23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

? rumu’na saldırılması, aydınların da olup bitenlere eleştirel değil, çıkarcı bir bakışla yaklaşması, toplumun kafasını karıştırdı. Örneğin Atatürk’ün izlediği İlk Türk Dili Kurultayı’nı, "Türk rönesansının başlangıcı" sayan Fuat Köprülü, DP milletvekili olarak kürsülerden Dil Devrimine öfkesini kustu. Cep Kılavuzlarını hazırlayan kurulda etkin rol oynayan Falih Rıfkı Atay, kendi emeğini bile yadsıyan yazılar yazdı. Daha başkaları da karşıdevrimin ateşini benzinle besledi. İnsanlar Türk demekten, Türkçeyi savunmaktan korkar oldular. Eğitim kurumlarına, Dil Devriminin karşısavı olan "yaşayan Türkçe" yerleştirildi. TÜRKÇEYE GÜVEN... Yaşayan Türkçe inadı bitmedi mi daha? Azıcık köreldi; ama sürüyor. Bu sav, Türk İslam sentezinin, yani Mustafa Kemal’in manevi mirası olan "akıl ve bilimin" yerine inançları geçiren düşüncenin dil siyasasıdır. Bu siyasaya tutunanlar, Dil Devriminin geçmişle bağı kopardığını ileri sürerler. Bu sözü, devrimin dinle bağı kopardığı biçiminde Türkçeleştirebiliriz. Bu görüşte olanlar Dil Devrimiyle kazanılan sözcükleri ve bunları kullananları solcu, uydurukçu, komünist diye suçladılar. Örneğin devrimi savunanlar "imkân" diyeni suçlamazken, karşıdevrimciler "olanak" diyenin canına okudular. Böylece sözde aydınların sinsice, bilim dışı savlarla pişirdiği dil düşmanlığını siyasiler sofraya koydu. Gün geldi, yönetilenle yönetenler anlaşamaz oldu, gençlerin Türkçeye güveni sarsıldı. Bakın siyasilerden ya da kimi aydınlardan sıkça şu sözü duyuyoruz: Yanlış anlaşıldım! Hazretler, "soba tahtası"nı öyle havalı söylüyorlar ki, halk bunu "bayram haftası" anlıyor ve yapay bayram havası sürüp gidiyor. Politikacıların kullandığı dili, konuşma biçimlerini nasıl buluyorsunuz? Meclisteki kimi milletvekillerini sözlerimin dışında tutuyorum; yazık ki vekillerimizin çoğuna abeceden başlayarak yeniden dilbilgisi dersi vermek gerek. Bu milletvekillerinin kullandığı dil, Türkçenin bugünkü durumunu da gösteriyor. Kullandıkları dile bakarak yaşça genç, ama düşünsel açıdan çok yaşlı bir meclis olduğunu söyleyebilirim. Elinde metin yoksa, arka arkaya birkaç doğru tümce kuran pek az milletvekili var. Doğaçlama konuştuklarındaysa, sormayın… Kitap boyunca kullandığınız iki başlık var: "Büyük Devrimciye Sesleniş" ve "2000"lerin Türkiyesinde Nece Konuşuluyor?" Ayrı ayrı soracağım. Her olumsuzluk karşısında Anıtkabir’e koşanları eleştiriyorsunuz, hem de Atatürk’e seslenerek yakınıyorsunuz, niye? Hayır yakınmıyor, özeleştiri yapıyorum. Bizler karşıdevrimi biraz küçümsedik. Biz, ulusal ve evrensel değerleri bilgiyle sanatla harmanlamayı amaç edinmişken; karşıdevrim ulusallığı, dinsel ırksal öğelerle kardı, evrensel bilgiyi yok saydı; sanatı karaladı. Bu kargaşa ortamından en çok dil etkilendi. Ben cumhuriyet değerleriyle yetiştim, Atatürk’e seslenişim, Atatürkçülere sesleniştir aslında. Başka kime olacak? Peki, "2000"lerin Türkiyesinde Nece Konuşuluyor?" Buraya dek "performans"ımı nasıl buldunuz? "Canlı performans"ımı da göstereyim mi? "Light" yiyeceklerle, "Turca Cola"larla beslendiğimiz bir dönemde "Turkalaşmayı" benimseyenler nece konuşur? Bayrağa saygısızlık yapanları kınamak için dev bayrak asan bir alışveriş merkezini unutamıyorum; insan utanır… O dev bayrağın arkasında Türkçe ad yok gibiydi. Adı yabancı yerlere girip İngilizce sözcükleri sıralayın, satıcılarda nasıl şafak atıyor göreceksiniz. Dahası kimisi kendi işyerinin adını söyleyemiyor, bu adları sokaktan geçen birine okutun… Herkes nasıl kekeliyor; nece konuşulduğu ortada… CUMHURİYET KİTAP SAYI Yabancı adlandırma her yeri sardı, Atatürk’ün vasiyeti üstündeki hukuk lekesinin sürdüğünü dile getiriyorsunuz. Sesinizi yeterince duyurabiliyor musunuz? Karamsar mısınız? Bizler, birçok saygın yazar ve dilci, bir kültür devriminin savaşımını veriyoruz. Uzun zamandır, inançların, bilgi ve sanat yerine pazarlandığı düşünülürse, yaptığımız zor bir iş. Mahallenin delisi olmayı gerektiriyor, istediğimiz de mahallelerde delilerin çoğalması. Herkes önce kendi mahallesinin temizlenmesine emek versin diye çabalıyoruz. Emeklerimizin boşa gitmediği de ortada… Dil Derneği’nden 20 yıl önce Türkçesi varken çağrısı yaptığımızda kimileri gülümsemişti, şimdi çağrımız her kesimde yankı buldu. Dün sözcük ürettiğimiz ve bunları kullandığımız için bizi suçlayanlar, sözcük yasaklayanlar, yasakladıkları sözcüklerle konuşur, dahası sözcük uydurur oldular. Bugüne dek ağızlarından Türk Devrimi, Dil Devrimi kavramlarını duymadıklarımız, yasa dilini yenileştiriyorlar. Az şey mi? Karamsar değilim, körü körüne iyimser de değilim. Çünkü savaşım sürüyor ve Atatürk’ün Türk Dil Kurumu eski biçimine getirilmediği, bunun için çaba harcanmadığı sürece Atatürkçüyüm diyenlere inanmayacağım. Kitapta, milliyetçi muhafazakârların, Türkçeyi sevmediğini açıklıyorsunuz, bu nasıl bir milliyetçilik? Atatürk’ün akıl ve bilimi öncü alarak öngördüğü milliyetçilik değil kuşkusuz. Bu soruya milliyetçi muhafazakârların açıkça yanıt verdiğine ben 35 yıldır tanık olmadım; hep sığ sularda dolanırlar. Dayanakları bilimsel değil, dedim dedi üstüne kuruludur. E, uzun zaman iktidar olanaklarından yararlanınca da açıklama yapmaları gerekmiyor ayrıca. Her yer babalarının bahçesi… DOĞRUYU SÖYLEMEK Kısaca açıklamanızı istediğim bir şey daha var: Ülkenin ve Türkçenin "inşallah"la "okey" arasına sıkıştırıldığını söylüyorsunuz, ülke ve Türkçe bu kıskaçtan nasıl kurtulacak? Gerçek aydınlar, ekmeğini kurtarmak için günü kurtarmaya bakan halka doğruyu söylemekten çekinmediğinde… Ses bayrağımız Türkçenin sözcük sözcük çiğnendiğini; düşünce özgürlüğünün, demokrasinin doğru iletişimle sağlanacağını, bu işe inançların karışmayacağını dürüstçe, namusluca anlattıklarında… Düşünce özgürlüğü adına demokrasi lastik gibi kullanılıyorsa, ülkenin siyasal ve ekonomik bağımsızlığı elden giderken, her söz "inşallah"la başlayıp "okey"le bitiyorsa… Birtakım aydınlar, bu olup bitenlerin "hayırlara vesile olmasını temenni edenleri" dinliyor ve onaylamasa da onaylıyor görünüyorsa, Cumhuriyetin temel ilkelerini yaşama biçimi edinenler, yeni bir Atatürk beklemek yerine, Atatürk’ün ardılı oldukları bilinciyle şahlanacaklar, kurtuluş burada. Dilimizde tüy bitse de Rıfat Ilgaz’lar gibi "Sev Türkçeni çocuğum/ Dilini sevenleri sev" diyeceğiz; kendi dilini seven, bütün dilleri sever, yurdunu da insanı da sever, emeği de… Kurtuluş, o kadar da uzak değil, olmamalı… Durmadan soracağız ve sorularımızın arkasını bırakmayacağız; tek istediğimiz bu; soracağız: Bu adı, tadı yabancı olanları bize niye yutturuyorsunuz? Ey sen işadamı, sen sanatçı, sen üretici, kendi sütüne, sabununa, giysine, koltuğuna, halına, yatağına Türkçe ad bulamıyor musun? Dilinden niye utanıyorsun? Teşekkür ederim. Güzel bir söyleşi oldu; ama biliyorum daha sözünüz bitmedi. Dilerim kitabınız çağrılarınızın, sorularınızın yaygınlaşmasını sağlar da dilinizde biten tüyler işe yarar. ? Dilimde Tüy Bitti/ Sevgi Özel/ Çınar Yayınları/ 208 s. 836 SAYFA 5
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle