22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Yazarların anıları, kendilerinin verimleyiş serüveniyle bu sürece değgin çok öznel bilgiler aktarırken yazın tarihimizin, hatta ötesinde toplumsal tarihin de birer belgesine dönüşmekte gecikmeyecek. Bunu örnekleyebileceğimiz iki anı kitabının sayfaları arasında gezinmeye ne dersiniz bu hafta? nılar, ister yazıyla ister sözle aktarılmış olsun, birer belge. Bu doğrultuda yazılı ya da sözlü tarihin belgeleri olarak da almak gerekiyor anıları. Yazarların anıları ise çok daha farklı… Çünkü bu anılar, onların yazın düzlemleriyle ilişkilenmemizi de sağlıyor aynı zamanda. Ötesinde nasıl olup da böyle bir yazın dünyası kurabildiklerinin ipuçlarıyla da karşılaşıyoruz anılarında. Hoş yazarlar, verimledikleri ürünlerinde de bunlardan yararlanabiliyor. Hatta bu anıları yazınsal gereçlere dönüştürmekte alabildiğine ustalaşıyor da. Demem o ki, biz yazarları okurken, onların anıları arasında da geziniyoruz bir bakıma. Ancak bu anılarla verimlenen yapıtlar arasında yine de kesin düzlem farkı çıkıyor ortaya. Nedir o? Anılar ne denli soyutlayıma, dönüştürüme uğratılmış olursa olsun bir doğrudanlık taşıyor yine de. Çünkü anılarında yazarlar, saltık anlamda kurmacaya dayandıramaz verimini. Ama saltık anlamda bir kurmaca verimi olarak niteleyebileceğimiz yapıt doğrudanlık taşımak zorunda değil hiçbir zaman. Başka bir deyişle anıların kahramanı yazarın kendisi olacaktır ille, oysa verimlenmiş ürünlerde, diyelim romanlarda, öykülerde yazar, kendisiyle özdeş göreceği kahramanlardan birine yükleyebileceği gibi pek çok kahraman arasında paylaştırabilir de bunları… Demek ki yazarların anıları, kendilerinin verimleyiş serüveniyle bu sürece değgin çok öznel bilgiler aktarırken yazın tarihimizin, hatta ötesinde toplumsal tarihin de birer belgesine dönüşmekte gecikmeyecek. Bunu örnekleyebileceğimiz iki anı kitabının sayfaları arasında gezinmeye ne dersiniz bu hafta? Bu iki kitaptan ilki Selim İleri’nin Anılar; Issız ve Yağmurlu (Söyleşiyi gerçekleştiren: Handan Şenköken, Doğan, üçüncü basım, 2002) başlığı altında toplanmış anıları. Öteki kitap Nedim Gürsel’in Sağ Salim Kavuşsak / Çocukluk Yılları (Doğan, 2004) adlı yapıtı. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası A Selim’le Nedim... gelimi Selim İleri, Şenköken’in sorularını her ne kadar duyarlık, duygululuk, tinsellik odaklı yanıtlamaya girişse de sonuçta aktarımları olgusallığın sınırlayıcı kısıtlaması altında kalıyor. Oysa Nedim Gürsel, yapıtını soyutlayım, dönüştürüm ağırlıklı yapılandırmaya çalıştığı için, anıları olgular, veriler aktarmakla birlikte duyarlık, duygululuk, tinsellik odağında kendini koyuyor daha çok. Aktarımda şaşırtmaca, daha doğrusu aktarımda önceleme biçiminde adlandırabiliriz bu durumu. Ancak biçemsel açıdan önemli bir ayrılık çıkarıyor bu karşımızda. Dıştan biçemsel gibi algılanabilecek bir durummuş gibi görünse de işin içinde bir başka önemli yan daha rol oynuyor. Birbiriyle sırt sırta durmuş, apayrı dünyalara doğru yol alıyor görünen iki ayrı çocukla karşılaşıyoruz çünkü andığım kitaplarda. Selim İleri’yle Nedim Gürsel, bugünlerinden bakarak gördükleri o çocuklukta iki ayrı evrenin ipuçlarını çınlatıyorlar kulaklarımızda. Küçük Selim’in çevresini kuşatan bir cehennem sanki. Oysa Nedim, çocukluğun cennet çayırlarında yol alıyor sanki bir çalım. Kendileri bunu bu şekilde söylemese bile bizim alımlayıcı olarak dıştan algılamamız böyle. Onca yitimlere karşın. İleri, geçmişte kalan çocuk Selim için “yalancı, hırsız, kıskanç” nitelemesi getirmekten çekinmiyor. Bunu da, anneyle baba arasında yaşandığına tanık olduğu iletişimsizliğe, evdeki sevgisizliğe bağlıyor görece. Gürsel, çocuk Nedim aracılığıyla yaşadığı mutlulukların neler olduğunu elden, gözden geçiriyor adeta. Yaptığı her iş, kompozisyon ödevlerindeki başarısı, birkaç sayfalık romanları, hamasi şiirleri övgülerle karşılanan bir çocuk o. Büyük güven duygusu verecektir bu elbette ona. Hele küçücük çocukken tasarladığı Türk ünlülerinden biri olma tutkusu küçümsenebilir mi hiç? İki yazar, iki çocuk, iki cin, iki büyücü çıkıyor işte böylece ortaya. Yazar olmaya yazar olacaklar her ikisi de, bu kesin. Ne ki Selim kendi cehenneminde kavrulmaya koyuluyor küçük yaşlardan başlayarak. Nedim’se enikonu mutluluklar derdiği sanısıyla bir cennete doğru yol alıyor görece. SANATÇI ADAYI İKİ ÇOCUK... Böylesi nitelikleri olan bir çocuk sanatçı olmaz da ne yapar? Öyle ya bir yanı büyücü, öte yanı asi, başına buyruk, burnunun dikine yürüyen, kendi dünyasında düşler içinde gezinen… Ev içi nasıl görünüyor bu arada? Kapanıp sürekli çalışan, çeviSAYI 836 İKİ ÇOCUK, İKİ BÜYÜCÜ... Her iki kitap da bizi iki büyücüyle tanıştırıyor: Adları Selim, Nedim olan cin fikirli iki çocuk. Yerlerinde duramayan kıpır kıpır iki yaramaz. Selim’i, Handan Şenköken’in soruları eşliğinde, ama yine de Selim İleri’nin ağzından tanıyoruz. Nedim’i ise bize Nedim Gürsel’in kendisi anlatıyor. İlki, sorulara verilen doğrudan yanıtlarla ortaya çıkıyor, ikinci kitap, Nedim Gürsel’in soyutlayımlarını, dönüştürümlerini de içine alıyor bir ölçüde. Bu çerçevede kitaplar, farklı dayanaklar ortaya çıkarıyor. SözCUMHURİYET KİTAP riler yapan babalar, okumayı yaşam biçimine dönüştürmüş anneler… Kitapların soluk aldığı, tartışmalarla örülü entelektüel birer aile yapısı yani. Selim’in ailesinde Almanya, Nedim’inkinde Fransa deneyimi, sonra yabancı dil. Her iki aile de Anadolu aydınlanmasının tipik birer göstereni. Selim’le Nedim’i kuşatan ilk gerçeklik şu ben Selim İleri ce: İkisi de evlerinin küçükleri, sonuçta “asi”leri aynı zamanda. Ardı sıra ailedeki yitiklerin saldığı bir türlü dindirilemeyen acılar, yatılı okulların gölgelediği yalnızlıklar, ergenliğin loş, çelimsiz kırılganlıkları. Küçücük çocuklarken daha, eperken yaşlarda başlayıveren yazım deneyimleri, şiirler, öyküler, romanlar. Çocuk dergisi okurluğu, derken Nedim’in buradaki süreğen yazarlığı. Aynı yazın dergileriyle teğet geçilen, ardından yazınsal okyanuslara doğru adım adım derinleşilen uçsuz bucaksız o kıta. Vedat Günyol aydınlığının Yeni Ufuklar’ında tava geliş, derken Memet Fuat’ın Yeni Dergi’siyle, neredeyse en sağlam iskeleden demir alıp yola koyuluş… Arada İleri’nin Varlık’la, Cumhuriyet’le ilişkilenişi. Biri belki cehenneme öteki cennete doğru yol alsa da yazarlığın yangınlarla kavruldukları evreninde ilerleyen iki delikanlı. Ne var ki ister cennet olsun ister cehennem, artık bir arayış işçisidir ikisi de. Yeniden yeniden çocukluğa dönüşlerini bu anlamda alabiliriz pekâlâ! Yazarlığın o inceliklerle dolu yolunda ilerlerken her ikisi de; cennete, cehenneme uğramaları durumu değiştirmiyor bu çocukların. Çünkü eksikliklerini tamamlamak üzere yol alıyorlar sürekli. O halde cennet ya da cehennem yaşadıklarında değil, kendi içlerinde Selim’le Nedim’in. TOPLUMUN GÖZLEMCİSİ İKİ ÇOCUK... Selim İleri, bu uzun söyleşide, Nedim Gürsel özyaşamöyküsel anlatısında çocukluklarını didik didik ederlerken yalnız ailelerini değil, bütün olup bitenleriyle birlikte çevrelerini, kentlerini, ülkelerini de tartaklıyor, deyiş yerindeyse hallaç pamuğu gibi atıyorlar. Ama mutlaka belirtmem ge Nedim Gürsel rek; bunu çırılçıplak bir ruhla yapıyorlar yine de onlar. Giyindikleri birtakım değerlerin ardına sığınarak ya da gizlenerek değil! Bu doğrultuda yazarların, kendi yaşamlarını evrensel kaygılar temelinde didiklediği savlanabilir kolayca. Sözgelimi küçük Selim’in tanıklığını yaptığı 67 Eylül olayları, acı anılar, deneyimler olarak yaşadığı 27 Mayıs sonrası, Yassıada mahkemeleri; Nedim’in yaşadığı toplumsal böbürlenme hastalığı vb. bu doğrultuda birer örnek olarak alınabilir. Nedim ulusallıkla (yurtseverlik) milliyetçilik (ırkçılık) arasında sıkıştırılan toplumun cenderesinden geçiyor nitekim bu arada. İleri de Gürsel de bütün giysilerinden arındırıyor çocukluklarını. İleri, şaşırtıcı, hatta yer yer irkiltici bir gerçeklikle yansıtırken bunları bize, Gürsel alaysamalı yaklaşımıyla ballandırıyor anlatısını. Dönem sorgulamasının, bireysel özsorgulamayla birlikte yürü tülmesi, anılara içtenlik getirdiği kadar nesnellik de kazandırıyor. Bu da anıların nitelikçe değerini yükseltiyor elbette. Selim İleri, bu arada, aile içindeki uyumsuzluklar, savrulmalar, duyarlı olamayışlar kadar yaşanan toplumsal, sınıfsal, kültürel çalkantıların aile ortamına yansıyışının da yazarın (ya da sanatçının) yeşerip boy atmasında ne denli önem taşıdığını gösteriyor ustalıkla. Anılar; Issız ve Yağmurlu’da Handan Şenköken’in övgüye değer sorularının da hakkı teslim edilmeli. Şenköken, Selim İleri denizinin kıyılarına indiriyor bizi. Yönelttiği sorulara da içiriyor bu birikimini. Nitekim Şenköken’in bakışı, kışkırtısıyla bir yurt gezisi, siyasa sorgulaması, insan atlası gibi de okunabiliyor kitap. Bu soruların ardında gizli o yoğun emek, ilk ağızda görülebiliyor hemence. Öte yandan anı, tanıklık denildiğinde Selim İleri’nin bu konuda uzman olduğu da düşünülebilir. Anılarını kaleme alacak yazıncılarla bu konuyu sorunsal boyutunda inceleyecek olanların yararlanabileceği bir kaynak metin aynı zamanda bu. Gerçekten de anı ya da tanıklık bağlamında bir ders kitabı gibi alınabilir çünkü Anılar; Issız ve Yağmurlu. Kitabın başlığı bile bizi bu yönde kışkırtabiliyor zaten. Anılarını, yapılandırma bağlamında farklı kılıyor İleri; bir yazarın uzak hatta soğuk bakışıyla yaklaşıyor neredeyse Şenköken’in soruları karşısında. Bunları dönüştürüp öykülerine, romanlarına konuk etmek bir yana, doğrudan anı olarak da kaleme almış bir yazar o. Ama bu kez Handan Şenköken’in eşliğinde birlikte didikliyorlar çocukluğu. Ayrıca şunu da belirtmeliyim: İleri, kendisine çok nesnel bakabilen az sayıdaki yazarımızdan biri. Bir yazarın anılarını okumaksa onun acılarına tanıklık bir bakıma. Biz de Selim’le Nedim adlı bu çocukların derinlerdeki acılarına tanık oluyoruz işte. Sağ Salim Kavuşsak’ı da yüreğiniz pır pır titreyerek okuyorsunuz. O anne baba; LeylaOrhan Gürsel çifti. Annenin matematik öğretmeni oluşuna karşın dilci, yazıncı, birbirini seven iki güzel insan. Nedim Gürsel’in hep özlediği, ölümlerine kendisini bir türlü alıştıramadığı. Hele o anne… Nasıl bir kadın öyle? Bir düş güzeli. Bize tanıtmak yerine onu bizde yaşatmayı yeğliyor Sağ Salim Kavuşsak’ta Nedim Gürsel. Bunun için de imgelemeyi yeğliyor, onları içselleştirip kendi dünyamıza buyur edebilmemiz için… Annenin babanın yeniden kurulması bu, bizim anlağımızda yapılandırılıp yaşatılması. Böylelikle yalnız kendisinde değil, okur bilincinde, belleğinde de sürdürülmesi bunun. Bana sorarsanız bu iki kitabı okumamak eksiklik değil yalnız; yanı sıra kendi acılarımızı saramayışımızın da beceriksizliği sanki. Ancak acılarını okuduğumuzda, kendilerinin acılarını paylaşıyor değiliz ki yalnızca bu yazarların. Yanı sıra alımlayıcılar da bu acılarda kendilerini bileme olanağı yakalıyor. Yani bir yandan acılarını dillendirdikleri için yüreklerindeki bukağıyı çözüp rahatlıyor yazarlar, öte yandan okur da kendi acılarını duyumsamak, yeniden yeniden duyumsamak fırsatını yakalıyor. Eksilmeyen, sıcacık bir ilgiyle, yakıcı gülümseyişlerle okunuyor her iki kitap da. Anı, tanıklık konusundaki gezintimizi önümüzdeki haftaların birinde yeniden sürdüreceğiz. ? SAYFA 31
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle