23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

yor konu. Böylece suç kavramını araştırmak için yazılmış bu roman boyunca, bazcn ciddiye alınarak, bazen de alay edilerek aslında tııtarsız yargılarla sarmalanmış bir süreç olduğu anlatılmaya çalışılır. Dürremantt'ın Dııruşma Gecesi Adlı uzun öyküsünde hiç yoktan kendini asan roman kişisinin bilincini anımsatırlar ya da îbsen'in Hedda Gabler'ini anlamakla boğuşur roman kahramanları; Bu bilinçle hareket eden insanlar, suçu üstlenmck vc reddetmek üzerinc kurulu bir döngüde yaşarlar. Böylesine politik bir bilince, böylesine bir tutarlılıkJa yaklaşmak ve bunu kurgulamak, gerçekte de bir yargıç olan Schlink'e özgü bir şey olmalı. Yalnızca bununla da sınırlı kalmayan bir bilgeliği de taşıyor roman. Bütün roman kahra manlarının dünyası, aynı zamanda Almanya'nın kültürel ve tarihsel mirasını yansıtacak biçimde kurulmuş. Hitler'in mimarı Albert Speer'e, sinemacı Lcni Riefenstahl'a; Gottfried Keller, Böll, Frisch ve Handke'ye; kimyagerlerc, botanikçilere, şarkıcılara ve politikacılara göndermelerle dolu bir metin çıkıyor karşımıza. Bu da romanı, gerçeklerin ve tarihin tuzağıyla örülü bir kurmacaya dönüştürüyor. Bulanık geçmiş, sonsuza kadar kurulmaya devam ediyor ve tarihin bu gerçekliklcrini kendi içine dilediği gibi serpiştiriyor. • uykuevi@hotmail.com Selb'in Yargısı/ Bernhard SchlinkWalter Popp/ÇcvırenÇiğdem öztekinl Can Yayınları, 2005, U4 sayfa, İnsanın yeşerdiği topraklar %. Harran'da su var. Çok büyük bir değişim de! Sancılı toprak el deriştirmelcri, yabancıların toprak alımları, dipten gelcn dalga gibi kabaran sorunlar yumağına dönüşüyor. Hem de burnundan solııyarak, kırgın, kızgın!... UYGARUĞIN ATARDAMARI Bir başka pencereden bakınca da din sel kökenli söylencelere göre Harran: "Adem ile Havva'nın yeryüzüne indiği topraklardır. Tanrı adına yapılmış ilk tapınağın olduğu yerdir. Şanlıurfa peygamberlcr şehridir. Uygarlığın tarihten günümüze bir atardamarıdır."... Tüm bu düşünüp yazıya döktüklerimizi ücak 2005'te yayımlanan bir kitap: "Scrvi ile Kıranta'* adlı roman çağrıştırdı. Yazarı Bülent B. Dağdeviren. Romanın iki kahramanı Servi ile Kıranta. ÎSDEMİR'de işçi onlar! Komanın kadın kahramanı Servi'nin şu sözleri tam da bugünlerin gündcıni olan "8 Mart Dünya Emckçi KadınlarGünü" olgusunun, cinsiyet ayrımcılığının uç noktası, da Harran'daki ilk insanın yeşermesine kadar götürüyor: "Bir kadından ve bir erkekten on çocuk geldi dünyaya. Doğan çocuklar, doğayla dişe diş bir mücadeleye girdiler. İnsanlar arasında süren iklim, hayvansal bireyciliğe dönüştü. tklim bir an iyileşti sonra sertleşti ve çok kötüye gitti. Cinsiyet ayrılığına dayanan bir düzen kuruldu. Erkekler ava giderken, kadınlar yiyecek topladı, ve pişirdi. Bir de çocuklara baktı. Kadının düşünmesi tamamen engellendi vc ilk kölelik çağı böyle başladı." Servi bilinç akamını siirdürür: "Sen köle olmak istemiyorsun. Düşünebiliyor ve içindcki uygarhğı keşfetmeye çalışıyorsun ama sabırlı olmak gerek. Düşünme yeteneğini geliştirmek, zamaııla ve çabayla olacak bir iş. Zaman kendi geleceğin. Çabaysa... O zaten sensin. Bir de bilinç lazım. Emek onu da biçimlendirip, gürleştirir. Çevre gerçeklerini üzüntüyle anlamak ve anlatmak yetmez. Konuşmak gerekir. Konuşmanın ve düşünmenin bedelini ödeyebilmekse cesaret ister." Her alanda insanın önüne ödenecek bir bedel konurken kapitalist sistemde niçin "emeğin bedeli" inada, ısrarla görmezden gelinmeye çalışılır! Oncelikli soru budur. Bu sorunun yanıtı ise bir gün mutlaka görmezden gelenlerce yanıtlanmak zorunda kalınacaktır. Emek o yanıtı bir daha soru olmayacak şekilde tarihe yazacaktır... Konu ve kurgu yaşam lskcnderun'un sanayi bölgesine dönüşüm sancılarıyla başlayıp; Urfa'dan Harran'a kırsal alanda, bilgiyle teknolojiyle makineleşmeyle ancak üstesinden gelinebilecek bir tarımsal dönüşüm/dcğişim sürecine eklenip ulanan yaşam kesitleri sunııluyor bize... Hepimizin bir şekilde kcndimizi o roman O IsmetERCAN B aşlık yadırgatıcı mı? Insan'ın yurdu da denebilir oralara. Bir roman yaşamına ya da insanlık tarihi boyunca bir yaşam gerçekliğine yurduk eden topraklar buralar... Neresi derseniz; hani Akdeniz'in Anadolu toprağıyla öpüştüğü yerde Hatay (Antakya) var biliyorsunuz.. Hatay bir antik kent. Neredeyse bir açık hava müzesi, işte bu nazik/ince bedenin çcvrcsine, kaldrramayacagı ağırlıkta sanayi tesisleri kurulursa ne olur. Nasıl bir değişim sancısı başlar, bı> değişimin bedeli hangi acılardır bir düşünelim mi? Düşünürken de kiiçük bir yolculuğa çıkalım ne dersiniz! Iskenderun'da denizden karaya ayak basıp doğuya doğru, kendi ayak izimizde yürürsek; Doğa'nın yeryüzündcki en büyük atardamarlarından ikisine ulaşırız. Once Fırat'tan sonra da Dicle'den su içeriz. Onlar bizim ırmaklarımız, işte orası Güneydoğu Anadolu'muz ve bu coğrafyada da hani "insanı diksen yeşerir" denilen topraklar uzanır. Ki bu söz en çok Harran'a yakışır. Ceylanpınar'da da gerçeğe dönüşür. Çünkü; yıllar yılı Anadolu inşanının kursağında Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftligi'nin buğdayının ekmeği olmuştur. Hattâ kendine yeterli tahıl üretemeyen toplumların insanlarının da. Ceylanpınar Harran Ovası'nın doğu ucu. Orada sulu tarım yapılırdı. Artezyen kuyulan ile sulanan. Orada su varsa, Harran'da niye yoktu! Harran'da niye açılmadı o kuyular. Niçin ot bitmez bırakıldı yıllar yılı o topraklar! Harran da Ceylanpınar'la birlikte sulu tanma açılsaydı, bugüne dek yarattığı artıkdeğerle kaç Atatürk Barajı, kaç Şanlıurfa Sulama Kanalı yapılırdı hesaplanamaz mı? Eh aklı olan herkes yapar o hesabı! Peki aklın önünde ne var! Peki şimdi Ceylanpınar DUÇ. nerede, kimin elinde? Biz şimdi niçin buğday ithal etmek zorunda kalıyoruz? Haa bugün Servi ile Kıranta nın yazarı Bulent B. Dağdevlren Cazi Ünlversltesl Ingilizce Bölumu nu bıtirdi. Halen eğitim yönettcisi olarak görev yapmaktadır. kurgusunda bulabileceğimiz bir güzellikler demeti bu kitap. Ne mi anlatılıyor: Ebetteki bu sancılı dönüşüm süreci var ilkin. Sonra çoğumuzun geçtiği bir yol; "Kırsaldan kente uzanan emeğin, sevginin, insan olmanın ve kadın/erkek kendi ayakları üzerinde durabilmenin, kendi hakkında kendisi için karar verebilme özgürlüğünü kazanma savaşımının anlatıldığı bir sevginin sunumu... Bir aşk romanı. Akıcı bir dille, yer yer şiirsel bir coşkuya dönüşen anlatımıyla da bir solukta okunuyor. ÜNİVERSİTELER NE YAPIYOR? Ancak şu soruyu sormadan geçmek bir bakıma topluma karşı sorumluluğumuzdan kaçmak olur: Bu değişim sürecinde yalnızca edebiyat (roman/öykü/şiir) mi kendini görevli sayıyor? Olması gereken ötekiler nerede: Sosyal Bilimciler, Tarihçiler, Antropologlar, Sosyal Antropologlar, Siyaset Bilimciler, Üniversiteler ne yapıyor? Sahi Urfa'da ve Harran'da birer de üniversitemiz var değil mi? Yoksa onlar için "Harran'ın, Amik Ovası'nın cebinde akrep mi var? Hiç kimse elini o cebe sokmak istemiyor... Yoksa; "O yürekltliği gösterenler ya da sömürgen hırsını yenemeyip bu cebe dalanlar dün de bugün de çok acı çekti, hep kanla bedel ödedi/ ödüyor," diye mi bakıyor gördüklerine!... Harran'daki pamuk ekicisi koylüler bir çıkmazdayken üniversiteler ne yapıyor? Sorumuzun, mürekkebi kurumadan yanıtı bir gazete haberinden geldi. Bakın ne yapıyorlarmış: " ABD Dışişleri Bakanlığı, Eğitim ve Kültürel llişkiler Bürosu Profesyonel Değişim Programı" çerçevesinde; Amerikan Kentstate Üniversitesi, GAP Idaresi Baş kanlığı, Bançeşehir Üniversitesi, Harran Üniversitesi işbirliğiyle Amerika'da "Demokrasi ve Kadın Liderlik" eğitimi alan 12 "Kadın Eğitici" yurda dönmüş ve Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin kentlerimizde "Demokrasi ve Kadın Liderlik Eğitimi" vereceklermiş! O da ne ola ki mi diyorsunuz? Hani şu; Demokratik Almanya'da duvarın yıkılması olayı, daha sonra Balkanlar, Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan ve yakın gelecekte olası başkalarında seçimlere hile karıştırıldığı gerekçesiyle karşı çıkan sözümona muhalefet var ya, işte onu örgütleyenler olduğu söyleniyor. Eh o "liderlerin" kendi ülkelerinin başına ne dertler açtığını gördüğümüze göre; demek bizim ülkemizin başına açılmış/açılacak dertler az geldi! Haydi kolay gelsin! Bilimi; bu insanlığın ortak akıl ürününü, ele geçiren sömürgenler onu teknolojiyle yoğurup ölüm makinelerine dönüştürebilirler ama; şunu bilelim ki akılla taçlanmış sevgi ve bilinç yenilmeyecektir. Olsa olsa uzun soluklu bir yürüyüş gerekli. Buna hepimiz inanıyorsak, birlikte yürürsek, ne demişti bir ozanımız:"Bu soluk buyokuşu aşar"... Servi ile Kıranta'mn yazarı Bülent B. Dağdeviren Gazi Üniversitesi Ingilizce Bölümü'nü bitirdi. Halen eğitim yöneticisi olarak görev yapmaktadır. Bir süre yurtdışında, çocuğu merkez alan eğitim " çalışmalarına katılarak, ülkemiz çocukları ile dünya çocuklarına yönelik eğitim anlayışlarının karşılaştırmasını yapma fırsatı buldu. Daha önce: Boşanmış Çocuklar ve İnsan Masalı (şiir) adlı iki kitabı yayımlanmıştır. • Servi ile Kranta/ Bülent B /Papırüs Yayınları/192 s C A V C A 1 O
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle