Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Rîitta Cankoçak "Göçmen Kuş'ta gurbetî anlatıyor BöçmtnKu» ve göçmen Riitta deyse hiç erimeyen karlar ülkesi imgesiyle tanınan anatoprağının erimeyen karları gibi bir "erimeyen keder" içindedir. "En sevimli anların bile / ya da en mükemmellerin üzerine bir kar tancciği düşer" ki ne düşer? Bu yaman özlem ve yarattığı hüznün zarif bir dışa vurumu ile bitcr kitabm ilk şiiri Göçmen Kuş ve daha ilk dizede şairin saf / temiz dokusunu ele geçirmenizi sağlar. yan bu soğuk, kar tanelerinden bezenmiş kundağı olmadığı için güneyin sıcağında üşümelere düşen birisinin ağzından. Ancak bütün bu çözümleme çabalarımın yanlış değerlendirilip Riitta'nın kahramanı "vatan özlemleri" ile salya sümük birtakım dizeler karalayan birisi olarak algılanmasın. O nedenle hep bilinçli olarak anatoprağı deyimini kullanıyorum yani doğal olanla edinilmiş olan arasında bir ayrım yapabilmek istiyorum. Çünkü bu doğrudan insana özgü bir şey. Şairin derdi de bu. Dünyanın neresinde olursa olsun insanların birbirini, içlerindeki ve dışlarındaki nesnel doğayı "fark etmeleri." Bunun ayırdının iyi yapılmaması ise insanı rahatça açmazlara, çözümsüzlüldere götürebilir. Sanırım bunu en iyi anlattığı şiiri de Tuzak ; "ben, / tuzaklarla konuşmaktan / çok yorulurum, / yaşamdan korktuğumdan değil. / ama / hep tuzaklarda dolaşmaktan / kalbim,/ sanki / yavaş vurmaya alışır / diye korkarım. / avcılarla oturmaktan / çok / yorulurum." "Avcılaşmış" insanlar kadar "gölgeleşmiş" insanlar da ürkütüyor şairi. Çünkü ona göre; "gölgeler hiçbir şey bilmezler. / hiç. / sütçüyü tanımazlar./ demirciyi tanımazlar./ balıkçıyı tanımazlar./ san mı, / kırmızı mı, / anlamazlar / pamuk ya da taş mı, / haberleri yok. / yoksulluktan ağlama/lar." Ve bu tablo da insan açısından çok acıtıcı bir tablodur. Gene de doğa ve çocuklar üzerinden büyüttüğü bir sevgi ile insana umut beslemeye şair kendisinden başlar, çünkü nedendir bilinmez arkasına bakar bu betimlediği manzarayı göriir ve "ilk defa / gölgemin, / iizüldüğünü/gördüm." diyerek umutlarını bile hüzünlc sarıp sarmalayarak bizc iletir. NAİF VE HUZÜNLU ŞİİRLER Riitta Cankoçak'ın şiirinde "bizden" olmayan bir şey yok. Ama bu şiirlerle biz örneğin Almanya'da ya da bir başka ülkede yaşayıp şiir yazan, film yapan sanatla uğraşan insanlarımızın bazılarının neden başarılı bazılarınınsa neden başarısız olduklannı anlayabiliyoruz. Çünkü başarılı olanlar gerçekten sanatın özündeki evrenselliği yakalayabiliyorlar. Riitta'nın başardığı da bu; bazı kereler tökezleyen tekniği, bazı kereler yanlış seçilmiş sözcükleri ile bazı kereler Fince'den (bir başka dilde düşünülüp) yapılmış çok iyi bir çeviri şiir kokusu ile "hâlâ düş içindeyim./ yüzüme konan gün ışıklarını,/ annemin elleri sandım./gözlerimi açtığımda,/gökkuşağını gördüm." diyerek globaJ dünya insanının gerek ekonomik, gerek iş ve aş ya da aşk, neden olursa olsun ortak derdi olan "gurbeti ve gurbetçiyi" kendi insan ve doğa sevgisi üzerinden bize son derece naif ama çok hüzünlü bir şekilde anlatan kcndine özgü bir Fin asıllı Türk şairi. • Göçmen Kuş/ Riitta Cankoçak/ Adam Yayıncılık, 2005/ 70 r. Riitta Cankoçak'ın şiirinde "bizden" olmayan bir şey yok. Ama bu şiirlerle biz örneğin Almanya'da ya da bir başka ülkede yaşayıp şiir yazan, film yapan, sanatla uğraşan insanlarımızın bazılarının neden başarılı, bazılarınınsa neden başarısız olduklarını anlayabiliyoruz. çünkü başarılı olanlar gerçekten sanatın özündeki evrenselliği yakalayabiliyorlar. Riitta'nın başardığı da bu. D Papatya TIRAŞIN oğrusu çoğu kişi gibi ben de önce seramik heykelleri ile karşılaşmıştım Riitta Cankoçak'ın. Yaklaşık aynı zamanlarda bu genç kadının Finlandiyalı olduğunu, Türk bir akademisyenle evlenip Türkiye'de yaşadığını öğrenip dağarcığımın bir yerlerine ycrlcştirmiştim. Doğrusu, bazı dergilcrde ara sıra görünen sanatçının Adam Yayıncılık'tan çıkan "Göçmen Kuş" isimli şiir kitabını ilk gördüğümde (dergilerdcki bir iki şiir değil) şairler dünyasında bir kitaplık yer alabilecek dcnli Türkçeye egcmen olup olamayacağı konusunda şüphelerim vardı. Bunu ortadan kaldıran ilk etken kitabın arkasında Ccvat Çapan'ın "Riitta"nın Türkçcyi anadili gibi kullanabildiğini yazması oldu. Okuyunca anladım ki lıoca doğru bir yargıda bulunmuş bir kez daha. Bir dc Ataol Behramoğlu'nun bir röportajında söylediği hiç aklımdan çıkmayan cümlesi vardır: "Şiir günlük dilin dışında değil ama derinliğindedir" diye bir saptamada bulunur usta şairimiz. Işte Riitta'yı okurken bunlar geldi aklıma. Öyle ki, son yıllarda çığ gibi artan yabancı kökenli Türk gazeteci, yazar, oyuncu vc bilim insanına ek olarak Fin asıllı bir Türk şairimiz de var diyebiliriz. Üstelik iyi bir şairimiz. Şairin ismi dışında yabancı kökenli oluşunu sadecc şiirlcrin tümünü okuyup bitirince daha iyi anhyorsunuz; zira şiirleri bir bütünlük halinde, "gurbetçinin" anatoprağımn kendi csas "kundağı" olduğunu hiç ıınutturmuyor. Yani bizden bir deyişle, sıla hep gurbetçinin içinde kalıyor. Riitta da rarklı değil; o da "kardan bir kıındak içinde" diye tanımladığı ve nere YABANCILAŞMA... Kendi anatoprağı ile yaşadığı gurbet toprağı için ayrım sadece "natııra" farklılıklarından doğan bir ayrımsallaşma değildir elbette. Orneğin bir şiirinde sorar; "duyuyor musun, giildüğünde ağlar san ki insanlar. / fırında pişen ekmeğin duası gibi. / akşam üstleri bacalardan yaşlanmış gülüşlerin / dumanı çıkıyor." diye betimlediği insanlardan sanki kendisini fark etmelerini ister ve galiba kitapta bu soruyu sorduğu Duman şiirinin hemen ardına Fal şiirini koyarak da bu derin ayrımsallaşmaya sitemini dile getirerek gene kendi yanıt verir; "uzak köylerde / fal bakan kadınlar / o fincanlarda / bcnim gölgemi / görmüşler mi hiç?" . Gurbetçi insana özgü bu yabancılaşmayı (üstesinden gelinmesi olanaksız yabancılık mi desek acaba ?) pekiştiren bir güzel şiir de; "Soğuk". Şair; bu şiirinde "ah dünya, / kundağım yok, neden üşüyorum." dcrken bütün dünyaya gurbetçiliğin sırlarını açıklıyor, kardan kundağı içindeki anatoprağının sıcaldığını sağla D SAYFA 6 C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 8 0 5