Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Suna Kıraç'ın 'Ömrümden Uzun İdeallerim Var’ bir direncin hikâyesi Bir kitap, bir hastalık, bir kongre "Ömrümden Uzun İdeallerim Var "adlı bir kitap yayımlamasaydı, benim gibi birçok kimse Suna Kıraç’ın adını bilecek ama onu yakından tanıma fırsatını bulamayacaktı. 4o yılı aşan bir süreden beri çok ilgi duyduğum bir hastalığın çok yetenekli ve birikimli bir hastanın ağzından hikâyesini içeren bu kitabın benim için elbette büyük bir çekiciliği olacaktı ve öyle oldu. Onu büyük ilgi ile okudum ve bir uluslararası kongrede konuşma yaparken bu kitaptan söz ettim. Onun hastalığı aynı zamanda benzersiz bir direncin de hikâyesi. saygı uyandıran derin izler bırakan Koç topluluğunun gözbebeği bir kadın hastalanıyor. Hastalığının 1996 yılında başladığını sanıyorum. Ses kısıklığı ve ellerindeki uyuşukluk ile. Burada tıpta sıkça rastlanan yanlışlıklar yer almaya başlıyor. Yapılan incelemeler normal çıkıyor, o halde bir şey yok sapasağlam yargısına varılıyor. Oysa yapılan tetkiklerin normal çıkması o insanın sapasağlam olduğunu göstermez. Burada iyi ve deneyimli bir klinisyen ortaya çıkabilir, iyi bir muayeneden sonra hangi tetkiklerin gerekli olduğunu söyleyebilirdi. Mesela EMG gibi. Bu yapılmıyor ve tanı Amerika’da bir biyopsi yapılıncaya kadar gecikiyor. Türk tıbbı için iyi bir not değil bu. terk edin. “Gümrük Birliğinin kabul edildiği yıllarda yine topluluk içinde tek başına büyük bir savaşıma giriyor. Toplulukta bir yabancı ortak edinme düşüncesi ve eğilimi ağırlık kazanıyor. Buna tek başına karşı çıkan Suna Kıraç’tır. Böyle bir durumda yabancı ortağın ve sermayenin dümeni ele geçireceğini ve ulusal yerli sanayinin özgüvenini yitireceğini ileri sürüyor. Hemen değilse de ilerleyen yıllarda haklılığı deneyimli yöneticiler tarafından teslim ediliyor. Suna Kıraç’ın iş yaşamı ile ilgili pek çok şey söylemek, pek çok örnek vermek mümkün. Çalışkan, iradeli ilkeli, büyük bir sorumluluk duygusu taşıyan aile içinde egemen, geleneksellikle modernleşme çekişmesinden bir denge kurarak çıkabilen, bilinçli, işini çok ciddiye alan ama işkolik olmayan, sanata, müziğe, tiyatroya, resime yakın ilgi duyan, enerji dolu, yapıcı, yaratıcı bir insan. Türk devrimlerini Atatürk’ü anlayan biri ve onun ilkeleri doğrultusunda topluma eserler kazandırmaya çalışıyor. Suna Kıraç ve eşi ile birlikte bunu büyük çapta başarıyor. Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Antalya’da AKMED, İstanbul’da PERA müzesi, İstanbul’da Araştırma Enstitüsü ve nihayet Kültür Merkezi ve Konser salonu onun yaptıkları ve projeleri arasında yer alıyor. Sonuncular hastalığı ile birlikte olduğu yıllara rast geliyor. Onları hastalık hikâyesi ile birlikte işlemek ve anlatmak istiyorum. Çetin ve amansız bir hastalıkla boğuşurken ve düşünülebilecek en zor koşullarda bu tasarladıkları, yaptıkları, yapabildikleri gerçekten çok çarpıcı ve heyecan verici. Bu irade, bu güç, bu direnç önünde saygı ile eğilmek lazım. Ben okurken büyük heyecan duydum ve Suna hanıma bugüne kadar bir merhaba diyemediğim için esef ettim. Yazının birinci bölümünde 36’ncı baskısını okuduğum "Ömrümden Uzun İdeallerim Var" başlıklı kitaptan yararlanarak Suna Kıraç’ı anlatmaya çalıştım. İste böylesine çalışkan böylesine üretici ve tüm çevresinde KÜLTÜR FARKLILIKLARI ? Dr. Coşkun ÖZDEMİR K ısaca ALS diye anılan bir hastalığa yakalanıp "Ömrümden Uzun İdeallerim Var "adlı bir kitap yayınlamasaydı, benim gibi birçok kimse Suna Kıraç’ın adını bilecek ama onu yakından tanıma fırsatını bulamayacaktı. 4o yılı aşan bir süreden beri çok ilgi duyduğum bir hastalığın çok yetenekli ve birikimli bir hastanın ağzından hikâyesini içeren bu kitabın benim için elbette büyük bir çekiciliği olacaktı ve öyle oldu. Onu büyük ilgi ile okudum ve bir uluslararası kongrede konuşma yaparken bu kitaptan söz ettim. Onun hastalığı aynı zamanda benzersiz bir direncin de hikayesi. Hastalığına konulan tanı, yerli ve yabancı doktorların tutumu, yapılan çeşitli tedavi denemeleri, aile bireylerine ve Koç topluluğuna yansımalar, hastalığın seyri ve bu süreçde Suna Kıraç kişiliğinin ilginç gösterileri, kızları İpek’in oynadığı çok önemli rol hepsi çok dikkate değer. Ama önce kitaptan yararlanarak amansız bir hastalığa yakalanan kişi kimdir, bir hekim, bir nörolog ve de bir yazar olarak onu irdelemeye ve tanıtmaya çalışacağım. Hiç kuşkusuz bir büyük iş adamı, bir büyük zengin sanayicinin kızı ve Koç topluluğunun önde gelen bir elemanı olmanın getirdiği ayrıcalık söz konusu. Bu yüzden ismi binlerce öteki ALS hastasından daha önce duyuldu. Ancak Suna Kıraç kendi başına çok dikkate değer, çok önemli bir insan. Bugünlerde sağlığı yerinde olsaydı TÜSİAD’ın erken seçim konusunda hükümeti desteklemesini nasıl karşılardı doğrusu merak ederim. Algılamalarım beni yanıltmıyorsa o iş dünyası içinde dünyaya da, ülkesine de farklı bakan bir insan. Eğer bir zenginler âleminde doğmasaydı başarılı bir iş kadını yerine iyi bir araştırmacı, bir sosyolog bir tarihçi, bir bilim kadını olabilecekti. Elbette iyi okullarda okuyor. Koleji bitiriyor. Varlıklı ailelerden dostları, arkadaşları oluyor. Kültüre, müziğe, sanata ilgi duyan bir genç kız bir bohem hayatını sürdürebilirdi. Çocukluk anıları arasında bana en çarpıcı gelen Şükrü Saracoğlu ve Saffet Arıkan ile ilgili olanlar. Ankara’da onlarla aynı apartmanda oturuyorlar. Bu başbakan ve bakanın kirada oturduklarını mütevazı bir yaşam sürdürdüklerini öğreniyoruz. Suna Kıraç onların bugünküler gibi bir yalakalar ordusu ile birlikte olmadıklarını vurguluyor. Evet, Suna okulu bitirdikten sonra başka bir hayat seçebilir, iş yaşamından uzak kalabilirdi. Geleneklerine bağlı babası onun iyi bir ev hanımı olmasını uygun görüyordu. Ama Suna öyle yapmıyor ve aksine bütün aklı, yeteneği ve becerisi ile Koç topluluğu içinde önemli bir rol oynamak üzere hazırlıyor kendisini. Akıllı iradeli ilkeli bir insan. İş YAŞAMI VE GEREKLERİ Çabuk kavrıyor iş yaşamını ve onun gereklerini, Koç topluluğunu çekip çeviren bir önemli eleman oluyor gecikmeden. Topluluğun bir aile şirketi olmaktan çıkıp kurumsallaşması için büyük bir mücadele veriyor. Bu sırada sıklıkla ağabeyi Rahmi Beyle ters düşüyor. Bunu açıkça ifade etmekten Vehbi Koç’a bildirmekten çekinmiyor, iyiden iyiye ilkeli bir insan. Ciddi bir anlaşmazlık ortaya çıkınca istifasını bildirmekten çekinmiyor. Ama onu hiç bir şekilde feda edemiyorlar. Çünkü hemen daima haklı çıkıyor. Koç topluluğu içinde bir büyük denge unsuru olarak yer alan Can Kıraç onu “aile bireyleri arasında bağ kurma becerisi çok yüksek aynı zamanda profesyonel kadronun haklarını savunan ve Koç Holding’de güven yaratan bir insan” olarak tanımlıyor. Suna Kıraç’ın bir önemli girişimi de Borsa konusundadır. Bakınız, Holding çalışanlarını bu konuda nasıl uyarıyor. "Borsanın spekülatörler elinde ne hale geldiğini görüyorsunuz. Vatandaş yabancı yatırımdan rahatsız. Lütfen borsaya bulaşmayın. Onsuz yapamayacağınızı düşünüyorsanız o zaman lütfen bizi Bu noktadan sonra kültür farklılıklarının yarattığı dramlar yaşanmaya başlıyor. Amerika’da bir hastaya tanısı prognozu(hastalık seyri) açıkça söylenir bunda bir sakınca görmezler. Hatta orada böyle yapılması gerekir. Ama bir başka ülkeden gelen insanların farklı anlayışlarını, farklı kültürlerini Amerikalı bilim insanlarının takdir etmelerini anlamalarını beklerdim. Bir tıp profesörünün bunun farkında olması gerekirdi. Evet, aile karşılarındaki hastanın duyguları ile empati kuramayan ve tıp biliminin katı gerçekleri ile konuşan, incelikten yoksun birini görüyor. Bu düş kırıklığı sonraki hekim temaslarında da süre geliyor. Benim yakından tanıdığım çok ünlü bir nörolog Lewis Rowland da Suna hanımı görenler arasında. Onun tutumunda da bir değişiklik yok. Sadece uzun yıllar önce arkadaşlık ettiğim Boston Harvard Tıp Fakültesinden konunun uzmanı ve çok zarif bir hekim olan İstanbul’da Araştırma Laboratuarının açılışında birlikte olduğumuz Robert Brown’un çok dikkatli davrandığını sanırım, Suna hanıma 35 yıl içinde solunum cihazına bağlanacağı ve 7 yıl içinde yaşamını yitireceği söyleniyor. ALS Amyotrofik Lateral Skleroz aynı zamanda Motor Nöron Hastalığı olarak da anılıyor. Bizim öğrenciliğimizde onu ilk tanımlayan büyük Fransız Nörolog Charcot’nun adı ile anardık hastalığı, Charcot Hastalığı olarak. Amerikalı ünlü beyzbol oyuncusu Lou Gehrig 30’lu yıllarda bu hastalığa yakalanınca Amerika’da Lou Gehrig hastalığı adı kullanılır oldu. Ben bir Türk bilim adamı olarak doğrusu bunu hiç benimseyemedim. Biraz sonra sözünü edeceğim kongrede fırsat buldukça "neden Stephan Hawking’den söz etmiyorsunuz hep Lou Gehrig’i anlatıyorsunuz" diye Amerikalılara takılıp durdum. Siyasette olduğu gibi kültürde de, bilimde de Amerikan egemenliği. Oysa, İngiltere’de bu hastalıkla 40 yıldan beri yaşayan Stephan HawKİTAP SAYI ? SAYFA 16 CUMHURİYET 892