Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kenize Murad'ın kaleminden... KISA KISA... KISA KISA... KISA... Yargı Gücünün Eleştirisi yor. Olaylann içine atılan Selb ise, insanın kendi geçmişiyle hesaplaşmasının kaçınılmazlığını vurgulayan bir kahramana dönüşüyor. Sanki bütün o araştırmalar, kılı kırk yarmalar, duygusal ve duyusal sapmalar, ilişkiler ve çaba bir anlam yaratmıyormuş gibi, bizi hayal kırıklığına uğratan bir sonla, daha doğrusu bir özbilinç yoksunluğuna doğru sürükleniyor. Aslında Schlink'in de belki kanıtlamak istediği şey bu. Zaman görüldüğü gibi pek çok şeyin üzerini örtmüş değil, tersine ortaya çıkmak için uygun koşulları bekleyen kimi davranışlar ve düşünce yapıları, günü geldiğinde ya da kendiliklerinden bir zayıflık bulduklarında ortaya yeniden çıkıyorlar. Böylece, kendini davasının rüzgârına kaptıran eski savcı dedektif Selb, suçluyu yakaladığında ona bunu nasıl itiraf ettireceğinin hesaplarını yapar. Bir zorlama ile mi olmalıdır, yoksa tuzak kurarak mı? Birdenbire baş gösteren kıskançlık, avcı ile avı arasındaki çekişme ve nihai bir çözüm. Sonra Selb, bir suçlu gibi kendisini de yakalar ve bu düşüncelerinden dolayı utanç duyar. Daha üniversitede öğrenciyken Carl Schmitt'in öğrencisi olmuştur ve ondan politik ve kişisel düşmanların kesin olarak birbirinden ayrılması gerektiğini öğrenir, böylece antisemitizm düşüncesi haklı bir görüşe dönüşür, ama Selb zaman zaman hâlâ bu iki durumu birbirinden ayıramayacak kadar çelişkidedir. Kedisi Turbo'nun fareleri yakalayışı gibi suçluları yakalar, ama onlara zarar da verir bu eylemleri sırasında. Işte bu noktada her yargının barındırdığı haz duygusundan sıynlması beklenirken, Selb bundan kaçınamaz. tyiyle kötünün sınır çizgisinde durması gerekirken, iki tarafta da boy gösterir Selb. Yargı gücünün hazzının kurbanı olur. BEKLENMEYEN DAVRANIŞ Selb klişeleşmiş dedektiflerden bu noktada ayrılıyor. Onun da bir kedisi var, o da kendisine iş teklif eden kadına âşık oluyor, o da arkadaşlarıyla poker partileri yapıyor, ama sonunda hiç beklemediğimiz bir davranış sergiliyor. Bunu da 40 yıl önce yapamadığı ve şimdi karşısına çıkan bu durumla hesaplaşarak yapıyor. Adaleti sağlamanın bir fırsat olarak karşısında duruşuna seyirci kalamıyor. Bu da Selb'in yargısı olarak karşımıza çıkıyor. Bu yargı, bütün roman boyunca tartışılan bir başka sorunsala götürüyor bizi. Kendimiz adına verdiğimiz büyük yargıların, aslında başkalarının tasarladığı küçük, çok küçük yargıcıklar olduğu gerçeğine. Bu öyle bir gerçek ki, yazgıyla ya da Shakcspeare'in oyunlarında gördüğümüz o 'büyük mckanizma'nın hep çalışıyor olması gerçeğiyle örtüşüyor. Suçun ne ve suçlunun kim olduğu tartışması her aşamada roman boyunca sıkça yineleniyor, kimi zaman Selb'in iç sesinde oluyor bu: "Taksiyle eve dönerken Schneider'i düşündüm. Ölümüne ben mi sebep olmuştum? Yoksa çok fazla Bordeaux şarabı getirerek bu sabah kötü kalkmama ve Schneider'e haşin davranmama neden olan Eberhard mıydı bunun suçlusu? Son anda içtiğimiz Forster Bischofsgarten son hasat şarabını armağan eden aşçıbaşı mıydı yoksa? Ya da yağmur ve romatizmalarım mı? Suç ve nedenlerine ilişkin bu zincir böyle sonsuza dek sürüp gidebilirdi." Kimi zamansa poker partilerine taşını • Fatih BALKIŞ Saraydan Sürgüne Üç kıtayı zangır zangır titreten büyük bir imparatorluğun çöküşüne tanık olduğu sıralarda, Selma Sultan henüz yedi yaşındaydı. Istanbul'da Çırağan Sarayı'nda dünyaya gelmesiyle başlayan hayat çizgisi zaten gerçek bir masal olarak yazılmıştı. Üstelik masal olamayacak kadar gerçek, gerçek olamayacak kadar masalsıydı bu hayat. Selma Sultan'ın kızı olan elinizdeki romanın yazarı Kenize Murad, Osmanlı sarayını ilk kez sarayın içinden, Fransız mandası Lübnan'dan, feodal Hindistan'dan bakarak gözlerinizin önüne seriyor bu romanda. Saraydan Sürgüne, büyük bir aşkı anlatan, ender bulunabilecek romanlardan... K endime neden Schlink'i bu kadar çok sevdiğimi soruyorum. Gordiyon Fiyongundakihızlı, derinlikli ve kurgu ustalıklarıyla dolu iislubu yüzünden mi, yoksa Aşk Kaçışlarf ndaki kimi zaman bana ağır gelen, ama her birinin taşıdığı geçmişle hesaplaşma, ilişkiler, bölünmeler, orta yaş ve yaşlılık gibi güçlü temalarla sarmalanmış öyküleri yüzünden mi? Sanırım bu sorunun yanıtı iki farklı kitabı durulaştıran ve tamamlayan "Okuyucu" yüzünden. Aşk Kaçışlan'nın hemen ilk öyküsündc, geçmişle, babasıyla ve Nazi Almanya'sıyla hesaplaşan bir gencin hikâyesini okurken gencin bulduğu çözüm bana iyimser gelmişti. Ardından yaşlı bir adamın kansının ölümünden sonra onu aldattığını öğrenmesiyle gelişen olaylar bana daha da karanlık şeyler hissettirmişti. Aynı anda ilişkide bulunduğu üç kadına da aynı kartpostalı yollayan adamın öykiisü de beni kendi yaşamındaki kimi olaylan daha iyi anlamamı sağladığı için ilgilendirmişti. Böylece Schlink'in bir edebiyatçıdan çok, içinde bir "yaşam bilgesi" taşıyan biri olduğunu ve anlatmak istediğini "edebiyat yapmadan" çok iyi anlatabiİdiğini anladım. Okuyucu da, Aşk Kaçışları'ndaki ilk öyküyle benzer bir tema izliyor, ama bunu farklı bir biçimde geliştiriyordu. Her ne olursa olsun geçmişe, anılarla dolu bir yaşantıya duyarlıkla bakmak insan doğasının bir parçasıdır. Politik ve siyasi tavırlar, küçük mutlulukları, özellikle bütün dünyanın verdiği yargılar, bu yaşam alanlarındaki bağlılığı ve erdemleri görmezden gelemez. Gelse bile bunun tutarlı bir yönü yoktur, çünkü insana karşıdır. Bernhard Schlink'in dedektitlik romanı serisi Can Yayınları tarafından yayımlanmaya başlandı. Serinin ilk kitabı Selb'in Yargısı, Walter Popp ile birlikte yazılmış bir kitap. Popp'un hangi aşamalarda kitabın yazımına katıldığını saptamak olası değil, ama kitabın yaratıcısı olarak, bu türde kendini Gordiyon Fiyongu ile kanıtlamış olan Schlink'i öne çıkarmak gerekiyor. GEÇMİŞE DÖNÜŞ Bu kitapta da Schlink bizi hesaplaşmaktan hiç vazgeçmediği geçmişe geri götürüyor. Kuruluşu Nazi Almanyası'na kadar uzanan büyük bir kimya şirketinin çevresinde gelişen olaylar, dedektif Selb'in de kendi geçmişiyle içine çekildiği karmaşık olaylara bürünüyor. Roman ilcrledikçe yargı, adalet, suç kavramlarının değişkenliği ve sürekliliği araştırılı Toprağımızın Kokusu Filistin ve Israil'in Sesleri Toprağımızın Kokusu'nda, altmış yılı aşkındır yaşanan Filistinlsrail çatışmasını bu kez örnek bir kitapla sergiliyor: Akademilerin, devletlerin, resmi söylemlerin uzağında, halkın dilinden. Toprağımızın Kokusu, Filistinlsrail dramını, barışı güçleştiren bütün nedenlerle birlikte ortaya koyarken, çatışmanın gerçek kurbanlarının sesleriyle ilk kez bu kadar gerçek ve çıplak olarak su yüzüne çıkarıyor. Siyasi analizleri ve genel önyargıları bir tarafa bırakan bu kitap, sözü her iki tarafın da annebabalarına, erkek ve kadınlara, çocuklara veriyor. www.everestyayinlari.com