05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... KISA KISA... Kara Tohum BELİRSİZLİK, YANLIŞ HESAP, YETERSİZLİK VE ŞANS Yazar, savaşın içindekileri; belirsizlik, yanlış hesap, yetersizlik ve şans olarak tespit etmiş. Deneyimi ve eğitimi eksik olan savaş önderleri veya savaşçılar için geçerlidir bu. Oysa savaş baştan aşağı akıl, strateji, operasyon, taktik, teknik, deneyim, hazırlık, arazi, iklim koşulları, düşman olanaklarının değerlendirilmesi ve doğru kullanılmasıdır. “Savaşın nasıl bir şey olduğu anlaşılırsa, ileride de nasıl olacağı kestirilebilir.” Bu tümceye en iyimser yanımla baktığımda sevgili Pamukoğlu belki de şunu demek istiyor; savaş insandır, insan da savaştır, hangisini çözersen diğerini de çözmüş olursun… Hep bildiğimiz ve savaşın çeşitlerinden olan, gayri nizami kuvvet harekâtı ve gayri nizami kuvvetlere karşı koyma harekâtını “Asya Tipi Savaş” diye adlandırıyor Pamukoğlu. Bir kere savaşları coğrafyalara ya da oralarda yaşayanlara göre adlandırmak da yanlış olur. Çünkü savaş yöntemleri bulaşıcı hastalık gibi insanlar arasında çok hızlı yayılmıştır. Peki, örneklerini verdiği Bolivya, Küba ve Kuzey Kafkasya’da yapılan savaşlara ne diyeceğiz? Adını değiştirmekle savaş kavramını değiştirmiş mi oluyoruz? Şuna katılırım; bundan böyle cephe savaşları zor çıkar! Eğer üçüncü ve topyekun bir dünya savaşı çıkacaksa o da cephelerde değil sivil halkın da karışacağı gerilla savaşları şeklinde olacaktır. Buna rağmen savaş savaştır, gerilla gerilladır, yöntem ve kavramlarda yeni ve değişen bir şey de yoktur bence. Kara Tohum’un 31’inci sayfasında, dünya haritası üzerinde kültürel ve politik bir hassasiyetler sınırı çiziyor Pamukoğlu. Oysa hem harp tarihi, hem de harplerin geleceğine baktığımızda böyle bir hassasiyet sınırı çizmek olası mıdır? Dünyanın her yerinde her an bir kıvılcım ya da bir alev almaya hazır barut yok mudur? ? Cumhur UTKU itabı okurken aklıma hep eskiçağlardaki Çinli komutan SunTzuVu’nun “Harp Sanatı” isimli yapıtı geldi. Harp Sanatı, askeri bilimler alanında dünyada mevcut en eski yapıttır. Milattan önce 500 yılında ve milattan sonra 2005 yılında savaş üzerine yazılmış iki kitap ve ayrı dünyaların iki komutanı. Savaş aynı savaş, çünkü insanlar birbirlerini aynı gerekçelerle ve aynı yöntemlerle boğazlıyorlar. Generaller adı üstünde stratejisttirler. Komutanlar ise Pamukoğlu’nun kitabında devamlı kullandığı tanımla “savaş önderleri”dir. Bölümlerde sırasıyla sözünü ettiği Ho Şi Minh, Şeyh Şamil, Şahin Bey, Yüzbaşı Skorzeny ve Ernesto Che Guevara birer savaş önderidir. Hiçbiri general değildir. Oysa savaş önderi olmuş en iyi general örneği ise Mustafa Kemal’dir. Pamukoğlu, gerilla savaşı ve psikolojik savaş konusunda verdiği örnekleri iyi yakalamış ve kitabın yarısından çoğunda dünya çapındaki bu önderlerin bilinen hikâyelerini bize hatırlatmış. Önsözü kendi yazmış. İnsandoğa ilişkisinden ve insanın özü nedeniyle savaşların sona ermeyeceği, eremeyeceği yargısından sonra bu insanlık dramının bir başka boyutta devam edeceği ve bu boyutun da terör tanımlamasına denk geldiğine, bunun da açık adıyla gerilla savaşı olduğuna vurgu yapmış… Bu konuda haber veriyor ve haberli olmamız gerektiğini anımsatıyor. “Önceden haber alan, hazır olur” vurgusu, “benden söylemesi” şekline dönüşüyor… “Tarih olayların yinelenmesinden ibarettir, sözü gerçektir. Yani her kuvvet, kendi soyunun devamını diğerinin mahvolmasında aramaktadır” sözü ile ne demek istediği anlaşılmıyor. Kutsal kitaplardan alıntı gibi… Bu bölümlerde ve kitabın genelde tamamında hep vurgulamaların, yargıların ve kesin görüşlerin okuyucuya aktarılması var. Kitabın bazı yerlerinde savaş önderi (komutan demiyor kasten, çünkü herkese komutan denilebiliyor) ve savaşçı (aynı nedenlerle de asker demiyor) birbirine karışıyor. İnsan, insanlar, insanlık hangisi yargılanıyor belli değil. “İnsan, genetik olarak bir, en fazla iki nesil öteyi düşünmeye eğilimlidir” demek, insanı atlarla, kurtlarla, aslanlarla bir tutmak olmuyor mu? Oysa bırakın neslini, kendi yarınını düşünmeyenlerle dolu değil mi bu dünya? K HALK VE KAYNAKLAR Enteresan bir cümle daha size: “Halk ve kaynaklar her zaman kullanılmaya hazır hammaddelerdir.” Kim için mi? Devrimci önderler ve devrimci örgütler için! (sayfa 32) Bence maalesef karşı devrimciler için de! 34’üncü sayfada kitabın özeti var: “Savaşın temel doğası ve gücü, insanın iradesi ve boyun eğmezliğidir. İnsanların ideolojik ve dinsel etkileri, yaratıcılıkları karmaşık silah sistemlerini her defasında yenecektir. Savaşa hazırlanmayı askeri bir bilge olarak (bu uyarı, Genelkurmay karargâhındaki bilgelere herhalde) ve kendini vererek ciddi şekilde düşüneceklerin işe başlayacakları esas nokta burasıdır.” Yazım türü bakımından bu kitabı hangi tür bir yapıt sayacağımı bilemiyorum. Kitapta tahmin edildiği gibi sosyolojik ve psikolojik savaş yorumları yok. Tam savaş felsefesine dalmışken birden liderlik dersleri almakta olduğunuzu fark ediyorsunuz. En iyisi bu kitaba harp tarihi ders notları diyebilirsiniz. Çünkü önderlik ve özel harp örneklerinin anlatıldığı bölümler gerçekten Özel Harp konusunda iyi seçilmiş harp tarihi örnekleridir. “Savaşta insan yönetmek, düşmanı alt etmenin ilk koşuludur!” (sayfa 36) tümcesi hemen “Eğer askerlerinizin ruhuna inemezseniz komutanlık yapamazsınız!” yargısını aklınıza getiriyor. Şu yargı ise yanlış bence: “Sadece geçmişteki savaşları inceleyerek gelecekteki savaşlar düşünülemez ve öngörülemez! Öyle olsaydı, en iyi tarih profesörü en iyi savaş önderi olurdu!” Tarih profesörleri savaşların içeriğini ve tekniğini mi incelerler? Bu incelemeyi yapana harp tarihçisi denmez mi? Evet bence harp tarihçilerinin değerlendirmeleri çok önemlidir ama savaşa karar veren ve onu yöneten siyasal önderlerdir. Elbette Pamukoğlu’nun dediği gibi eğer savaşı gerçek savaş önderleri yönetmiyorsa yenilgi ve hüsran kaçınılmazdır. “Savaş bir tehlike alanıdır”, buna tamam. Ama “Cesaret, savaşçının her şeyden önce gelen ilk niteliğidir” sözüne tamam diyemem. O cesareti doğuran, o gözü pekliği yaratan, o yiğitliği ortaya çıkaran, deneyim, ustalık, bilgi ve de inanç değil midir? O halde savaşta savaşçının ve önderlerin en önemli özelliği cesur olmak mıdır? Türk milletinin milli kültür ve milli eğitim seviyesini değerlendirecek ve gelecekteki olası milli savaşları buna göre şekillendirecek olan Milli Güvenlik ve Milli Savunma kurumları, hem bu özel savaşlara hem de Türkiye’ye özel bu tür sosyal psikolojilere hazır mıdır? Yeni tür savaşlar için örgütlenme ve silahlanma ne boyuttadır? Vatanın güvenliği ve savunması için devlet ve özellikle millet hazır mıdır? Bizim kuşak haydi dedelerimizden kalma madalyaların gücüne ve Kuvayı Milliye ruhuna sarıldık diyelim. Peki, bizden sonraki kuşak neden ve nasıl savaşacağını bilecek mi? Yoksa savaş çok kötü bir şey, ben barıştan yanayım deyip teslim mi olacak? Bu teslimiyetçiliği şimdiden görüyorsak nelere müdahale etmeli, neler yapmalıyız? Önemli olan nefes aldığımız ve suyunu içtiğimiz topraklar değil midir bizim yaşama sevincimizi veren? Yoksa bunlar da mı değişiyor? İşte açık ve net bir şekilde Kara Tohum bu soruların cevabını veriyor. Kısaca, Osman Pamukoğlu gene her subayın okuması gereken bir kitaba imzasını atmıştır. Öncelikle subaylara, sonra subay adaylarına, daha sonra da her yurtsevere salık veriyorum. ? Kara Tohum/ Osman Pamukoğlu/ İnkılap Kitabevi/ 292 s. Orada Yollarda ? Hayri K. YETİK I ğdır’dan veya İstanbul’dan yola koyulmuş olsa bile, sonuçta Azerilerin öyküsü oluyor, Hasan Özkılıç’ın Orada, Yollarda kitabı. Denilebilir ki Adını Arayan’daki soyut, imgesel kişisi bile Azeri’dir. Söze buradan başlamışken, atlamadan belirtmeliyim; en güzel öykülerden biri de bu. Eski halk öykülerinden çıkıp gelmiş bir aşk sanki; o kendine özgü sözceleri, biçemi, abartısız, ılımlı, içten, doğal, canlı anlatımıyla. Rindane bir bakış açısı bu, öylece bir görüş, algılama. Acı verici, yaralayıcı ama hayat bu, her şey gibi geçici, dedirten türden.. Kişileri genellikle sıradan insanlar, kasabanın sınırlarında gezinen; naif, çocuksu bir anlatımla. Duruş ve dil böyle olunca iyiler bir yakınımız gibi sevecen, bizden biri; kötüler de hayatın bir gerçeği olarak kabullenilmiş oluyor. Kötüleri linç etmiyor, yargısız infaza uğratmıyor, bizde, okuyucuda da böyle bir istek uyandırmadan, nefret duyguları yaratmadan, öykü içinde eritiyor, unutturuyor onları. Kendiliklerinden bana burada yer yokmuş der gibi uzaklaşır gider gibi. Ama asıl öykü kişileri öylece bir olağanlıkla size yakınlaşıyor, içinize siniyorlar. YORMAYAN ÖYKÜLER... Trjedilerden söz ediyor, ama öyküler içinizi tırmalamıyor, ağlatısal değil, bu da gelir bu da geçer der gibi. Belki de halkı halk gibi anlattığından, idealize etmeden, soyutlamadan, dramatize etmeden. Bu tutumunu hemen her öyküde sürdürdüğünü söylemek olası. Sanki içlerinde Ah Ahuzer, biraz daha tanıdık. İlk bakışta daha çok filmlerde görmeye alıştığımız, eşdeyişle filmlere özgü sandığımız pavyon aşklarını anımsatıyor. Pavyondaki kadına vurulmuştur adam, bütün servetini tüketir ve ihanete uğrar. Hayır böyle değil; toplumsal, siyasal, sosyal, tarihsel bir arka planı var ve insanı hüzünlendiren, insanca bir sonla, tatlı bir eğimle son bulur aşk ve öykü. Kendinin kılabildiği, çok işittiğimiz, çok bildiğimiz, tanıdık bir hikâyeyi aynı zamanda okunabilir hale getirmiş Özkılıç. En önemli yanı bence, son yıllar sanırım biraz da postmodern öykülere öykünmekten olacak, gelişen öykü çizgisindeki öyküler gibi yormuyor KİTAP SAYI “Osman Pamukoğlu gene her subayın okuması gereken bir kitaba imzasını atmıştır. Öncelikle subaylara, sonra subay adaylarına, daha sonra da her yurtsevere salık veriyorum” diyor Cumhur Utku yazısında. Osman Pamukoğlu ? SAYFA 26 CUMHURİYET 836
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle