu zemin ‘muhafazakâr demokratlar’ ile Amerikan yenimuhafazakârlığının buluşma zeminidir” diyor ve bu kapsamda AKP’nin yeni liberal niteliğine işaret ediyor. Bu saptamanın önemi, laiklik mücadelesinin sosyal devlet mücadelesinden koparılamaz niteliğini belirginleştirmesidir. Laiklik eksenli siyasetin son seçimdeki ağır yenilgisi, işte bu gerçeği kavrayamamasından, dolayısıyla AKP liberalizmine, sosyal alanı sadaka ve dinsel söylemle manipüle edebilme olanağı sağlamasındandır. Sonuçta laiklik, yoksullar nezdinde demokrasi ve sosyal hak mücadelesiyle ilgisiz, seçkinlere ait bir sorun olarak algılanır hale gelmiştir. Egemen siyasal yapının Soğuk Savaş sonrası değişme zorunluluğu da işte bu ortamda gerçekleşiyordu. Türkiye demokrasinin gerçek dinamiklerini öldürüp İslamcıları büyüttüğü ve İslamcılar da 11 Eylül sonrası BOP projesiyle örtüştüğü için değişim ılımlı İslam yönünde gerçekleşiyordu. Bu ortamda koşullandırma ve kısıtlamalarla belirlenen ‘demokrasi’ oyunu da, İslamcıların değirmenine su taşıyacaktı. Bu noktada Türk ordusu BOP’a karşı mı sorusuyla da yüzleşmek gerek; ki Yanardağ’ın yanıtı nesnel: “TSK’nin koyduğu rezervlerden hareketle, askerlerin BOP’a karşı çıktığı sanılmamalı. Silahlı Kuvvetler sadece Türkiye’ye biçilen role, ‘ılımlı İslam’ stratejisine karşı çıkıyor, BOP’a değil.” Nitekim İlker Başbuğ’un açıklamaları, “aslında TSK komuta kademesinin eğilimini dile getiriyor ve ‘BOP olsun ama laiklik temelinde uygulansın’ demek istiyordu.” “Ancak uygulanıp uygulanamayacağı bir yana, bu konudaki kararın çoktan verildiği biliniyor. Daha da önemlisi bu proje AKP’nin işine geliyor. AKP ABD’nin yürüttüğü ılımlı İslam stratejisini, Türkiye’deki geleneksel iktidar blokunun bileşimini değiştirecek bir imkân olarak değerlendiriyor. Bunun anlamı, ordunun ve laik elitin bu blok dışına itilmesi oluyor. Ayrıca AKP iktidarının ilk yılında, bu projenin Türkiye’de düşük yoğunluklu bir İslamizasyona yol açacağını görüyor ve bu nedenle geleneksel siyasal hedefleriyle örtüşen bu stratejiyi ‘tarihsel bir fırsat’ olarak kullanmak istiyor” 22 Temmuz seçimleri, AKP’nin bu konudaki şansı yanında başarısına işaret ediyor. Ancak muhalefetin onunla aynı zeminde (ABD ve NATO’yla birlikte anti sosyal ve anti demokratik tahakküm düzenini savunarak) yapılıyor olması da kendisine ek bir avantaj sağlıyordu. Bugün daha da netleşmiştir ki, yurttaşlarının meşru sosyal hakları ve kimlik talepleriyle barışmayan, onların siyaset alanında savunucusu olmayan hiçbir muhalefetin AKP karşısında başarı şansı olmayacaktır. MUHALEFETİN YÖNÜ Soğuk Savaş ve özellikle 12 Eylül’de izlenen yoksulların din ile kontrolü politikası, dinsel hegemonyayı arttırmakla kalmamış, bir müddet sonra dinsel siyasetin yoksulluğu rejime karşı istismar etmesi için de geniş bir alan yaratmıştır. AKP NEYİ HEDEFLİYOR? Kitabın bir diğer saptaması da AKP İslamcılığının niteliğine ilişkin: “AKP Türkiye’yi katı bir şeriat ülkesi haline getiremeyeceğini görüyor. Dahası bu amacı terk etmiş görünüyor. Zaten geleneksel İslami hareketten de bu nedenle koptuğu söylenebilir. Diğer yandan Batı ve küresel sermaye ile entegrasyon arayışında olan muhafazakâr yeni burjuvazinin şeriat talebi olmadığını kaydetmek gerek. Düşük yoğunluklu bir İslamizasyon bu kesimleri tatmin edecek görünüyor” Yanardağ bu noktada haklı olarak, Türkiye’nin önündeki riskin İran ya da Suudi Arabistan olmak değil, ama onlardan asla daha iyi olmayan “Pakistan Malezya veya Endonezya haline getirilmek” olduğuna işaret ediyor. Kuşkusuz, bunu ehveni şer olarak kabullenelim çizgisindeki liberallerden köklü bir farklılığa sahip. Ilımlı İslam ve BOP çerçevesinde Türkiye’nin varacağı yerin, Cumhuriyetin başlangıç ilkelerini demokrasi yönünde ilerletmenin aksine, bunlarla İslami SAYFA 24 Merdan Yanardağ CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle