23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

D. H. Lawrence’dan “Gökkuşağı” ‘Yağmur’la ‘güneş’, ‘ateş’le ‘kül’ arasında Lawrence’ın başyapıtlarından biri olarak değerlendirilen Gökkuşağı, yazılışından 91 yıl sonra hâlâ taze, hâlâ canlı, hâlâ inandırıcı, sağlam bir roman. ? Türey KÖSE ğer son günlerde seçtiğiniz kitaplar nedeniyle arka arkaya düş kırıklıkları yaşadıysanız; hemen kitaplığınızdan D.H. Lawrence’ın Gökkuşağı’nı indirebilirsiniz, ya da bir kitapçıya gidip satın alabilirsiniz. Klasikler, okur düş kırıklarına her zaman iyi gelir. D.H.Lawrence, sevginin, sevecenliğin, cinselliğin, “canlı” kadınerkek bedenlerinin yazarı. 19. yüzyılın daha çok sınıf çelişkilerine dayalı aşk romanlarında kahramanların bedenleri yok gibidir. Büyük romantik aşklarla ruhlar gökyüzüne doğru kanatlanırken, bedenler çoğu kez aşağıda unutulmuş görünürdü. Hayatta nasıl yatak odasının kapısı sıkı sıkıya kapalı tutuluyorsa, edebiyatta da öyleydi. D.H.Lawrence, bu kapıyı açtı. Hem de sonuna kadar. Stendhal romanın “yol boyunca gezdirilen ayna” olduğunu söyler ya; Lawrence bu “ayna”yı cesaretle, döneminin ahlak kurallarına meydan okuyarak kadın erkek cinselliği üzerine tuttu. 20. yüzyılın ilk yarısında işçi kökenli tek İngiliz romancı olan Lawrence, daha çok 1928 yılında yazdığı son romanı Lady Chatterley’in Aşığı ile tanınır . 20. yüzyılın başında iki yüzlü ahlak anlayışını sarsan bu kitabın 32 yıl yasaklı kalması ününü de giderek büyüttü. Kitabın yasağı yazarın ölümünden 30 yıl sonra, 1960 yılında kaldırıldı. Lawrence bu kitabı bitirmek üzereyken yazdığı bir mektupta “İngilizlerin artık hoşgörülü sayılabileceğini; bir erkeğin bir penisi olduğunu söylemeyi göze alabileceğini” yazıyordu. Ancak yanılıyordu. Kitaplarının yazgısı değişmiyordu. Gökkuşağı kitabından sonra başına gelenler, bir kez daha yineleniyordu. 1915’de yayımlanan bu kitap müstehcenlik suçlamasıyla yasaklanmış, ancak bir yıl sonra yayımlanabilmişti. Oysa, Lawrence “Şu sonbahar sabahında ne kadar müstehcenlik yoksa, The Rainbow’da o kadar yok” diye düşünüyordu. Lawrence’ın kahramanlarını tanımlayacak en iyi sözcüklerden biri, “canlı” olmalarıdır. “Canlı” olmak da; değişken olmak, gelgitler yaşamaktır. Kahkahâlârdan gözyaşlarına, çığlıklardan derin suskunluklara, şehvetten öfkeye geçmek demektir. Gökkuşağı simgesinde özetini bulan, yağmur ve güneş de o kadar barışık değildir. Gökyüzündeki o rengarenk büyülü kemer , yağmurla güneşin o görkemli bütünleşmesi; güzelliği biraz da geçiciliğinde olan bir tansık değil midir? Yağmurdan sonra dünyanın üzerinde parıldayan “gökkuşağı”, bir an daha güzel, daha farklı bir hayatın vaadi gibi görünür. Ama sonra “gökkuşağı” kaybolur; ya gereğinden fazla yakıcı bir güneş gelir, ya da yeni yağmurlar. Bir an “yakaladığınızı” sandığınız o görkemli tansık kaybolur, söner, gider. Lawrence’ın yazarlığının büyüklüğü, edebiyata biçimsel katkılarında değildir. Edebiyatı “canlı” hale getirmesi, kadınerkek ilişkilerinin saklanan, deşilmeyen, “ayna” tutulmayan cinsellik bölümüne, bedenlere bakması, bu karanlık alanı okura göstermesidir. Tutkunun ateşini de, o ateşin sonrasında gelen külü de aynı başarıyla aktarır Lawrence . lar: “Anna gündüzdü, gün ışığı; Will ise gölgeydi. Anna ondan korkmamayı, nefret etmemeyi öğrenmiş, kendini erkekle doldurmayı, kendini onun gün ışığında saklanan kara ve şehvetli gücüne vermeyi öğrenmişti. Böylece aydınlıkta ayrı, koyu karanlıkta evli olarak yaşamaya devam ettiler. Will kadının gündüz otoritesini destekliyor, hiç olmazsa bozmuyordu. Kadın da karanlıkta, ona, onun vaad dolu, içli ve uyuşturucu yakınlığına terk ediyordu kendini.”. Çocuklar büyür. Sonra yıllar geçer, her şeyi küçülten, uzaklaştıran: “Geçmiş o kadar büyüktü ki, içindeki her şey küçücük kalırdı. Aşklar, doğumlar ve ölümler…Geniş bir ufukta küçücük birimler. Bu büyük geçmiş içinde insanın küçücük önemini bilmek insanın içini rahatlatırdı.” Kuşaklar gelir geçer, aşklar, sevişmeler, kırgınlıklar, barışmalar tükenmez. Kitabın son bölümüne Anna ile Will’in kızı Ursula’nın öyküsü damgasını vurur. Ursula’nın büyümesi, isyanları, bedensel arayışları, Skrebensky ile ve daha sonra öğretmeni olan bir kadınla fiziksel yakınlaşması anlatılır. Ursula’ın öğretmeni ile bedensel yakınlaşması ve arkasından gelen uzaklaşmanın anlatıldığı bölümün adının “utanç” olması dikkati çekiyor. Sonraki bölümde Ursula’nın “Erkekler dünyası”nda var olma, kendine yer açma mücadelesine geçiliyor. Ursula özgürlüğünün peşine düşürken, ailesinin itirazlarına karşın öğretmenliğe başlıyor. Sonra yeniden Skrebensky hayatına giriyor ve tutkulu bir bedensel ilişki başlıyor. Ursula, erkeğin “vücudunu sevdiğini” söylüyor sık sık. Bedenlerin uyumu, şehvet, arzunun doyurulması ve sonra gelen boşluk duygusu üçüncü kuşak ilişkilere de damgasını vuruyor. Yazar, “Ancak bütün bunlardan sonra gelişen bir ölüm mikrobu vardı. Her temastan sonra Ursula’nın erkekten istediği ve alamadığı şey daha da çoğalıyor, aşkı giderek ümitsiz bir hal alıyordu. Her birleşmeden sonra erkeğin kıza olan bağımlılığı artıyor, tek başına ayakta kalabilme ümidi azalıyordu” sözleriyle anlatıyor bu yıpratıcı ilişkiyi. Yoran, tüketen bu ilişki içindeki gelgitler, kitabın kadınerkek ilişkilerinin karmaşık yüzünün yansıtıldığı en çarpıcı bölümleri arasında yer alıyor. Lady Chatterley’in Sevgilisi kitabında görsel çarpıcılığıyla en etkileyici bölümlerden biri koru bekçisi Mellors ile kadının birbirlerinin çıplak vücudunu çiçeklerle süslediği bölümdür. Lady Chattarley’in yağmurun altında çırılçıplak dansettiği bölüm de belleklere kazınmıştır. Gökkuşağı’nda da; hamile Anna’nın odaKİTAP SAYI E ÜÇ KUŞAĞIN İLİŞKİLERİ Lawrence Gökkuşağı’nda kadınerkek ilişkisinin karanlık noktalarını, yaşanan gelgitleri, sevgiden nefrete, tutsaklıktan kayıtsızlığa, şehvetten öfkeye geçişleri ustalıkla anlatır. Evde yaşanan iç savaşları, üç kuşak kadın erkek ilişkilerinin öyküleri aracılığıyla aktarır. Sessiz savaş ilanlarını, uzun ömürlü olmayan barış dönemlerini, sonra çocuklarla gelen bir tür kayıtsızlık, ya da uzlaşma dönemlerini yansıtır üç kuşağın ilişkilerinde. Bir çiftlik sahibi olan Tom Brangwen, Polonyalı Lydia ile evlenir. Lydia’nın ilk eşinden olan kızı Anna ile birlikte yaşamaya başlarlar. Brangwen ile Polonyalı kadın arasında hep bir yabancılık vardır başlangıçta. Aralarında zorlu, tüketen sessizlikler, kadının adamı çok uzaklara itmeleri eksik olmaz. Ama Tom, “kadının yine kendisi için hazır olacağı, yine kendisini kabul edeceği” bilgisiyle “çok uzağa gitmemeye” çalışır. Sonra barışma dönemleri gelir ve yeni bir oğlan çocuk. Tom Brangwen, Anna’ yı kendi oğlundan daha çok sever. Sonra, Anna’nın öyküsü başlar. Onun evliliği ve kadınla erkek arasında yeni bir zorlu mücadele öyküsü. Üvey babasının yeğeni Will Brangwen’le evlenen Anna , hiçbir zaman tam teslim olmaz kocasına. Aradaki uzaklık kocasına acı çektirir. Çünkü, “Anna kendi hayatını istiyordu. Kocası, kendi varlığıyla onu örtüyor, dışarısının bütün serinliğini dışarıda bırakan bir kan ilişkisi içine çekiyordu, bir sıcaklık içinde birleştiriyordu onu. Anna eski benliğini, ayrılığını, canlılığını, alıp vericiliğini, ama hiçbir zaman yenilmediği kişiliğini istiyordu”. Sonra arka arkaya 9 çocuk gelir. Bedensel doyumlar ve arkasından gelen uzaklıklara, sonra yeniden doyumlara ve uzaklıklara alışır ? SAYFA 20 CUMHURİYET 847
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle