09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Özdemir İnce'den 'Magma ve Kör Saat' ‘ne bana ne kendime’ MilasÖren Belediyesi'nin verdiği Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü bu yıl Özdemir İnce'ye verildi. Özdemir İnce'yi kutluyor ve 'Magma ve Kör Saat' adlı kitabı ile ilgili bir yazı sunuyoruz. ? Celâl SOYCAN Son dönemde Türk şiirine ilişkin kuramsal yazıların odağında bir sorun dikkat çekmektedir: Şiirin varlık koşulu nedir; ya da şairi şiir yazmaya yönlendiren öznel süreç nasıl işler, işlemektedir? Gereğince üzerinde oyalanmadığımız bu sorun, ilk okumada belirmese de, şiirin neredeyse bütün poetik gövdesini enine keser: Şiirin düz anlamda Dil'e gelme düzeyi dahil, anlamlandırma, alımla(n)ma, şiirsel yapı/bütünlük, imgesel düzenek, sanatsal gerçeklik ve bunun doğrulanması gibi başlıklar, temelde şairin Dil'i hangi saiklerle şiirsel söyleme/ biçime doğru kırdığı sorununa ilişmektedir. Konunun kendiliğinden daha geniş dolayımları içerdiği de açık: Felsefe, mitoloji, kutsallıklar, bilinçdışı yapılanmalar vd… 1/ Büyük şiire/ şaire dönük her dikkatli 2/ okuma, hemen bütün poetik sorunlar yanında, bir başına şiirin varlık sorunsalının da incelenebilmesi için olanaktır. Hele üzerinde çalıştığınız bir şiir/ şair varsa, olmuşsa… Ben, Özdemir İnce şiirini ve bu şiirin öznel/ nesnel içerimlerini çözümleme çalışmalarımda (Mevsimsiz Bir Şair: Özdemir İnce, Dünya Kitapları, 2005), elbette kendi şiirimle olan karmaşık deneyimimi de sırtlanarak, hep bir “Varlık ve Varoluş” odağına çökelen “Yaşantı ve Bilinç İçeriği” kavramlarını önemli bir açkı olarak kullandım. Yapıtın kendi biricikliğinde kendi gerçekliğini yine kendinde işaret ettiğini, dahası yapısalcı çözümlemenin alımlama ufkumuza neler kazandırdığını söylemek bile fazla. Ama yukarda öne çıkardığım sorun kendi başına ve özel kavramlarla, belki diğer disiplinlerden de yardım alarak konuşulabilir, konuşulmalıdır; bu elbette kısmen spekülatif bir akıl yürütmeyi ön gerektirir. Özdemir İnce şiirinde en baştan beri zonklayan ama özellikle Mani Hayy (bir ân artık ben olmayacak bana / belki bir kez daha ben olacak bana) , Ot Hızı (İzin istemem gerekmez: / Geldim, gördü herkes,/ gidiyorum, gördüler. / istenirse, görmesinler!) ve Keskindoreke Fındınfalava (Savaş yıkıntıları arasında eski kentin, sel yataklarında / gölgem beni aramakta, asî ve yılgın, ben gölgemi...) hattında koyulaşan bir “Varlık ve Zaman” sorunsalı vardır. Sorunsalı adlandırırken elbette aklımda Heidegger ve onun belalı eseri var! olan, sonramda da sürecek olan nesnel bir olgu; maddiliği ve süreçselliği bana dışsal. Onu, onunla temas edebildiğim kadar bilirim ve kendimi onunla sürtüşerek biçimlerim. Bu ilişkide, temellük ettiğim “içsel süreç”in asıllığını fark ederim ve özne/nesne ikiliği üzerinde işleyen Hayat'ın varlıkta Hiç'liğin barınmasına izin vermediğini deneyimlerim. Oysa Hiç'liğe bulaşma endişesi Yaşantı'ya içkindir ve bu içkinlikte varlık tesellisiz sürer. Ötekiler'den ayrı bir içeriğe sıvalıyım ve Levinas'cı söyleyişle, onlarla ancak yüz yüze olabilirim. Şair Hayat'ın kamusallığıyla Yaşantı'nın tekilliği arasındaki gerilimi doğrudan Dil'de deneyimler, oradan yüklenir. Hayat'ın kendi bütünlüğü adına Dil'de sabitlediği hiçbir şey, Yaşantı'ya açıklık getirmez. Oysa şiir en azından şairine muhtaç bir yalnızlık oluşuyla ve bu yalnızlığı anlama/ anlamlandırma arzusuyla Dil'i örter ve onu bir hakikat noktasına doğru gerer. (Heidegger de nazarî / Dışsal bilişin yetersizliğini aşmak üzere “…için oluş”un kavranabilmesini, bunun için yetersiz de olsa, praksisin