Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Feridun Andaç'ın öykülerindeki ortak temanın, öyküleri birbirine bağlayan ana unsurun kaçış, kapanma, gerçeği arayış, yolculuk ve bunun yanı sıra aşk, nefret, birey/toplum arasındaki çatışmalar ve geçmişe yönelik bir özlemin olduğu söylenebilir. Andaç’ın, bireylerin hayatı ıskalamışlığının yarattığı bu sıkıntıları, sarsıntıları, çatışmaları, özlemleri ve duyguları ortak bir ‘ada’ metaforuyla ele aldığı, içinde yaşattığı ‘adada’ bulduğu ve ‘adası’na çekilen bireylerin çatışmalarını, hesaplaşmalarını, iç sesiyle konuşmalarıyla anlatarak bu soru(n)lara cevap aradığı görülüyor. Feridun Andaç’dan ‘Yoksa Aşk Ölür’ Zaman ve kanayan bellek ? A. Ozan COŞKUN T ürk edebiyatının çok yönlü ve üretken yazarlarından olan, deneme, inceleme, eleştiri, öykü ve yayın yönetmenliği alanlarında birbirinden ilginç ve önemli eserlere imza atan, adeta yazıyla var olan Feridun Andaç, suskunluğunu hayata, insana, insanın iç çatışmalarına, kaçışlarına ve savruluşlarına dair yeni bir öykü kitabı, ‘Yoksa Aşk Ölür’le bozdu. Doğrusu Andaç’ın son kitabını, kısa bir süre önce okuduğum ve üzerine bir eleştiri yazdığım(Cumhuriyet Kitap, Sayı: 822) Mehmet Eroğlu’nun ‘Düş Kırgınları’ndan sonra okumuş olmam hem keyiflendirdi beni, hem de benzer konuların iki farklı yazar tarafından birbirine benzeyen metaforlarla dillendirilmesi/kurgulanması, bu konu üzerinde bir kez daha düşünmeme, yazmama yol açtı. ‘Yoksa Aşk Ölür’de Andaç, adeta birbirini tamamlayan öykülerini bir araya getirmiş. ‘Gözaltı’ adlı öykü, ‘yeryüzünün sınırlarını genişletmek için yola çıkmış’(s.11) bireyin söz konusu bu amacını gerçekleştiremeyince, ‘bıçak vursan kanı çıkmaz bir hal’ ve ‘bendi yıkılmış bir akarsu’ şeklinde bundan vazgeçip, kendi kabuğuna, sınırlarına çekilmesini konu ediniyor. Andaç, bireyin kendi kabuğuna çekilmesini, iç dünyasıyla baş başa kalmasını ‘ada’ me taforuyla ortaya koymaya çalışıyor ve bunda da oldukça başarılı oluyor. Burada ‘ada’ bir yanıyla deniz tarafından kuşatılmışlığı/çevrilmişliği vurgularken, diğer yanıyla da kendi başınalığı, özgünlüğü ve bağımsızlığı simgeliyor. Ayrıca, düşünceleri ve düşleri doğrultusunda toplumu, dünyayı değiştirmeyi/ dönüştürmeyi amaçlayan bireyin, bu uğurda başarılı olamayınca kendi ‘ada’sına, sınırlarına çekilmesi anlamına geliyor ‘ada metaforu’. Tabii ki burada umut ettiği düzeni, toplumsal yapıyı kuramayan bireyin, ‘ada’sına çekilmesine rağmen, deniz, yani toplum tarafından kuşatılmışlığı, “şimdi ada’da kuşatma mevsimini yaşamaya başlaması” (s.12) da söz konusudur. Kahramanın(bireyin), bunun farkına varması geç olmayacaktır şüphesiz; farkına vardığındaysa, yapacağı tek şey, unutmaya ve unutmanın verdiği avuntuya sığınmaktır. ‘Bunun böyle olacağını biliyordu bilmesine, gene de kendisini alıştırmaya çalışıyordu böyle bir duyguya’(s.12). Çünkü büyük bir idealle, iddiayla yola çıkan birey için, unutma çabalarına rağmen yenilgi de kaçınılmaz olacak, ‘bir hasta yatağında yatacak ve sızım sızım her yanı kanayacaktır’. Kahramanın, bu çöküntü eşiğinde ‘Ne kadar geç artık’ demesi, çöküntüyü hafifletme ve kendini avutma çabalarına rağmen, ‘ada’da kuşatma mevsimini yaşamaya başlaması’ (s.12) da kaçınılmaz olacaktır. hikâyede konu edilen şairin geçmişinin bir dönemine dahil ettiği kahramanı aracılığıyla, söz konusu bu iki kahramanın geçmişlerini bir merkeze alarak, kahramanların geçmişlerini, ‘zamanı,’ bir geçişle anlatmaya çalışır. Dolayısıyla burada hemen şunu belirtmeliyim ki, Andaç’ı okuyunca insan, zamanı, zamanın derinliğini düşünmeden edemiyor. Zamanın uzunluk kısalık değil de, derinlik ve yoğunluk meselesi olduğunu/olması gerektiğini anlıyoruz; hem bu, hem de diğer öykülerde. HİÇLİK DUYGUSU ‘Bir Aradalık’ ve ‘Uzlaşma’ adlı öykülerdeki ortak tema ise, bireysel sıkıntıların odak noktasına alınmasıdır. ‘Bir Aradalık’ öyküsünde, ‘yalnızca kendisiyle bir arada yaşamak isteyen’ hayata karşı güvensiz olan bir kahramanın, hayatın sıradanlığı, tekdüzeliği, toplumun bireye kendi duygularını, anlayışını dayatması karşısındaki iç sıkıntıları, yaşadığı hiçlik duygusu ve bu sıkıntılara karşı çözümsüzlüğü/çözüm üretemeyişi konu ediliyor. ‘Değiştirmek değil, yok etmek/yıkmak’ (s.17) isteyen, hayata ve insana dair inancı kalmayan kahramana karşı anlatıcı ki bu yazarın kendisi bir anlamda, ‘akan su, kımıldayan yaprak, hışırdayan ağaçlar, yelin esintisi...renklerin, seslerin, tınıların uyumu’ (s.18) gibi kendiliğinden olan/oluşan, insana herhangi bir baskı uygulamayan ve doğayı taklit eden, doğanın kendini oluşturan parçalar(ın)a müdahale etmediği, özgün ve özgür bir birliktelik biçimi öneriyor. Buradaki amaç ise, ‘ötede ayrıksı durmak değil; hissederek yaşamaktı’(s.18); böylece Andaç, toplumda ‘bir aradalık’ın hangi koşullarda sağlanabileceğini göstermeye çalışıyor okura. ‘Uzlaşma’ öyküsünde ise ‘Bir Aradalık’ öyküsünden farklı olarak, bireysel sıkıntının daha yoğun bir anına odaklanmış Andaç. Bu öyküde, bir an yağmurun yağmasını, daha sonra rüzgârın çıkmasını, lodosun esip savurmasını, her şeyi temizlemesini isteyen bireyin, KİTAP SAYI YAŞANMIŞLIKLARIN KANITI ‘Sonsuz Cehennem’ adlı öykü, ‘Yaşama eskisiyim artık ben’ diyen ve ‘zamansızlığın şairi olarak bilinen’(s.14) bir şairin, kocamış ömrüyle birlikte yaşamın ve zamanın sınırlarına yaklaşma sürecine odaklanıyor. Burada canlılığı solmuş, ‘yaşamaya dair hiçbir belirti’si olmayan bir şairin, yaşadığına/yaşıyor olduğuna dair, bir ispat/çaba peşinde olduğuna dikkat çekiliyoruz. Bunun göstergesi olarak da şairin, ‘Üç kadını sevdim delice, üç kitap yazdım’ diyerek, yaşanmışlıklarının kanıtını kitaplarıyla ortaya koyma çabasıdır. ‘Dünyanın seyrini içine alan bakışların(ın) solduğunu hisset’mesine rağmen, kendi imgeleriyle, düşleriyle oluşturduğu kitapları, ölümlü bedenini aşarak kalıcı olacak ve böylece ‘renklerin, çizgilerin, solmadığını’ anlatacak/anlayacaktır şair. ‘Zaman bölünmüştü aranızda. Biraz dün vardı anlatılanlarda, biraz bugün. Yarını da konuştuğunuz olmuştu’ (s.13) cümlesinden de anlaşılacağı gibi, bu öykü, iki kahramandan oluşuyor. Yazar/anlatıcı, SAYFA 10 ? CUMHURİYET 847