04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“Türkolojinin Öyküsü’nü anlamak için dilin gücünü bilmek gerekiyor. Çünkü Cumhuriyet Devrimleri dil temeline dayanır. Eninde sonunda edebiyat dili işleme hüneridir. “Türkolojinin Öyküsü” dili yeniden yaratmanın, edebiyata çok yönlü bakmanın gizlerini öğreten bir kitap. Bilmem o koşulları yaşarken kendimizi nasıl bir yere koyacağız? Kendimizden hoşnut kalacak mıyız? Mustafa Şerif ONARAN Değinmeler T ürkoloji nedir? Türk dilini, Türk edebiyatını tarihsel koşullar içinde inceleyen bir bilim dalı. “Türkiyat” sözcüğünün çağdaş anlayış içinde “Türkoloji” sözcüğüyle karşılanması, Türk dili ile edebiyatına yeniden bakmayı gerektirmiştir. Osmanlı eğitim dizgesi içinde Darülfünun kendini yenilediği, özerkliğe doğru gelişme gösterdiği halde, Batılı anlamıyla bir “Üniversite” kimliği kazanamamıştır. Son Osmanlı Maarif Nazırlarından Emrullah Efendi, Tuba Ağacı Kuramı’na göre, Yüksek öğretime önem veriyordu. Çünkü ilköğretimin başarısı yüksek öğretime bağlıydı. Darülfünunun üniversiteye dönüşmesini sağlayan 1933 “Üniversite Reform Yasası”nın uygulanmasında birtakım güçlüklerle karşılaşılmasını doğal karşılamak gerekir. Eski yapılanmanın yeni koşullara uyarlanması kolay değildi. Ama Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin 1936’da kuruluşu, ayrı bir yasayla, yeni toplumun koşullarını kavrayacak bir anlayışla gerçekleştirilmiştir. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin 70’inci kuruluş yılı, 2006’da, çok yönlü etkinliklerle kutlanmıştı. Fakültenin “Türk Dili ve Edebiyatı” bölümü kuruluş yıllarında Türkoloji adıyla anılıyordu. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hasan Özdemir ile eski öğrencilerden Hadi Şenol bu kuruluşun serüvenini “Türkolojinin Öyküsü” adındaki bir kitapta topladı (TÜRKOLOJİNİN ÖYKÜSÜ, DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Yayını, Ankara 2006). Kitap Osmanlı Devleti’nden günümüze; Darülfünun’dan çağdaş üniversiteye doğru Prof. Dr. Aysu Ata’nın kapsamlı bir incelmesinin yanı sıra; Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kuruluş yıllarında Türkoloji Bölümü’nde görev alan ilk öğretmenlerin yaşama serüvenini de öyküleştiriyor. “Türkolojinin Öyküsü” çenlerin hiç olmazsa dili işleme, dile doğal bir akış kazandırma hünerine kavuşacaklarını umuyor. İşi yazmak olan kişinin neyi nasıl anlatacağını bilmesi gerektiğini anımsatıyor: “Çalıştığım kurumda işi yazmak, düşünmek, üretmek olan kişi sayısı radyo ve televizyonlarda 1980’li yılların sonlarına dek yaklaşık 200250 kadardı. Bu arkadaşlarım çok değişik disiplinlerden geliyorlardı. İçlerinde siyasal, hukuk,ekonomi,sosyoloji, felsefe ve özellikle basınyayın öğrenimi görenler çoğunlukta idi. Böylesi dalgalanmaların yaşandığı dönemlerde, daha doğrusu içinden çıkılması zor durumlarda, en başarılı olanlar ise bu bölümden öğrenimlerini tamamlayan arkadaşlarımız oldu. Neye niçin karşı çıkacaklarını da, neyi nasıl benimseyeceklerini de iyi biliyorlardı. Onların bizlerden faklılığı çağdaş gelişmeleri, çağdaş yazarları bizlerden daha iyi takip etmiş olmaları idi. Bizler ise neredeyse tüm eğitimimiz boyunca yaşamayanları öğrenmeye çalışmıştık, hep ölülerle uğraşıyorduk. Neredeyse yaşamayanlara özel bir düşkünlük hastalığı oluşmuştu bizlerde. Bu tanımlamayı öğrenimimize bir haksızlık olarak kabul etmemenizi diliyorum.” Hadi Şenol’un bu sözlerinde ince bir alay var. Yoksa o da, yüzyıllar önce ölmüş olsa bile, gerçek edebiyatçının ölümsüzlüğüne inanan bir kültür insanı, ‘Murdar da olmaz, demedin mi?’ diye eklemiş. Pertev Naili Boratav halkbilim ile halk edebiyatı araştırmalarının bilimsel düzeyde ilk kurucularındandır. YURT ve DÜNYA dergisinin yazarları arasındaydı. Kırklı yıllarda kaynamaya başlayan cadı kazanı yüzünden kürsüsü kaldırılarak açığa alındı. “Türkolojinin Öyküsü”nü yayıma hazırlayan, aynı zamanda Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün Başkanı olan, Halk Edebiyatı hocası Prof. Dr. Hasan Özdemir diyor ki: “Pertev Hoca ile yurt dışında bir kongredeydik. Oturumlara ara verildiğinde Pertev Hoca bana çalışabileceği bir yer olup olmadığını sordu. Kendisini, kütüphaneye götürdüm ve orada diğer oturuma kadar çalıştı. Bu tüm oturum aralarında da böyle devam etti, Boratav, sürekli yeni şeyler öğrenmek ve üretmek için gayret eden, alanında çalışan diğer bilim adamlarıyla tanışmak İsteyen son derece bilgili ve çalışkan bir insandı.” (Yeri gelmişken bir anıyı yinelemek isterim. Kültür Bakanlığı’nın görevlisi olarak Expolaque toplantısı için Paris’e gittiğimde Edebiyatçılar Derneği’nin sorumlusuydum.Pertev Naili Boratav’ın hazırladığı “Nasrettin Hoca” kitabı Yapı Kredi Yayınları olarak çıkmış, ancak “müstehcen” sayıldığı için dağıtılmamış, yok edilmişti. “Edebiyatçılar Derneği” olarak bu kitabı yeniden basmak, bu fikir ayıbını kapatmak istiyorduk. Adalet Ağaoğlu, Canan Yücel Eronat’la birlikte, bir uçtan bir uca Paris’i geçip İvry’de Pertev Naili Boratav’a gidişimiz; ayrı bir serüvendir, Pertev Hoca, dünyanın ünlü kütüphanelerinden elyazması Nasrettin Hoca kitaplarının mikrofilmlerini getirterek, yıllar süren bir çalışma sonucu o kitabı nasıl meydana getirdiğini anlatmış. Ali Cengizkan’ın özenli çalışmasıyla Nasrettin Hoca kitabı Edebiyatçılar Derneği yayını olarak çıktı. Şimdi o Nasrettin Hoca kitabını “Kırmızı Yayınları” özenli bir baskıyla yeniden yayına geçirdi.) Emek isteyen bir çalışmanın ne denli zor olduğunu bilmek gerekir. Hadi Şenol’un anılarında, rahmetli Şükrü Kurgan’ın Nasrettin Hoca’yı tez olarak hazırlayabilmenin bir ömre sığdırılamayacağı anlatılır. “Fakültenin kuruluşundan beri orada okutmakta olduğum Genel Dilbilgisi dersini; kadromun kaldırılması dolayısıyla Temmuz 1948’den beri bırakmış bulunuyorum. Devamlı olarak 12 yıl verdiğim bu dersin kitabına son şeklini vermek üzereyim. Bu eserimi tamamlamak ve dersime devam edebilmek için sizden tekrar hizmete alınmamı, bunun için mali imkân sağlanıncaya kadar da bu dersi fahri olarak okutmama müsaade edilmesini rica ediyorum. Fakülte dekanlığı bu imkânı bana verirse mutlanacağımı bildirir, üstün saygılar sunarım.” Bu girişimlerden olumlu bir sonuç alınamamıştır. Türkoloji’nin ilk öğretmenlerinden Abdülbaki Gölpınarlı, Türk Edebiyatı Tarihi ile Metinler Şerhi derslerini okuturdu. Rahatsızlığı yüzünden 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne atanır. Abdülbaki Hoca da, “kırk karanlığı”nın hışmına uğrayanlardandır. “Divan Edebiyatı Beyanındadır”ı bu dönemde yazar. Solculuk yüzünden on ay tutuklanır. Yargılanma sonucu aklanır. Beşir Ayvazoğlu” “Geleneğin Direnişi”nde bu konuya da değinir. Gölpınarlı “Divan Şiirinden Günümüze Kalanlar” yazısında diyor ki: “Vaktiyle ben bir ‘Divan Edebiyatı Beyanındadır’ yazmıştım, bu eser epey gürültüler koparmıştı; hatta rahmetli Ataç bile ‘Ayıp derler bu senin yaptığına Abdülbaki, Neşati’yi biz senden öğrenmedik mi?’ gibilerden serzenişlerde bulunmuştu. İtiraf edeyim; gerçekten de ayıptı, yerilirdi, yergilerimin çoğu da hâlâ doğru. Ama öyle yerilmezdi, övülecek yanı hiç mi yoktu? O benim dünümdü; yazılarımda derim ya, dününü bilmeyen bugününü bilemez, yarınını düşünemez... Bu sözleri bir ‘itirafı zünub’ olarak söyleyip şimdi hiç de o fikirde olmadığımı, onun bir tehevvür sayhasından ibaret bulunduğunu belirttikten sonra asıl söze gelelim: ‘Divan Edebiyatı Beyanındadır’ı yazdığımdan dolayı da ayıplamayın artık olmaz mı? (Hey gibi günler... Yıl 1952. Yaşar Kemal’le Salacak’taki ahşap evde Abdülkadir Hoca’yı görmeye gidişimiz. Bahariye Mevlevihanesi’nden geçen, bir ara ateist olan, Bektaşilikle Melamiliği deneyip Mevlevilikte karar kılan, o yüce gönüllü Abdülbaki Gölpınarlı’yı iyi ki tanımışız.) EDEBİYATA ÇOK YÖNLÜ BAKMAK Türkoloji’nin ilk öğretmenleri arasında yer alan Saadet Çağatay, Tahsin Banguoğlu, İbrahim Necmi Dilmen, Abdülkadir İnan, Necmettin Halil Onan, Hasan Reşit Tankut ayrı ayrı anımsatılması gereken özverili, özel insanlardır. Türkoloji’nin bu ilk öğretmenleri değişik anlayışlardan edebiyata bakarken daha geniş düşünen öğrenciler yetişirdiler. “Türkolojinin Öyküsü”nde ‘İkinci Kuşak’ öğretmenleri de tanıdık. Bu dünyadan göçenler de var, yaşlılığın kıyılarında oyalananlar da... Dünkü olaylardan ders alabildik mi? En kötü baskı, aklımızın yasaklarından oluşan baskıdır. Bu yüzden dostluklar düşmanlığa dönüşüyor. Dünkü “müshehcen” anlayışı bugün başka boyutlar kazanıyor. Dünkü solculuk suçlamaları bugün de geçerliğini koruyor. Abdulbaki Hoca’nın tasavvuf ehline yaraşan sesini duyar gibiyim: “Edep Yahu!” “Türkolojinin Öyküsü” dili yeniden yaratmanın, edebiyata çok yönlü bakmanın gizlerini öğreten bir kitap. Bilmem o koşulları yaşarken kendimizi nasıl bir yere koyacağız? Kendimizden hoşnut kalacak mıyız? ? Bu sayfayla iletişim kurabilmeniz için dergilerinizi ve kitaplarınızı aşağıdaki adrese gönderiniz. İLK ÖĞRETMENLER Türkoloji dersleri insanı yazar yapar mı? Belki bir kapı aralar, oradan geçen kendi yolunu bulmaya çalışır, Belki de aradığını bulamaz büsbütün kopar o dünyadan. Kuruluş aşamasındaki 11 dilci ile edebiyatçı arasında adı söylencelere karışan ilkler vardı. Bu ilkler arasında Pertev Naili Boratav yeri doldurulmaz bir halkbilimci, Saim Ali Dilemre dilbilim alanında öncü bir hekim, Ferit Kam “metin şerhi” ustası, divan şiirinin özgün yorumcusu bir edebiyatçıydı. Ferit Kam ancak bir yıl Türkolojide çalışma olanağı bulabilmişti. Göreve çağrıldığı zaman 79 yaşındaydı, bir yıl sonra ölüme yenik düştü. Darülfünunda edebiyat hocası Mehmet Akif görevden ayrılırken yerine Ferid Bey’in geçmesini önermişti. Divan şiirinin bu usta yorumcusu, “Şimdi kendimden usandım en küçük derdim budur” demesini bilen bir gizli ozandı. Süleyman Hayri Bolay, Süleyman Nazif’in bir anısından yola çıkarak Ferit Kam’ın alaycı tutumuna da değinir: “Çok yakın arkadaşlarından biri Süleyman Nazif, bir gün “Büyük Türk Lugatı” yazarı Hüseyin Kâzım Bey’e Ferid Bey’den bahsederken ‘derya gibi adam’ demiş. Kâzım Bey ise, ‘öyledir ne içilir, ne geçilir’ karşılığını vermiş. Süleyman Nazif bu sözleri Ferit Kam’a iletince, DİLİN GÜCÜ “Türkolojinin Öyküsü’nü anlamak için dilin gücünü bilmek gerekiyor. Çünkü Cumhuriyet Devrimleri dil temeline dayanır. Eninde sonunda edebiyat dili işleme hüneridir. Benliğine yeniden kavuşan Türkçenin gücünü bilemezsek “Türkolojinin Öyküsü”nü anlayamayız. Kitabı yayıma hazırlayanlardan Hadi Şenol halen TRT’de yapımcı olarak çalışan, Türkçenin gücünü bilen bir kültür insanı. “Türkolojinin Öyküsü”nü yorumlamadan önce onun dile bakışını anlamaya çalışmalıyız. Hadi Şenol “Dil ve Edebiyat Araştırmaları” konulu bir bilimsel toplantıda “Konuşma ve Yazı Dilinin Oluşumunda Türkoloji Eğitiminin Katkıları” başlıklı bir bildiri sunmuş. Kitapta da yer alan bu bildiriyi anlamadan “Türkolojinin öyküsü”nü öğrenmenin yararlı olmayacağı kanısındayım. Hadi Şenol Türkoloji eğitiminin bir gönül işi olduğuna inanıyor. İçinde yazar olma özlemi yatanların ya da meslekte yükselmek isteyenlerin başvurmak istediği bir yer olduğunu anımsatıyor. Gazetecilik de, TRT’de yapımcı olmak da yazarlığın bir başka yönü sayılacağına göre, Türkoloji eğitiminden geSAYFA 28 ACILARANILAR Saim Ali Dilemre ile Agop Dilaçar’ın soyadlarını Atatürk vermişti. İkisi de Türkoloji’de dilbilimi kuranlar arasındaydı. İkisi de Türk Dil Kurumu’nda Türk dilinin gelinmesine çalışan iki öncü dilciydi. Kitaptaki belgelerden biri Agop Dilaçar’ın dekanlığa yazdığı dilekçedir. Bu özverili bilim insanının görev sevgisini belirtmek için bu dilekçeyi anımsamakta yarar var: MUSTAFA ŞERİF ONARAN Hekimköy Sitesi 20. Sk. No: 8 06800 ÜmitköyAnk. Tel.: (0312) 235 91 11236 23 46 CUMHURİYET KİTAP SAYI 892
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle