22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hasan Özkılıç, bu kitabında Şerul’da Beklemek adlı ikinci kitabına göre daha temkinli, daha bilinçli ve özenli. Oradaki doğallıktan uzaklaştığını, evcil bir dile yöneldiğini söyleyebileceğimiz bir eğilimde. Katar’da da benzer bir olay anlatılır; bu defa araya folklorik, mizahi öğeler katarak sevimli bir öykü oluşturur. Yitirdiği aşktan kalan, bir ucunda sevgilinin adının baş harfleri; Rus kızıyla onun açtığı yarayı bastırmaya, unutmaya çalışan birinin, bir orta sınıf kasabalının gülünç hali. Bir okuyucusu oluşmuştur diye düşünüyorum, özellikle de ikinci baskısı ya ? insanı okurken; tam tersine rahatlatıyor; bu özellikleriyle bu öyküler denebilir ki sözünü ettiğimiz, dolambaçlı anlatım tekniklerine göre daha çok günümüz okuyucusuna göre. pıldığına bakılırsa Orada Yollarda’dan sonra Özkılıç’ın. Bundan önemlisi Kuş Boranı, Şerul’da Beklemek’te de göstermişti; bir alan oluşturacağını öykücülük coğrafyasında kendine, kimseye benzemeyen, bazı öykücülerimizi bazı bakımlardan anımsatsa da giderek kendini koyduğu, kendi olabildiği, bir okuyucu profili getirebildiği için gözlerimizin önüne. Çünkü, yazınsal olsun olmasın, öykü, anlatı gerilimi gerektiriyor, gerilim de bir trajediye dayanıyor, dayanması gerekiyor; Özkılıç’ın öyküleri de böyle, ama bir farkla, bu trajedilerde projektörü iyilere tutuyor, onların iyimserliğini göstermeye çalışıyor, onlar da görmüş geçirmiş insanlar gibi bir olgunlukla davranıyor. Bunun bir yararı da az yemeklerin tadının damakta kalması gibi, öykünün ruhunuzun bir yerlerinde iz bırakıyor olması. Bir Yılbaşı Gecesi’ndeki savcı ve mahkumların ilişkileri Özkılıç’ın bu biçeminin örnekleneceği en önemli göstergesi insancıl, iyicil yaklaşımının. Veya Güzel Günler Göreceğiz öyküsündeki gibi, kadınların dünyasına giriyor, bir kasabadaki lezbiyen ilişkileri getirerek işçilerin sömürü, direniş, grevlerinden söz ederken ve intikam, cinayet arasında bile. KÜÇÜK İNSANLARIN BÜYÜK AŞKLARI... Katar’da Kafkasya’nın halkları, Rus, Kürt, Türk, Azeri, Acem, Ermeni hepsinin karıştığı, Benim Babam’da öylece adların, etnik kimliklerin karıştığı Özkılıç, böyle bir mekân, böyle bir ortam yaratıyor; kendi kasabasını, orada eski kuşakların yitirdiklerini bulacaklarını, yenilerinse bir zamanlar küçümsenen mekânlarda, küçük insanların büyük aşklarını, büyük özlemlerini sevecenlikleriyle ayrımına varmalarını sağlayacak. Bir yazınsal metinde kurulmuş bu evren, bize kasabaların tarihini anlatmıyor, bir tarihsel dönemi yaşatıyor; evet, yersiz değil bu tarih vurgusu, çünkü artık o dinginlik, o sevecen dünya bir tarih ve ancak Özkılıç gibi anlatıcıların öykülerinde yakalanabilecek, duyumsanabilecek. Hasan Özkılıç, bu kitabında Şerul’da Beklemek adlı ikinci kitabına göre daha temkinli, daha bilinçli ve özenli. Oradaki doğallıktan uzaklaştığını, evcil bir dile yöneldiğini söyleyebileceğimiz bir eğilimde. Kitap ikinci baskısıyla ve aldığı övgülerle bu eğiliminin doğru bir çizgide olduğunu söyleme olanağını da veriyor. ? Orada, Yollarda/ Hasan Özkılıç/ Can Yayınları/ 158 s. munun babasının erken ölümüyle bozulan ruhsal yapısı ve Virginia Woolf’tan aldığı esin gereği acıyı bir an önce sonlandırma yolunu seçmesine bağlar” (152). Saul Bellow ve Sylvia Plath ? Melis MÜLAZIMOĞLU* tatürk Üniversitesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Kamil Aydın, Entelektüel Yabancılar ve Ölümcül Kimlikler: Saul Bellow ve Sylvia Plath, (2005) adı altında yayımlamış olduğu kitabında, Amerikan edebiyatının özellikle 60’lı yıllarda entelektüel duruşlarıyla göze çarpan iki önemli sanatçı kimliği üzerine yoğunlaşmaktadır: Saul Bellow ve Sylvia Plath. 1915’te Rusya’dan Kanada’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak doğan Amerikan Yahudisi Saul Bellow, ilerleyen yıllarda Şikago’ya yerleşmesinin ardından aldığı nitelikli eğitim ve yaşamış olduğu mekânsal çeşitliliğin de bir sonucu olarak, yazarlık deneyimine başlamıştır. Yazarın 6. kitabı olan 1964 basımlı Herzog/Nefret, bir üniversite profesörünün kendisi ve çevresiyle hesaplaşmasını ve topluma entegre olamamanın verdiği derin yalnızlığı anlatır. Polonyalı profesör bir baba ve Avusturya kökenli öğretmen bir anneden 1932’de Boston’da dünyaya gelen Sylvia Plath ise, ailesinden aldığı disiplinli eğitim sayesinde yazınsal çalışmalarına başlamış ve özellikle şiir alanında büyük bir başarı kaydetmiştir. Plath’ın tek romanı olan 1963 basımlı Sırça Fanus/The Bell Jar, Boston’lu üniversite öğrencisi genç bir kızın ataerkil düzenin yaptırımları sonucu yaşadığı ruhsal çöküntü, intihar girişimi ve bunalım üstüne yoğunlaşır. Doç. Dr. Kamil Aydın yayımlamış olduğu kitabında, Bellow ve Plath’ın adı geçen romanlarındaki otobiyografik izdüşümlerden yola çıkarak, entelektüel kavramını, 1950 ve 60’lı yıllar Amerikan toplumunun sosyal ve siyasal görünümünü, ırk ve cinsiyet ayrımını, modern kent yaşamı ve aile ilişkilerini, yabancılaşma, ölüm olgusu ve intiharı sorgulayarak, Amerikan yazınında sıkça değinilen bu konuları Bellow ve Plath’ın kendi özyaşamöykülerinin üzerinden bir kez daha ele alır. “HERZOG” VE “SIRÇA FANUS” Kamil Aydın’ın kitabında altını çizdiği ikinci bir nokta da, Bellow ve Plath’ın içinde bulundukları toplumun sosyopolitik, kültürel ve ekonomik koşullarına ayak uyduramamaları sonucu, Plath’ın 50’li yılların başkaldıran kadın rolünü benimsemesi ve Bellow’un 60’ların maddeci Amerikan toplumunun kurbanı olan Yahudi bir göçmen rolünü üstlenmesine bağlar (78). Bu açıdan bakıldığında, Aydın’ın eleştirel kitabı, otobiyografik motifler taşıyarak kurgu ve gerçeği harmanlayan Herzog ve Sırça Fanus romanlarının sadece tematik ve biçemsel eleştirisini yapmaktan ileri giderek, her iki romanın mizansenini oluşturan 50 ve 60’lı yıllar Amerikan toplumunun kültürel, ekonomik ve ideolojik panoramasını çizer ve böylesi tarih odaklı bir bakışın sonucunda okuyucuya geniş çerçevede ele alınan bilgiler bütünü sunar. Doç. Dr. Kamil Aydın, Herzog ve Sırça Fanus romanlarını incelemiş olduğu bu kitabında, Amerikan edebiyat geleneğinin hem “yalnız, yabancı, acı çeken yazar” titrini verdiği, hem de edebiyat çevrelerinde elde ettikleri hatırı sayılır başarıdan dolayı olmazsa olmazlarından yaptığı Saul Bellow ve Sylvia Plath’ı bir araya getirmiştir. Böylelikle, biz edebiyat okuyucularına, göçmen ve Yahudi sorunsalı, geleneksel erkekmerkezli Amerikan toplumunda kadının yeri, cinsiyet, kimlik, aidiyet ve varoluş sorunları, ölüm ve intihar gibi kavramları kapsayan çoksesli bir pencereden seslenmiştir. Eleştiri yazısı doğrultusunda benimsemiş olduğu yalın dili ve akıcı retoriği sayesinde, akademik çevrelere, edebiyat öğrencilerine ve Amerikan edebiyatının önemli eserlerini öğrenmek isteyen birçok okuyucuya yardımcı olmanın yanı sıra, Aydın’ın kitabın önsözünde de ifade ettiği gibi, gittikçe daha fazla sorunsallaşan bir dünyada, yabancılaşma, sürgün, acı çekme, intihar, yaratma ve yazı yazma gibi eylemlerle ilgilenen herkese bir ışık tutacaktır. ? Entelektüel Yabancılar ve Ölümcül Kimlikler: Saul Bellow ve Sylvia Plath / Kamil Aydın / Eser Ofset Matbaacılık / 2005 / 165 s. (*) Ege Üniversitesi Ed. Fakültesi Amerikan Edebiyatı Bölümü Araştırma Görevlisi SAYFA 27 A YABANCILAŞMA/ SÜRGÜN OLMA Kamil Aydın’ın kitabında özellikle altını çizdiği noktalardan biri, Bellow ve Plath’ın cinsiyet farklarına rağmen, iki yazarın toplumdaki akademik/entelektüCUMHURİYET KİTAP SAYI el/bireysel duruşlarının sonucunda karşılaştıkları benzer “yabancılaşma/sürgün olma”durumudur. Birer aydın olarak, görev ve sorumluluklarının bilincinde olma ve toplumsal olaylara duyarlı yaklaşmaları sonucu ve birer yazar olarak da hayatı kendi potalarında eriterek algılama süreçlerinin sonucunda ortaya çıkan hassasiyet, Bellow ve Plath’ı ister istemez merkezin dışına iterek, onları aile, iş, çevre ve en sonunda da kendilerine karşı yabancılaştırmıştır. Bu yabancılaşma, Kamil Aydın’ın Herzog ve Sırça Fanus’tan örneklendirerek gösterdiği üzere, kimi zaman nefrete ve öldürme isteğine, kimi zaman da içe 1915’te Rusya’dan Kanada’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu kapanmaya ve intihara yol aç olarak doğan Amerikan Yahudisi Saul Bellow (üstte), ilerleyen mıştır. Okuyucuların, Sylvia yıllarda Şikago’ya yerleşmesinin ardından aldığı nitelikli eğitim ve yaşamış olduğu mekânsal çeşitliliğin de bir sonucu Plath’ın romanı Sırça Faolarak, yazarlık deneyimine başlamıştır. nus’ta karşılaştıkları şairane öz yıkım, kitabın kahramanı Esther’in ve daha sonra da Polonyalı profesör bir baba ve Avusturya kökenli öğretmen Plath’ın kendisinin gerçek bir anneden 1932’de Boston’da dünyaya gelen Sylvia Plath hayatta bilinçli olarak seçece (altta) ise, ailesinden aldığı disiplinli eğitim sayesinde yazınsal başlamış ve özellikle şiir alanında büyük bir baği mutlak sonun bir alegorisi çalışmalarına şarı kaydetmiştir. şeklinde yorumlanır. Saul Bellow’un Herzog’unda ise, roman kahramanı Moses Herzog’u mutlak son olarak intiharı seçmesinden ziyade, kendisini karamsarlığa, şiddete ve öldürme isteğine iten olumsuz duygulardan kurtulmak istemeyip, acı çekmeye olan eğilimini sürdürmesi şeklinde görürüz. Kamil Aydın, otobiyografik iki eser arasındaki bu farka kitabında sıkça değinerek, Bellow’un intiharı seçmemesinin gerçek nedenini, onun “Yahudi geçmişinden kaynaklanan kültürel ve dinsel öğeler, ve yine Dostoyevski ve Wordsworth’ten etkilenerek kazandığı romantik ve hümanist yapısına bağlarken, Plath’ın duru836
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle