24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Seçilmiş Hikâyeler Fethi Naci Aykırı Sevgi Üstüne înci Aral (1944) B ir bira bardağı. Çarpılan bir kapı. Betonun üzerine düşen anahtarın bin parçaya bölünen sesi. Acelcylc doldurulan bir valiz ki bir yığın bez. Gömlekler, eteklikler, mayo ve havlular. Topuğu eğrilmiş bir terlik. Bir krem kutusu. Saç tokaları. Dayanılmaz zavallı nesneler. Ayrıntılar. Öfke, az gözyaşı. Gidiyorum ben... Geçirmeye gelecek misin? Gelmeni istiyorum. Gece de ondan. Yani gelmen gerekir. Ne de olsa... Kopamayız böyle ansızın. Geçirsen iyi olur. Bir kadın bu saatte tek başına... Belki otobüs kalkıncaya kadar. O kısa sürede bile bir şeyler düzelebilir çünkü. Gitmcye kalkmakla kafa tuttuğumu yiizüme vurabilirsin, haydi otur oturduğun yerde diyebilirsin. Çözülürüm. Çatıda cırlayan ağustos böceğini duyuyor musun? Kıyı dingin. Gidebileceğime inanmıyorum. Sen de biliyorsun bunu. Ama kibir ve kızgınlık dikeliyor aramızda. Bir şey söyle şimdi... Zaman kazanaJım. Ya da otobüse kadar gel... Yo, hayır... Peki. Şimdilik evde kalacağım. Sonra bir yer bulur taşınırım. Evet. Olur. Gerekli ayrıntılan sonra konuşuruz. Sen geldiğinde. Yani konuşmamız gerekir. Biraz daha uzatmak. Tutunmaya çalışmak olumsuzluklara. Anlıyor bunu. Elleri cebinde. Yüzü rüzgârlı ve solgun. Katılık ve kayıtsızlık maskesini takınmış. Sonra ağlayabilir ama şimdi bana kahramanca güle güle diyecck. Konuşuruz. Ayrıntıları, bütünü... Hep gereksiz ayrıntılar üzerinde durduk. Birlikte olduğumuz sürece... Evet, sen öyle yaptın. Şimdi de ayrıntılar egemen. Bu anın önemini kavrayamıyorum bu yüzden. Karanlık, gölgeler içinde görüntüler ve ağırlık. Derinlerde korku ve panik. Çatının ayışığına çapraz düşmüş kara üçgeni. Hem dikleniyor hem boyun eğiyorum ve bu onu çileden çıkarıyor. Bu yüzden gizlenerek sürdürüyorum. Hoşça kal, iyi tatiller. Bensiz rahat edersin artık. Gerek yok bu sözlere. lyilikle ayrılalım. Güle güle... Gidip eve kapanacağım. Ne denli yaJnız olduğunu duyurmak için. Ona gerektiğimi anlamalı... Elleri cebinde. Bir an önce git artık dercesine. Gitmem ya da kalmam hiçbir anlam taşımıyormuş gibi. Ama yarın ben olmayacağım. O zaman anlayacak yitirdiğini. Yo, hayır. Hiçbir şey olmamış gibi gidip kumlara yatacak yarın sabah bilıyorum. Gazete okuyacak güneşlenirken. Balık alıp kızartacak. Kızartırken bana gerek olmadığını düşünecek. Öğle uykusu uyuyacak hiçbir şey olmamış gibi. Gülüp konuşacak başkalarıyla. Herkesin tasasıyla, sevinciyle ilgilenecek. Kendi başına hiçbir şey gelmemiş gibi... Havlularını yıkayıp güneşe asacak. Ben gitmemişim, bitmemiş, hiçbir şey olmamış gibi. Ben uzakta toza bulanmış evi süpürürken, yer silerken, boğulurken, boğulurken sıcaktan, inat ve sıkıntıdan, toz bezleriyle ve perdeIer yıkanacakken... Ki kimseye anlatamazsın. Çünkü hep o iyidir ben kötü. O haklı, ben suçlu... Yapraklar dökülüyordu. Uzun uzun yürümüştük. Ben onu bulmaya hazırdım, o bende aradıklarını. Yokuşlar çıkıp indik. Beni ayakta tutan biri olsun artık istiyordum. Nesneler, evler, kurallar arasında bütünlenecektim. Yapraklar dökülürken zaman dönüyor. Sonra eve geldik. O biber kızarttı, ben bulaşıkları yıkadım. Çünkü yıkamamış, biriktirmişti. Yemekten sonra kahveyle konyak içtik. Her şey güzeldi ve güzel olacaktı. Ve bulaşıklar birikmcyecekti artık... Ama işte yarın biriktirmeye başlar. Ben gidiyorum ya rahat edecek... Hoşça kal... Gecenin karanlığına, yola çakılan iki uzun ışık izi. Motor sesinin yükselişi, küçük bir sarsıntı. İnanılmazlıkla, zaman içinde kesinlikle bir şeylerin düzeltilebilcceği umııduyla geride bırakmak onu. Oysa kesin de olabilir. Böyle biriyle her an bitebilir, her an yepyeni olarak yeniden başlanabilir. İşte arkasını döndü bile. Uyuyacak şimdi. Gidip yatıp uyuyabilecek. Hiçbir şey olmamış, kaç kez zaman dönmemiş, birlikte onca güzel şey yaşamamışız ve ben şimdi onu bırakıp gitmemişim gibi... Ya da gidişim çok olağan, çok gerekli imiş gibi. Onun için işte karanlık ve ağırlık. Ve midemin üzerinde bir değirmen taşı ki, kusacağım şimdi. Motorun uğultusu, gölgeler içinde zeytin ağaçları. tnanılmazhk ve yoksulluk. Bende bulduklarını aradıkları sandı. Biber kızarttı. Kahveyle konyak içtik. sonra sevdim onu. Büyük ellerini, saçlarını. Ne zaman gülse binlerce güvercin havalandı yüreğimde. Onu, sevecenliğini, içtenliğini, rahatlığını, ellerini, saçlarını ve en çok gülüşünü sevdim sonra. Ve korktum yitirmekten. Ev içleri güvenlik doludur. Bulaşıkları hiç biriktirmedim. •kkk Içerde, kadın kendi türküsünü söyler dururken böyle, odalardan odalara dolaşırken toz bezleriyle... süpürgeler ve bitmeyen bulaşıklarla mutluluğu pekiştirmeye çabalarken, sürülmüş, bir evin içine sürülmüş ve güvenlik içindeyken. Sınırlanmış, yerli yerinde liklerle, yapılması gerekirliklerle kuşatılmış tembelliklerle, kuşkusuz yargıların rahatlığıyla dolu sözcüklerle egemenlik peşinde tekdüze... Kahvaltı, akşam yemeği, aşk, birlikte tatlılıkla yaşayıp gitme ve bunun dayanılmaz, ağırlıgını kaldıracak hiçbir şey olmadan, karşı koymalara kapalı... Düzenli olarak yitip giden bir şeyler oldu. Çünkü: Dışarda, bir türkü büyüyordu. Adam o türküye vermişti kulağını ve yüreğini. Ev içlerinde güneşin nasıl doğup battığı pek az ilgilendiriyor onu. Bir tek kadının bir tek adanıa, bir adamın bir tek kadına söyledikleri ve söyleyecekleri de. O ikisi yaşamın ve kalabalığın sesini hiç yadırgamadan ve hoşlanarak dinleyebiliyorlar mı, önemli olan, öz olan bu... Ta o zaman, daha biber kızartırken kadına, "Önce ikimiz ayrı ayrı başkalarını da sevebilmeli, sonra hepsini birlikte sevebilmeli ve onları sevebildiğimiz için de birbirimizi daha çok sevmeliyiz. Yoksa iki insan, bir kadın ve bir erkek arasındaki o aldatıcı uyum bir anda anlamsızlığa, uyumsuzluğa dönüşebilir" demişti. Tam tamına böyle dememiş olabilir ama bunu söylemişti. Gelgelelim kadın o anda başka şeyler düşündüğünden, söz gelimi koltuklarını nereye yerleştireceği gibi bir şey, bunu pek anlayamamıştı. Ayrıca biberler çok cızırdadığından (adam biraz acemiydi bu işte yağları sıçratıyordu her yana) kadın iyice duyamıyordu onun söylediklerini. "Birlikte bir türküye katılmak isterim seninle..." gibisinden bir şeyler dııyuyordu o kadar. "Ama bu.arada kııraldışı, beklenmedik, altüst edici her şey olabilir" diye sürdürüyordu adam sözünü. Raflardaki tabakların, küllüklerin, yıkanıp kaldırılmış çamaşırların, duvarlarda asılı resimlerin, çay bardaklarının, çöp kovasının, yastık ve minderlerin, iğne oyası sehpa örtülerinin düzeni tümden bozulabilirdi. Çok doğal olarak. Nesnelcrle kuşatılmış bir yaşama direnmek gerekiyordu. Kuşatılmış, çevrelenmiş giderek nesnelere tutsaklaşmış bir yaşama... Bulaşıklar birikebilir, tavanlardan örümcekler sarkabilir, tozlu masalarda parmak izleri kalabiürdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle