Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? ‘anlık’ sıkıntılarından söz ediliyor. Düşünmediği bir hayatın önüne konulması karşısında kahramandan/bireyden, bir uzlaşma istenmesi ve bunun yarattığı içsel sıkıntılar karşısında ise ‘Hayat bir uzlaşmadır’ sözünün bir anlam ifade etmemesi, çözüm olarak ise yukarda belirttiğimiz gibi, doğadaki birlikteliğin/uyumun, işleyişin ön plana çıkarılması söz konusudur. Andaç’ın beni en fazla etkileyen öykülerinden biri olan ‘Kanama’da’, ‘gülüşü dağılmış yeryüzünün’(s.27) farklı bölgelerindeki sızıları, kederleri, ölümün kol gezdiği sokakları ve ‘bu savaş çağına teslim edemem kanımdan bir parçayı’(s.27) diyerek özlemlerine taş basan insanların yaşantılarına, yazgılarına tanık oluyoruz. Yani hayata iyimser gözlerle bakan insan(lar) olmasına rağmen, yüzünde ‘koptuğu yerlerin rengini taşı’yanların öyküsüne...Yolda, sokakta, hayatın her alanında kanama sürmesine rağmen, sözlükten ‘parçalanmanın, çözülmenin adını silmek’ isteyen kahramanla, ‘tek sadık dostum belleğim, acımasız bir gardiyan aynı zamanda’ (s.28) diyen yazarın, dağılan parçalar(ın)a tutunarak, yaralanarak, ‘yarasını saklayan bir kedi’ gibi yaşamı sürdürme gayretlerini görüyoruz bu öyküde. ERKEKLERİN RUH HALLERİ ‘Bir Daha Hiç Aramadım’, ‘Adlandırmak’ ve ‘Kapanma’ öykülerinde ise, ‘bir kadının duygularında yaşamanın kalebendine adım atmış’(s.29) erkeklerin ilişkilerinde gideceği yeri belli olmaya serüvenlerinin anlatıldığını görüyoruz. Kadınerkek ilişkileri, aldatma ve aldatılmanın konu edildiği bu öykülerdeki başkahramanlar ve aldatılanlar, bir anlamda ‘kanayan yanları’yla ortaya çıkan erkeklerdir. Bu aldatılma ve savrulmalar sonucunda, ‘kollarımın arasına aldığım kadında acımı dindirmek istemiştim’(s.39) diyen erkeklerin ruh hallerini görmek de mümkün. Aslında Andaç’ın, bir anlamda ‘Sağanak (I)’ adlı öyküsünde, bu üç öykünün altyapısını hazırladığını ya da Sağanak (I) öyküsünün, bu üç öykünün ‘ön deyişi’ olduğunu söylemek mümkün. ‘Sağanak (I)’ de aşkın ucuzladığı, sevmek adına yola çıkanların, sevmenin yolunu yordamını kuramadıkları belirtiliyor. Andaç, kahramanı aracılığıyla, ‘Aşk, insanın kendi kendinin cehennemidir. Ötekini düşünmeye gerek yok’(s.22) diyerek, kadınerkek ilişkilerinin takvim tutmazlığını, bunun neden ve sonuçlarını ortaya koymaya ve bu ilişki yumağının bireyleYoksa Aşk Ölür/ Feridun Andaç/ rin ruhlarında bıraktığı huzursuz yönü Doğan Kitap/ 138 s. betimlemeye çalışıyor. ‘Yaşanılanı önüne değil, ardına alarak yol’ alan(s.21) kahramanların, geçmişte yaşadıkları sıkıntılar, savrulmalar ve kanamalar, hem içinde bulundukları zaman dilimindeki söylemlerinde/anlatımlarında ağırlıklı yer almış, hem de geleceklerinde yaşayacaklarının da göstergesi olacak gibi vurgulanmıştır. Nitekim ‘Sağanak (I)’ adlı öyküde Andaç, “ ‘benim ol, bende kal’ demenin kitabı yazılmadı, ama acısının dermanından herkes söz eder oldu”(s.21) diyerek bunu ortaya koymaya çalışıyor. ‘Dokununca Zaman Sensin’ ve kitaba adını veren ‘Yoksa Aşk Ölür’ adlı öykülerde ise, aşk, acı ve ‘zaman’ arasındaki karşılıklı Andaç, öykülerinde hayatı ıskalamışlığının yarattığı sıkıntıları, saretkileşimi ortaya koy sıntıları, çatışmaları, özlemleri ve duyguları ortak bir ‘ada’ metafomaya çalışıyor Andaç. ruyla ele alıyor ve soru(n)lara cevap arıyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 847 ‘Gözlerindeki nemi içinde’ hisseden bireyler arasında bir kıyı bırakmayan zamanın, ‘hayatın taşma noktası’nda bireylerde bıraktığı acıyı, yalnızlığı görmek mümkün. Nitekim ‘Yoksa Aşk Ölür’ adlı öyküdeki, ‘yeryüzünün merkezinde, dünle bugün arasındaki ince çizginin kopuş noktasında’ duran(s.70) kahramanın, yalnızlık ve yabancılık çektiği, ‘geçmişi olmayan, görünmeyen bir adam gibi gölge’sini(s.69) gezdirdiği bir kuzey kentinde, söz konusu acısını dindirmek için bir aşk aradığını görüyoruz. Bu öyküdeki kahramanın, yaşadığı/ hissettiği acıların yoğunluğu doğrultusunda bir aşk arayışı içinde olduğunu, içinde bulunduğu sıkıntılardan/zorluklardan ancak kendisini aşkın kurtaracağını düşündüğünü anlıyoruz. Bu arayış içerisinde çekilen acılar ise zamanla zevk vermeye başlar kahramanımıza. Çünkü varlığını acıya borçlu/bağımlı olan, onsuz yapamayan, ondan beslenen bir aşktır söz konusu olan. ‘Böylesine tufanlar olmazsa yaşadığımızın anlamını nasıl kavrayabiliriz’(s.71) diyen kahramanın da belirttiği gibi, öyküde acıya farklı bir anlam yüklenmiş ve bu duygu yaşamı anlamlı kılan, yaşamın bir parçası olan bir unsur olarak görülmüştür. Sonuç olarak, bir birinden güzel dil anlatımlarıyla beslenen ‘Yoksa Aşk Ölür’deki öykülerde Andaç’ın, yaşama ve birey(ler)deki acılara, çatışmalara odaklandığını söylemek mümkün. Öykülerdeki ortak temanın, öyküleri birbirine bağlayan ana unsurun kaçış, kapanma, gerçeği arayış, yolculuk ve bunun yanı sıra aşk, nefret, birey/toplum arasındaki çatışmalar ve geçmişe yönelik bir özlemin olduğunu söyleyebiliriz. Andaç’ın, bireylerin hayatı ıskalamışlığının yarattığı bu sıkıntıları, sarsıntıları, çatışmaları, özlemleri ve duyguları ortak bir ‘ada’ metaforuyla ele aldığını, içinde yaşattığı ‘adada’ bulduğunu ve ‘adası’na çekilen bireylerin çatışmalarını, hesaplaşmalarını, iç sesiyle konuşmalarıyla anlatarak bu soru(n)lara cevap aradığını görüyoruz. Bu arada, ‘deneme, bilme/öğrenme/hayatı kavrama labirentlerine açıklık getirmiş, bir tür kılavuz olmuştur bana...Hayatı, nasıl daha iyi kavrayabilirimin yolunu/yordamını denemenin açtığı kapıdan girerek öğrenmeye çalıştığımı söyleyebilirim’ diyen Andaç’ın, bu öykülerinde zaman zaman denemeden beslendiğini ve denemeye kaçan bir üslupla hareket ettiğini de belirtelim. ? [email protected] SAYFA 11