09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Necati Tosuner’in son öykü kitabı, şiirsel incelikleri olan 80 sayfalık bir kitapçık “Yakamoz Avına Çıkmak”. Ama o kadarcık değil. İçimizde yankılanan bir ses var o kitapta, yankılanarak çoğalan bir ses. özelliği gösteren geniş öyküsü, sevi ilişkisini de aşan bir sorumlulukla evlilik kurumuna bakıyor. İki ayrı kişi evlenince tek bir kişilik haline gelebilir mi? Evliliklerin katlanılmaz bir yük haline gelişi ilişkilerin kopmasına yol açmıyor mu? Ne diyordu Necati Tosuner? Y alnızlığına çekilmek, anı kırıntılarıyla yetinmek, insan ilişkilerindeki sonsuzluğa şiirli bir dille bakmak... Necati Tosuner’in öykü gerçeğine böyle sözlerle yaklaşmanın yeterli olmayacağını bilmez değilim. Ama bu sözlerin açımlanması, onu, edebiyatın sınır bölgesi belirsizliğinden çıkaracaktır. Necmiye Alpay eleştiriden denemeye uzanan çizgide yaratıcı görünmeyen nice uğraş alanını edebiyatın sınır bölgesinde bir yere yakıştırıyor (VARLIK, Edebiyat ve Yadırgı, Temmuz 2007). Necati Tosuner’in öyküye bakışındaki şiirli dil, yazıyı ozansılıktan kurtarmakta, içimizde sürüp giden bir yoğunluk kazanmaktadır. Bunayan annesinin acısını dindirmeyi yağmura sığınmakta bulan insanın öyküsünde aramalı o şiirli dili (Acı Yağmur); kendinden gizlenmek isteyen insanın yalnızlığında (Gözlem), ölümü denemeyi bilememekte (Belkili), daha nice belirsiz ayrıntıda... Behçet Necatigil yaşamanın herhangi bir yerinde; yolda yürürken, otobüste bir yere giderken, Beşiktaş Parkı’nda denize dalarken aklına geliveren dizeleri bir sigara paketinin arkasına yazarmış. Yazmak bir oyalanma mıdır, yaşamayı içinden kavramak mı? Necati Tosuner’in “Ceket Cebi”nde yazılı kağıtlar var: “Küçük küçük kâğıtlara büyük büyük öğütler yazıyorum. Katlıyorum güzel güzel. Yeniden.. yeniden katlıyorum, sonra dolduruyorum cebime.” Anlık bir duyarlığı sezdiren şiirin bile bir öyküsü var. “Yaşanılmışın sevinci”ni, “yitirilmişin üzüncü”nü anlatan bir öyküsü. İçlerindeki sessizliği dinleyip deniz kıyısında yan yana oturan iki sevgili, birlikteliğin gizleri içindeydiler: “Sonra kalkıldı, biraz yüründü. ‘Yarın yine seninle...’ dedi genç adam, durdu. Genç kız da durdu. ‘Böyle yakamoz avına çıkalım mı?’ Kızın yüzünde küçücük bir gülücük oldu.” Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler Yakamoz Avı Necati Tosuner “Her şeyin bir gün sona ereceği, bizi bugünden üzünçlere atmıyor olabilir. Ayrıca, her şeyin sona ermesinden daha ürkünç olanı var: Sona eremeyişi... Yok, kime ‘muhtaç’ olacağını önceden bilmek.. sanki neyi değiştirir ki.” Sıradan evliliklerde yaşamayı kanıksamış insanların duyarsızlığı var. Bir sevi ilişkisini diri tutarak yaşamaya alışmak kolay değil. Bir sardunyanın bakım istemesi gibi küçük şeyler düşlem gücümüzü geliştirebilir, belki de yaşamanın anlamı haline gelir. O zaman “Yakamoz Avı”, evliliği bile kurtaran bir düş oyunu sayılır. YAŞAMANIN ANLAMI Necati Tosuner’in son öykü kitabı, şiirsel incelikleri olan 80 sayfalık bir kitapçık (YAKAMOZ AVINA ÇIKMAK, Kanat Yayınları 2007). Ama o kadarcık değil. İçimizde yankılanan bir ses var o kitapta, yankılanarak çoğalan bir ses. Vedat Günyol’un ölümü üzerine söyledikleri şöyle: “Direncinden direnç çoğaltan bir adam. Sevgisini.. bilgisini.. görgüsünü.. nesi varsa hepsini çevresiyle, herkesle paylaşan bir adam.” Peki, Necati Tosuner neleri paylaşıyor bizimle? Dilin gizlerine varan usta bir öykücünün söylemediklerini de seziyorsunuz. Hep, ”yaşamanın anlamına varmak” diye bir aldatmacanın içindeyizdir. Bunun bir gerçek yanı varsa Necati Tosuner’in öykülerindeki ayrıntılarda gizlidir. Çünkü o, görünmeyeni görmenin ustasıdır. Siyasetin sesi yüksek çıkınca yalana inanmak kolaylaşır. Bir deprem siler süpürün yerin üstünü. Ölümü hiç aklına getirmeyen insanlar yok olur. Necati Tosuner geride kalanları bir çocuğun çizdiği çadırda toplayıp, “yakamoz avı”nda yaşamanın anlamını fısıldıyor onlara. Gerisi kocaman bir yalan: “Bir çadır çiz, çocuk! Erdemli olsun. İnsanlardan utanmayı.. kendinden utanmayı bilsin. Hırsız olmasın, arsız olmasın. Bir çadır çiz, çocuk! Vicdanlı olsun. Ete batan kıymıktan korksun. Bencil olmasın, sevmeyi bilsin. Bir çadır çiz, çocuk! Yağmur yağarsa yağsın. Dışarıda yağsın. Güzel yağsın. Bir çadır çöz, çocuk! Kar yağarsa yağsın. Kardan adam olsun. Gözleri ağlamasın, gülsün. Bir çadır çiz, çocuk! Erik ağacı olsun. Eriği tüm çocuklara yetsin. Kardeşlik olsun. Bir çadır çiz, çocuk! Okul olsun, oyun olsun. Ders olsun. Üzünç olmasın. Sevinç olsun.” ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. bekletmesini bilmiş” diyordu. Ben de “Öyküde Görünmeyeni Görmek” yazımda bu bekleyişi şöyle yorumluyordum: “Sandalyenin insan bekleyişi, dolaylı bir anlatımla, insanın yalnızlığını, bir dosta duyduğu özlemin getirdiği iç sıkıntısını anımsatıyor.” Necati Tosuner “Dört Ayrı Günün Çok Kısa Öyküsü”ne şöyle giriyor: “Gözlerimi kapayınca gördüğüm, sen. Gözlerimi açınca karşımda durup duran boş sandalye. Tekil fincan masada.” Sandalyedeki gölge sardunyanın eksilen toprağına, susuz kalışına ilgi gösterilsin istiyor. Oysa adam kendi yalnızlığı içinde eksilmektedir. Sandalyedeki gölge asıl ona ilgi göstermelidir. Bir sardunyanın yaşamaya direnişine önem veren gölge, insanın nasıl bir direnme içinde olduğunu ne zaman anlayacak? Yozlaşan bir ilişkiyi iyileştirmeye çalışmak için direnmenin ne anlamı var? Ama ilişkilerdeki yapaylığa bakılır da, çoktan sona ermiş bir ilişkiyi sürükleyip durmanın anlamsızlığına akıl erdirilemez. Gene de titrek bir umut ışığı vardır. Anılara sığınan insan tutunacak bir dal arar. “YAKAMOZ AVINA ÇIKMAK” Öyküde sezilmeyen ayrıntıları görmenin önemini belirten bir yazımda diyordum ki: “İnce bir yaşama diliminde öyle ayrıntılar var ki, bunlar gerçeğin görünmez yüzüdür. Bir öykü yazarını ilgilendiren ayrımına varamadığımız o ayrıntılardır. Bir bakışın, bir duruşun ruhsal derinliğine inmek, öykü gerçeğini orada aramak gerekecektir” (VARLIK, Boş Zamanlar, Öyküde Görünmeyeni Görmek, Temmuz 2007). Geceleyin denizin kıpırtısındaki ışıltısının gizlerine dalmak, dalıyor görünürken kendimizi dinlemek “Yakamoz Avına Çıkmak” anlamına mı gelecektir? “Yakamoz Avına Çıkmak”, düşlerimizi, yaşadığımız zamana yakıştırmak anlamına gelmeli. Necati Tosuner öyküde görünmeyeni görmenin ustasıdır. Bir boş sandalyenin duruşunu anlatan Sait Faik, “Onu yapan sandalyeci yaman adammış doğrusu. Sandalyeye adam SAYFA 22 YENİLGİLERDEN GEÇMEK “Bizi güçlü kılan yenilgilerdir” diyen bilge bilmediğimiz bir gerçeği göstermek istese de, bu sözdeki avunma payından yararlanmaya çalışırız. Hangi insan yenilgilerden geçmiyor ki! Hangimiz içimizdeki eksik insanla savaşımda değiliz ki! Dağlarda ateş yakmaya benzer bu yenilgi. Ateşin “söndüm olmasını sevmek” kendiyle barışan insanın, içindeki yaralıyı iyileştirmesi anlamına gelmeli. Sen, kendi engelini aşıp denizden gelen adamı kurtarırken, bütün umutlarını tüketip yalnızlığa çekilmiş olmayacak mısın? Yıllar sonra bir kıyıdan uzaklara dalan o adam nasıl bir adamdı? “Umutlanmanın boşa umutlanmakla sonuçlanacağını bilen, yine de umutlanmayı kendine hiç yasaklamamış olan; oysa, umutlara kolayca kapılma yaşamını da geride bırakmış olan bir adam...” (Alanya’da Bir Kıyıda). Necati Tosuner yenilgilerden mi bakıyor insana, yalnızlığın yakınında bir yerden mi? Hayır, Necati Tosuner dilin içinden bakıyor yaşamanın akışına, o akışın içinde savrulan insanlara. “Yüreklerimizde deprem sonrası” nasıl bir yıkılmışlık içinde olursak olalım, “Ne güzel öğrencilerim vardı benim!” diyen bir kadın, “Ben seninleyim” diyebiliyorsa umut var demektir. “Camın kıyısından bıçak gibi bir ince soğuk geliyordu.” “Yüzlerimizden kuşların gölgesi geçiyordu.” Ne güzel! Umudun yeşermesi gibi bir güzellik var bu sözlerde (Gölgeler). Necati Tosuner yaşamanın akışını görünmeyen ayrıntılarda tanımanın ustasıdır. Abartılmış bir duyarlığı kullanmak ne kolaydır! Bir kadının sığınmasını parıltılı sözcüklerle anlatmak da var. “Ben seninleyim” sözünde; açıklanması zor, biraz alışkanlığın, biraz eski kırgınlıkların yükünü taşıyan bir birliktelik sezmeliyiz. Necati Tosuner birlikte olmanın koşullarını açıklamak istemiyor. O birliktelik biraz kadının, biraz öykü yazarının, biraz da bizim yorumlarımıza kalıyor. İSTASYONDA İki kız kardeş İstanbul’a giderek treni beklerken yaşadıkları zamanı değerlendirmeye çalışırlar. Bilge kırkına gelmiştir. Ablası Sevgi iki kızını evlendirdiği halde Bilge’nin kısmeti açılmamıştır. Kişilikli olmak, sorumluluğunun bilincinde olmak, evliliği bir serüven gibi görmeye engeldir. Alman eşi; Ayhan’ı da, oğlu Deniz’i de bırakıp Arjantin’e gitmiştir. Bilge’yi nasıl bir “Gelecek” bekliyor? Deniz’le uyum sağlayıp onu geleceğe hazırlayabilecek, Ayhan’la yaşamasını bütünleştirebilecek midir? Necati Tosuner’in bir romana giriş MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 911
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle