Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Çiğdem Sezer’le ‘Dünya Tutulması’nı konuştuk... ‘Dünyayla bir derdi olanın uğraşı değil midir şiir?’ Bu yılın Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü Çiğdem Sezer'in. Yom Yayınları'nca yayımlanan 'Dünya Tutulması' ile aldı bu ödülü Çiğdem Sezer. Sezer'le bu kitabını konuştuk. ? İbrahim DİZMAN om Yayınları’nca okura sunulan “Dünya Tutulması” adlı şiir kitabınla 2006 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülünü aldın. Bu kitaptaki şiirlerde de, öncekiler gibi derinden bir kederin akışı var. Keder senin şiirine yakışıyor diyebilir miyiz? Benim dünyaya yakışıp yakışmadığımı bilmek gibi bu. Var’ım işte, buradayım. Kim yakıştırmışsa... Şiir, içimdeki bir şey, keder de. Dünyayla bir derdi olanın uğraşı değil midir şiir? Öyleyse... Ha Y ni, varoluşcular, insanın ancak sıkıntıyı/ kederi duymakla varolabileceğini söyler ya, bir anlamda katıldığımı söyleyebilirim buna. Ama hiçliğe varacak bir durum olarak algılamıyorum bunu. Bir şiirinde “kırk kapı kırk kez üzerime kapalı” diyorsun. İnsanlık hallerini çözümlemeyi ve anlatmayı seviyorsun şiirinde. Hangi kapılar kapalı yüzyılımızın insanına? İnsanlık hallerini anlatmayı sevmekten çok, anlamaya çalışıyorum. Ancak bu çaba götürebilir beni insana, götürebilirse. Başkaları adına söz söylemek mucize gibi geliyor bana; kendimdeki ben’i bile çözememişken, başka insana, öteki’ne dair ne söyleyebilirim? Ben, bana kapalı kapıları bilirim ancak. Başkalarının başka kapıları vardır, açılır belki, bilemem. Kimilerinin maymuncuğu bile olabilir. Kendime benzeyeni biraz tanıyabilirim ancak. Yarası yarama, kederi kederime benzeyeni. Kimdir o, onlar; bunu da bilemem. Şiirin vazgeçilmezliği bu bilinmezliğindedir belki, çözülmezliğinde. Aşk gibi, ölüm gibi. Kavuşunca bitermiş ya aşk; ölüm gelince de biz bilmeyiz, öyle bir şey şiir de. ‘Tamamına ermek’ olanaksız. Bulamayacağımı bile bile ararım o tam’ı, ararız. İşte bu arayışta görürüm kapalı kırk kapıyı; evlerin yorgun, eşiklerin yalnız, avluların kederli olduğu zamanları. Bu şiirin sonunda bir el açar kapıları, düzenler evi, avluyu, eşiği, yine de dünyanın gözlerine bakmaktan korkar güller. Demem o ki, kapatan da insandır kapıyı, açan da. Kimse kimsenin kapısını açamaz. Açarsa, ancak konuk olunur o kapının ardına. Asla senin olmaz o ev, o eşik, o avlu, o kuyu, o dünya. Kendiyle, dünyayla yüzleşemeyen insanın kapattığı kapılar var. Kurgulanmış sanal yaşamlar sürüyor oralarda. Ben de onlardan biriyim; kimse masum değil bu anlamda. Ama önemli bir fark var elbette; farkındalık ve çaba. Az önce sözünü ettiğimiz keder, bu farkındalığın armağanı değil midir? Burada, dünyada olma hali; kapalı kapıları, geceleri bile maskesiz dolaşamayan ruhları, ruhsuzları görmenin, bilmenin, aralarında, içlerinde olmanın, onlardan biri olmanın belki de, armağanı değil midir o keder?... MODERN BİREYİN ÇELİŞKİSİ Sevinçli şiirlerini de göz ardı etmemek gerek: “uğuldayan çarşı kalabalığından / çıkageldin, sevindim/ şarkılar seçtim kendime senden/ su sesleri terlik sesleri günlerden...” Uysal, evcil bir sevinç bu. O yırtıcı kederle uysal sevinci şiirinde buluşturman şiirinin gücü bence.. Sen ne dersin? Denge... Modern bireyin en büyük çelişkisi. Hele bir de kadınsa! Modern sözcüğünü yaygın içeriği ile kullanıyorum; yoksa kendimi o kavrama konumlandırdığımdan değil. Bu, kavramın dışında kaldığın anlamına mı geliyor? Hayır, bir şekilde içindeyiz. Bundan yakındığımı söylemeyeceğim. Ancak benim bu modern zamanlarla pek uyuşmayan ‘eski’ bir yanım var galiba. Yitirmek istemediğim bir yanım. Günümüzde kadın olmak, sosyal yaşamın içinde kalmak, anne olmak, yazmak... Böyle bakınca, tek bir bireyin taşıyamayacağı kadar ağır geliyor hayat. Dahası, yük olmaya başlıyor. O zaman, ‘denge’ diyorsunuz, bütün bunları yapabilmek, hayatı yük olmaktan çıkarıp, size ait kılmak. Yeni bir hayat ol’durmak yani. Bu ‘yeni hayat’ çabası, kedere de, sevince de aşinadır, olmalıdır. Verdiğin örnekten daha sevinçli şiirlerim de vardır: sevgilim/ çıplak sesim / hoş geldin / dar avluya, iç kapıya / seninle ikindi serinliği /mürekkep lekesi / sıkışık odalara yayılan damla / nasıl da şen şakrak şimdi / şu kırk yıllık küs ortanca. O sevgili, o çıplak ses, o sevinç; biri, bir ses, bir koku, bir ışık, bir anımsama, bir unutuş, bir bağışlama... Kim bilir? Tam boğulacakken, seni suyun yüzüne çıkarıveren bir güç. O anları kaçırsa insan, boğulmalarda kalır; su çekilse bile, onca zaman su altında kalmanın kederi boğar insanı. Bu yüzden ‘yırtıcı keder’ ve ‘uysal sevinç’. Bilinçli bir seçim mi, bilmiyorum.Yazma anında ne denli bilinçliyse şiir, seçimim de o kadar bilinçli olabilir ancak. Bana kalsa, kendiliğinden bir tercih, derim. Hücrelerimin bana sorma gereği duymaksızın tercih ettiği bir ‘doğru’. En başından beri yakından izlediğim şiir serüveninde imge, hep yol göstericin olmuştur. Yaşamın içinden, duru, anlaşılır ama çarpıcı imgelerle ördün hep şiirini. Bu yapıtında da böyle. Son yıllarda kapalı, anlaşılmazlığı amaçlayan “imge”lerle yazılan KİTAP SAYI Ayşen BALOĞLU ? SAYFA 18 CUMHURİYET 847