altını çizer. Böylece insanî eylemliliğin toplamı halinde bir kendiliğin şiirde maddeleştiğini sezdirir.) Özdemir İnce'nin son şiir 4/ kitabı Magma ve Kör Saat (Kırmızı Yay. 2007) üzerinden sürdürmeye çalışayım: Şair, dikkat çekecek ölçüde Mani Hayy şiirleriyle, şairin kendi varlığındaki süreçselliğin kesintiye uğra(tıl)dığı bir deneyimi izlek edinir: Kendisiyle gerçeklik arasındaki çatlağı özbilinçle doldurur ve zaman/ mekân ikiliğini dağıtarak, şaşırtıcı elemanların birliği üzerinden şiirsel/ varlıksal bütünlüğe meyleder. (Özdemir İnce'nin bundan sonraki biçimleme anlayışını doğrudan Analitik/ Hermetik Kübizmin düşünselliği içinden okumak doğru olur.) Ot Hızı ise, özne/nesne ikiliğini iptal eden bir töz dönüşümünü dilimizde biçimleyen bir başyapıttır. Keskindoreke Fındınfalava'da bu kez zamanın süreçsel/ çizgisel (lineer) algılanışını bozan bir yaşantı içeriği öne çıkar. Magma ve Kör Saat ise, biçim ve biçem olarak bu üç yapıtı soğuran ve şairin bütün dil ve duyarlık özelliklerini uç noktada damıtan bir toplam. Bu şiirler, varlıkla girilen duyusal/düşünsel ilişkileri ve orada “yaşantı içeriği” halinde beliren zaman algısını alabildiğine tikelleştirir. Dil'e yerleşen tikel algı ise sabitlenmez ve yukarıda altı çizilen Heidegger alıntısında söylendiği üzere “dile getirilemez olanı da dile getirilemez olarak dünyaya sunar.” Sallantıda bırakılan algı toplamı, şiirsel söyleme imgeler ve sözcük ilintileriyle ve parlak derin yapılanmalarla yerleşir. Özdemir İnce'nin tâ baştan beri modernist epistemi sorunlaştırdığını, özel olarak da varlıkla ve kendi varlık ilintileriyle temasında modernizmin düalist kurgusunu çözündürdüğünü biliyoruz. Zamanın verili algılanışını dönüştürmek ve onu doğaya iade etmek üzere geçmişi, geleceği ve şimdiyi iç içe ve birbirini kapsar halde örtünür. Bu so runlaştırma sonucunda insanı ilk hallerine ve kutsalın içine doğru büker. Tam ve kesin olmayan her şeyin ve hiçbir şeyin gerçeğini Dil'de vaat eder. “Dile getirilemez olarak” sunmak da, elbette derin suskular, sözcük ketlenmeleri ve yazım imleriyle sağlanır. Şiirlerdeki dize boşluklarından sonra tek sözcükle kurulan dizeler, ilk kez bu kitapta dikkat çekecek ölçüde. Örneğin tek şiirde üç ayrı dize halinde, imiş! /../kadınlar. /../ olmasın (sh.40) sözcükleri kullanılmış; başka bir şiirde “Dir!” hecesi bağımsız bir dize oluşturmuş (sh.60). Çünkü: Kendinden da askıdadır. Kesinlenen oluş, bir soru imiyle sallantılı hale gelir, zaman kipleri birbirine dolanır ve şair bunca devinimi, özlediği kadın tanımıyla durdurur: otursun ve dünyaya baksınGerçekliğin değil de, sanki içrek bir “hakikat”in sorusuna evriliyor şiir; ürkek fısıltılarla “bir başkası” olarak dünyaya talipken ve dünyayı “bir ben” olarak işaretlerken: şimdi ne ben, ne öteki, ne dünya! artık tanımıyor beni/ genç gölgelerim. /../ kendime/ kendi kendine. /../ Bana sorma, dedim/ birine, ne bana / ne de kendime: /../ Hızlı mı, hızlandı mı/ zaman, kül ve tozun zamanı,/ yavaş mı, yavaşladı mı? (sh. 79) Özdemir İnce şiirinin belirgin biçim 6/ özelliklerinden birinin, düzyazısal söyleyişe yakınlık olduğunu anımsayalım. Şiirin monolojik yapısına aykırı düşmeden bu olanağa el atmanın tehlikesi açık: Şiirsel söylemde düzyazısal kurgu, sözün gösterge düzeneğini bile iptal edecek ölçüde saydamlaşabilir. Bunu önlemek üzere, kurgudaki alımlama odağını/ odaklarını kaydırmak gerekir. Bunun için Magritte resimlerini düşünelim: Gerçek, kendi temsilinden şüpheye düşürecek ölçüde gerçektir ve kurgusal etki salt bu nedenle ilk bakışta sallanır. Magritte bu ölümcül sınırı aşmak üzere, tuvaldeki bir imgenin mekân bağıntısını tereddütte bırakır ve böylece bakışın odağını parçalar. Sonuçta resim kendi plastik göndergelerine döner ve alımlayıcıya açık uçlu bir okuma sunar. Özdemir İnce'de bu işleyişin şiirsel karşılığı hep sezinlenmiştir ama bu kitapta kristalleşerek öne çıkmaktadır: Pencereyi açıyorsun: Duvar/ Karar veremiyorsun gerçek duvar mı Kesme taş, kerpiç / ya da tuğla olabilir yoksa duvar resmi mi çuval dokuma / tuval üzerine yağlı boya? (sh.27) (Okura ve şaire not: Magma ve Kör Saat üzerine çalışırken, şiirlerdeki yapısal bir özelliğin Magritte resimleriyle bakışımlı olduğunu not etmiştim; sonraki şiirlerin birinde beni bekleyen sürprizden elbette habersizdim: sh. 33'teki şiirden iki dize: Keten bezi, kaput bezi ile sarmalı Terazi Tanrıçası'nın / başını Magritte'in resimleri gibi Özdemir İnce şiiri hiçbir döneminde 7/ tek odaklı bir semantiğe bağlanmamıştır. Bunun yalnızca, yukarıda değindiğim üzere, modernist epistemin en zayıf halkası olan düalitenin çözündürülmesiyle değil, daha ötede, bilginin kendisinin dizgisel/dizgesel işleyişinin sorunlaştırılmasıyla elde edildiği söylenmelidir. Varoluşa kendi dönüşümsel zamanı içinden etkiyen, varlık/ yokluk dışı bir Dil'le örtülü her şey. Örneğin şu çarpıcı şiirdeki Varlık ve Zaman kavrayışının altını çiziyorum: Bir köpek sesi duruyor, / tutsak, bir milyon yıldır,/ bazalt kayanın içinde./../ bir düğme yapıyorum onu/ pamuk gömleğimin yakasına/ yaşatmak için Araçsallaşmış bir dünyadan kopan söz, Hayat'ı ve Yaşantı'yı sürekli arızalandırarak “varolanın kendi varlığına açılmasını “ sağlar; böylece verili aklın tahakkümünü aşar. Ne diyordu Heidegger: “Akıl düşüncenin en inatçı düşmanıdır.” Öyleyse Özdemir İnce'nin Magma ve Kör Saat'i için son söz niyetine şu söylenmelidir: Her büyük şiirde olduğu gibi, bu şiirlerle, aklın ketlediği doğa yeniden insana iade edilmiştir; dünya, bakılan bir yer olarak işaretlenmiş ve yaşantıya sürtünemeyeceği bir mesafeye alınmıştır. Biz de oradan ve buradan, Türkçemin bu büyük işçisinin bize armağan ettiği teselliye sessizce katılalım: “ne bana ne kendime.” ? Magma ve Kör Saat/ Özdemir İnce/ Kırmızı Yayınları/ 96 s. KİTAP SAYI 911 ha büyük bir bedendir sessizlik! Bu kitapta ünlem iminin çok tercih edildiğine de tanığız. Kurgulanmış nesne çözülür 5/ ve sabit bir tözü koruyamaz; oysa doğadaki şeyler parçalanır ve her durumda tözünü korur. Maurice MerleauPonty: “İnsana ait olan nesneler, araçlar dünyanın üzerine iliştirilmiş gibi durur; oysa şeyler insana yabancı bir doğanın zeminine kök salmışlardır” derken, Marx'çıl yabancılaşmadan çok daha dramatik, ontik bir yabancılaşmanın altını çizer. Kurgulanmış nesnelerle varlık ve bilinç bu yabancılığı doğrudan Hayat halinde deneyimler. Yaşantı bu deneyimi özbilince varmanın bir olanağı olarak kullanabilir mi? Magma ve Kör Saat sıklıkla bu sorunsal üzerinde oyalanır. Eşyayı ve varlığı adından sıyırıp “kendi” doğasına alır, bu nedenle fiil ve zemin 3/ Heidegger'den anımsayalım: “Şiir yazma, sanatın özü olarak, Varolanın açıklığının söz söyleyişidir, dile gelişidir. Tasarlayan/ imgeleyen Söyleyiş, yani şiir, dile getirilebilir olanın hazırlığı içinde, dile getirilemez olanı da dile getirilemez olarak dünyaya sunan (abç. CS) söyleyiştir.” Bu noktada Hayat ve Yaşantı ayrımı yol açıcı olabilir (Buna benzer bir ayrım üzerinde, Orhan Koçak'ı kaynak göstererek çalışan İskender Savaşır'ın önemli bir yazısı için: Defter, Bahar 1995, sayı 23): Hayat, benim içinde doğduğum, öncemde var SAYFA 10 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle