Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
lim yüzüm kanlar içinde bahçe kapısını açıp taşlığa girdiğimde annem salata yapıyordu. Gevrek, üstüne tuz dökülünce sulanan, hıyırtılı bir bıçak sesi içinde yemyeşil bir hıyar kokusunun taşlığı doldurduğunu bildim. Içeriye, annemin yanına girmedim. Kırık camlı kapının hemen dibindeki kcsmetaşın üstüne çöktüm. Yüzüm gözüm yapışık kanla sıcaktı, şişti, sancıhydı. Kan içindeydım ve aylardan nisandı. Tek gözümle görebildiğim bir akşam güneşi, koyulaşmış leylaldartn ötesinde yitti yitecekti. Inadıma ağlamıyordum. Kubi'lcrin bahçesindeydik. Ceplerim tıkabasa erikle doluydu. O yosunlu havuzun yanındaki büyük erik ağacının tepesinde büyük acı erikleri düşürmeye çalışan Kubi'yi gözlüyordum. Kubi, küreği dallara savurdukça; yemyeşil yeni bitmiş, pırıl pırıl yaprakların arasından parçaparça bir günışığı, uzandığım yerde gözüme dökülüyordu. Altımdaki ıslak otların yumuşak serinliği terli etime sokuldukça, bir tatlı uykudan uyanır gibi Kubi'yi görüyor, Kubi'yi seviyordum: Bütün oyunlarda beni hep yenen, daha ablası gibi yüzü sivilcelenmemış, sarı saçlı bir Kubi'ydi. Havuza düşünce küçük sarı sesler çıkaran yeşil eriklerin, ara sıra yüzüme sıçrattığı küçücük su damlacıklarına bile aldırmıyor, biraz da, eriklerden bir tanesinin, ansızın, yüzümün hiç ummadığım bir yerine pat diye düşmesini bekliyordum. Kubi'nin savurduğu kürek, üstüme kırık yapraklar düşürüyordu. Yapraklar döne döne üstüme konuyordu. Ama yüzüme, bekledim, tek erik bile düşmedi. E Seçilmiş Hikâyeler Fethi Naci Babamdı Erdal Öz ben gidip kapı önündeki soluk aydınlıkta onun o her akşamki biçimsiz ayakkabılarını parlatacaktım. Her akşam babamın ayakkabılarını ben parlatırdım. Her akşam içerdi o da. Gazete kâğıdına sarılı bir rakı şişesini koltuğunun altına sıkıştırır, ancak sabahları yüzünü sabunlarken görebildiğim kanlı, etli gözlerini, çirkin gözlerini, kalın camlı gözlüklerinin ardına saklar, taş gibi sesler çıkaran, eskimesin diye altları kabaralı o biçimsiz ağır ayakkabılarıyla bahçe kapısında görünüverirdi. O daha gelmeden annem sofrayı kurardı. Kışsa turşular çıkanr, yazsa salatalar yapardı. Suda bekletilmiş, olanca tuzu giderilmiş bir dilim beyaz peynir hep o küçük porselen beyaz tabağın ortasında olurdu. Bir keresinde tatmış, hiç sevmemiştim o tuzsuz peyniri. Ama babam öyle severdi. Babam, ayakkabılarını çıkarır, eskimiş, kuruyup eğrilmiş terliklerini ayaklarına geçirir, masanın başına geçer, bacak bacak üstüne atar, rakı şişesini iki bacağımn arasına başaşağı sıkıştırır, büyük mendilini kat kat edip şişenin dibine özenle yerleştirir, elinin ayasıyla vura vura şişenin mantarını çıkarırdı. Babamın her vuruşunda, o dolu şişe hıçkırır gibi bir ses çıkarırdı. Kötü bir şey olacakmış gibi korkardım. Ama korktuğum olmazdı. Niye bilmem ama, hiç konuşmazdı babam. O içerken, ben gider boya kutusunu, firçayı, o eski kadife parçasını alır, kapının önündeki soluk aydınlıkta onun ayakkabılarını boyar, parlatırdım. Hiç konuşmazdık. Gariptir ama biz evde hiç konuşmazdık. Gülmezdik de. Neden böyleydik, bilmiyorum. Belki de sevmezdi babam bizi. O kendisini de sevmezdi, bilirdim bunu. Babam hiçbir şeyi sevmezdi. Ama erikleri sevsin istedim o akşam; şaşkınlıkla da olsa bir kerecik olsun gülsün istedim. Bir büyük karaltının ansızın birdenbire büyüdüğünü, kıpırdamaya, bir şey anlamaya vakit kalmadan sol kaşımın üstünde patladığını biliyorum. Kürckti düşen yüzüme, Kubi'nin savururken elinden kaçırdığı o büyük bahçıvan küreği; sapıydı çarpan yüzüme. Demir kısmı gelseydi ne olurdu bilmiyorum, ama yüzüme götürdüğüm ellerimin sıcak gür bir kan a bulandığı aklımda. Kubi'nin ağaçtan atlayıp sapsan bir yüzle kanayan yüzüme baka baka sessizce ağladığı da aklımda. Neden ağlamadım orada, Kubi'nin, sızlanıp yalvarmalarına neden kayıtsız kaldım, neden aldırmadım, neden kalan gücümle kaçıp gittim oradan, bilmiyorum. Annem kınk camlı kapıyı aralayıp küçük tahta masayı taşlığa çıkardığında güneş daha yeni batmıştı. Güneş, leylakların hemen ötesinde batmıştı. Gömleğim kan içindeydi ve aylardan nisandı. Kör olmayacağımı, kan bulaşığı tek gözümü aralayıp bakınca anlamıştım. Ah, kör olmayı nasıl da istemiştim orada. Gidip yüzümün kanlannı silebilirdim, ama silmemiştim kanlan, gidip yıkamamışnm. Beni öylece, o kot»kunç durumunda görsünlcf «|t, ye gömleğime de bulaşttıv^ mıştım. kanlan. 'fs. Annem attce görmedi j»eni, Görmedi diye nerdeysc hıncimdan bağıra bağıra aglayacaktım.jjCocasından ,JJ$abam olacalr4> asık yüzlü C bıkkın adsmim başkasınî gördüğu yoJEtu ki. Ne varsa hep onaydl^ıllar boyu o , sonu gelme&rakı masalarP, nın hazırlanmktan bir gün' olsun vazg«öanemişti. Kaç kez gelip geçti yanımdan. Sonunda içerinin ışığını yaktı; leylaklar yeniden morarıp aydınlandı ışıkta. Içindc suda tslatıhp tuzu alın mış bir dilim beyaz peynir olan küçük porselen tabakla gelirken birden gördü beni. Şaşkınlık dolu bir sesle adı Akşamüstü, taşlıkta, hanımellerinin altında, babam, leylaklara karşı o her akşamki yoksul, avuntulu rakısını içerken, tabağına, ceplerimden çıkarıp bir avuç yeşil erik koyacağımı düşündüm. Şaşıracaktı babam. Belkı de ak çiçeklerden daha yeni soyunan eriklerin bu kadar tez, göz açıp kapayıncaya kadar böylesine büyüyüverdiğine şaşacaktı. Alıp bir tane atacaktı ağzına. Yüzünü nasıl olsa ekşitecekti. Ama gülecek miydi, bilemem. Gülmesini ne kadar isterdim. Gülünce burnunun kocaman olacağını düşündüm. Ama hiç gülmczdi ki babam. Her zaman tertemiz, ama yakaları, kolağızları aşınık, bildim bileli sırtından çıkarmadığı sarkık ceketinin altında, yuvarlak kalın gözlüklerinin ötesindeki etli gözleriyle, kırışık, asıl çizgili yüzüyle, kendi akşamında, kendi karanlığında sürekli düşünen, kim bilir neler düşünen, yapayalnızlığıyla sanki övünen, durmadan sigaralar içen bir garip adamdı babam. O yoksulluğu, savrukluğu içinde neden bana her akşam o biçimsiz, kabarıp şişmiş ayakkabılarını parlattırdığını hiç anlayamadım. Babam, tabağındaki peynir diliminin yanına bıraktığım bir avuç yeşil eriği kütür kütür yerken, SAYFA 8 mı sesledi. Sustunı. Koştu geldı yanıma. Deli gibi oldu. Sevdim onu orada, nasıl sevdim nasıl. Peynir tabağını şaşkınca yere bırakıvcrdi. Kolumdan tutup kaldırdı, kucaklayıp içeri götürdü, yatırdı, sularla pamukları sildı yıkadı yüzümü. Sordu durdu. Ağladım sonunda. O kadar sordu ki, sonunda kavga ettiğimı söyledim. "Kubilay'la mı?" dedi. "Yok" dedim. Söylemedim Kubi'nin yüzüme kürek düşürdüğünü. Bir büyük sarı bezle sardı başımı annem; sarmadan önce de bir koşu gidip Aliy'anım teyzelerden alıp getirdiği renkli acı pamukları bastı kaşımın üstüne. Öldüm de ses etmedim. Tendürdiyotlu pamuğu her basışında, solgun, biraz da yıpranmış bir anne yüzüyle uzun uzun üflüyordu yanan yerime. lyot kokularının acılaştırdığı küçük odada üstümdckilcri değiştırdi. Üstüne bulamaç pekmez sürdüğü bir dilim ekmeği getırip tutuşturdu elime. O bayıldığım bulamaçlı ekmeğe ağzımı sürmedim, koydum bir yana. Bir şey demedi annem. Sonra da götürüp yatağıma yatırdı. Üstümü örterken, onu en çok annem yapan yumuşak, keder yüklü dudaİdanyla eğilip öptü saçlanmdan. Annemdi, ne güzel annemdi; uyumak bile istemedim. Neler düşündüm orada, bilmiyorum. Cam açıktı. Leylaklann, hanımellerinin kokusuna karışan, ıslatılmış bir taşhktaki rakı masasını süsleyen turfanda hıyar kokusu annemin ılık, ağlatan dudaklarıyla öptüğü yerde başlayan saçlanma, o alabildiğine keder yüklü nisan sonu akşamı nı bir ıslak bez gibi getirip örtüyordu. Zonklayan yerimin acısını bile duymuyordum. Babamın öksürüğüydü. Beklediğimdi. Boğulur gibi oldum. Soluk bile almadım. Annemin dışında ona bir şeyler anlattığını duydum. Beni anlatıyor olmalıydı. Babamın ayakkabılarını bu akşam parlatmayacaktım. Ama sabaha ilk bu işi yapardım. Az sonra kapının açılacağını, babamın kapıda görüneceğini, belki de annem gibi, ama daha ilk olarak yanıma gelip beni saçlarımdan öpeceğini bekledim. Hiç gülmeyendi, hiç konuşmayandı, babamdı, bunca yıldır babamdı, ama bu kez, gülmese de, konuşmasa da, gelip yaralı gözüme, sarılı başıma, ••btraz babam olan gözleriyle bafcÜ>ilirdi, eğihp öpebilirdi de, annem gibi; niye olmasındı. .' Birden taşhktaki kesmetaşın üstüne çöküp kaldığım o kanlı "'Hurumumu özledim. Babamın beni o durumumda görmüş olmasını istedim. Olmazdı ki artık. Olsun varsın da, annem anlatırdı ona, belki anlatmıştı bile. Birden babamın kahkahasıyla titredim, dondum, taş kesildi. Sanırım ilk olarak gülüyordu babam. Uzun uzun güldü. Babam mıydı bu adamı* O hiç gülmcyen asık yüzlü, bıkkın adam mıydı bu gülen:' Yüreğimde, tam şuramda bir şey "çıt" etti. Kulaklarımı tıkadım. GüJünce, sandığım gibi, burnunun büyüdüğünü, kocaman olduğunu bütün çirkinliği içinde düşündüm durdum. Yarın ayakkabüarını parlatmamak için inadıma geç kalkacaktım. Kalktığımda o çoktan işine gitmiş olacaktı. O gece babam odama gelmedi, beni görmedi.* K İ T A P SAYI 761 C U M H U R İ Y E T