Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Öykü için bir tartışma zemini Bitti mi öykü çağı? "İdeal hikâye kitabı beş ila on sayfada bir şekil değiştirir. Bir kıvılcım çakar, ışık yanar, parlar, söner, karanlığa döner, yenisine yer bırakır. Sayfalar ilerledikçe yanıp sönen ışıklar bakanı büyüler, kavrar, tutar, tuttuğu gibi bir duvardan öbür duvara çarpar, sarsar, zorlar, değiştirir. Hikâyeden hikâyeye geçişte dünyalar yıkılır, yeniden kurulur. zaman sıçrar, şahıslar değişir. Ancak bu akış içinde beğenilen her öykü, ardından gelenin kuyusunu kazmaktadır. Etkisi sürdüğünden, yenisinin başını uçurur, yani ilk sayfaları yutar; komşusunun kellesini ister. Bitmedi. Beğenilmeyen her öykü de ardından gelen için kötü bir temrindir. Bıraktığı acı tat. yeni lezzetlerin önünü tıkayabilir pekâlâ. Soğutur, önyargı verir. Bir de kitap iyi kurulmamış, iki aynı "ben" iki ardıl öykünün kahramanı olmuşsa, sıkıysa sıyrılsın biri ötekinin gölgesinden. Ya okurun gözleri? Onlar hazır mıdır bu gelgit dolu maceraya? Benim teşhisim odur ki, değildir." Başar Başarır yeni bir taıtışmanın kapılarını açıyor aşağıdaki yazısıyla. SAYFA 20 ı~l Başar BAŞARIR eni tanıyanlar için burada yazdıldarımın ekserisi yeni olmayacak. Çünkü nc zaman bahis açılsa, papağan gibi tekrarladığım şeyleri bu kcz de yazıya döküyorum; belki sadece kendimi susturmak için. Türkçe hikâyenin hali pür melalidir bahsimiz. Bıınun sebepleri, mümkünse çözüm yolları, değilse, bu işle meşgul olan bir faninin boynunun borcunu ödemesine dairdir bu yazı. Önce saptayayım: Bir edebiyat türii olarak hikâye Türkçede dolaşımdan düşmektedir. Ne kadar aksine samata yaparsak yapalım bu böyledir. Inanmayan defteri kebiri açıp baksın, bilançolar yalan söylemez. Öykü komünleri, pıtrak gibi açılıp sönen dcrgiler, kolayına kaçan yayınevlerinin nefes almaksızın piyasaya sürdüğü yeni isimler, kitaplar, ödüller aldatmasın sizi. Kitaplaşan hikâyelerin yüzde doksan dokuz virgül dokuzu ilk ve tek baskıdır; bu da ortalama bin nüsha demek. Bir türlü tükenmek bilmeyen bin nüsha! Günümüz okurunun gözünün önünden çekilip gitmekte olan öykü de şiirin yolunda: Yazanıyla okuyanı aynı çemberde buluşuyor, aynılaşıyor. Hikâye yazarları kendi aralarında gruplaştıkça, şairler gibi marjinalleşmekteler. Saflar sıklaşmış göriinüyorsa bu yüzden, yoksa sokağın ipinde değil patırtınuz. B rünmeden çekip giden nc varsa onun çağıdır. E öykü de kısa ve hızlı olduğuna göre, bu çağın insanı onu tercih etmeliydi... Bu basit mantık yürütmesini yapıp, çağı öykü çağı ilan eden, bunu söyleyen de, saptayan da boldur. Ama söylemesi kolay. Yazık ki kazın ayağı başka biçim. Ben diyorum ki, geçmişle karşılaştırınca, artık kimse öykü okumuyor. Neredeyse hiç kimse. Okunanların ezici çoğunluğunu romanlar oluşturuyor, bir de kurgu dışı türler: biyografi, anı, inceleme, araştırma, gezi. Hikâyeninse irapta yeri yok, kalmadı. BAŞLICA ETKENLER Peki nedir bu halin başlıca etkenleri? Bir solukta sayayım size, kendimce önem sırasında: 1. yazılan/basılan öykü. Genellikle sıkıcı. Sıkıntıyla, bunalımla dolu. O koyu kara 80 gölgesini bir türlü atamadık üstümüzden. Nerede kendiyle dalga geçebilen trajikomik metinler? Yazılanlara bakın. Alabildiğine ciddi, hep hayat memat meseleleri. Şahsın işleriye fazlasıyla meşgul, üstelik faydasızca meşgul. Bir şey söylemeden. Eline kalemi alan kendini anlatıyor. Yaza yaza intihar ediyor (belki de bu yüzden yazan çoğaldıkça okuyan azalıyor). Bir de cskiye özlem duyma, günün hüznünün altını çizme var ki, bir türlü sonu gelmiyor. Hiç bitmeyen bir melankoli, bir kasvet. En ustasından en gencine, evet hepimizde. Nereye kadar? Sıkıtıdan ibaret bir edebiyat olabilir mi? Ideolojik olmayalım diye diye, tragedyadan ibaret kaldık. Velhasıl bugün okur için sıkıntısı başından belli bir yolculuk artık öykü kitabının başına oturmak. Ayrıca öykü yazmaktan öykü kitabı yapmaya uzanan yolda gerekcn o bilgi ve maharet de çok eksik. Yazıldığı gibi hemen kitap oluyor her şey. Bu da bizi ikinci maddeye getiriyor. 2. yayıncı. Yaydığı şeyle ekseriyetle ilgilenmiyor, okur kadar bile ilgilenmiyor! Bir kitabı yayına hazttlamanın gereklerini çoklukla es geçiyor (ya da bilmiyor). Sadece imladan, mantık hatası düzeltmekten, Türkçeye itina etmekten söz etmiyorum. Bunlardan öte, editoryal bir süzgeçe ihtiyacı var hikâye kitabının. Çok iyi öykülerden kötü bir kitap çıkabilir örneğin; ya da bir solukta okunduğunda yapabileceklerinin pek azını yapabilen bir kitap. Yayıncılığın asıl sırn da burada yatıyor. Açıklayayım. Öykü kitabı muhtemel okurun dikkatini mutlaka hesap etmelidir. Yirmi kadar metnin hcr biri benzer anlatım özellikleri, benzer konular, hep aynı kahramanla yazılıp dizilince, ortaya 32 kısım tekmili birden bir kitap çıkar. Birbirini takip eder gibi yaptığı halde etmeyen, ne hikâye ne de roman olamamış bir toplam. Teker teker iyi olsalar da, bir arada okununca kabak tadı verebilirler. Fikrimce yazar bunları bilmek, yazdıklarına bu manada dikkat etmek zorunda değildir. Çünkü anlatımsal açıdan birbirine benzeyen öykülerin her biri ayrı zamanlarda, farklı koşullarda yaratılmış olabilir. Ancak okurun günahı ne? lşte tam burada yayıncı devreye girip birinin hakkını ötekine karşı savunmalıdır. Hayatın başka zamanlarından akıp gelen farklı öyküleri aynı kitaba basan, nihayetinde yayıncidır. Metinlerin dizilişini gözetmek dışarıdan bir gözün, editörün işidir. îşte bu çok eksik günümüzün hikâye kitaplarında. EDEBİYAT ORTAMI 3. edebiyat ortamı. Samimiyetsiz. Sahte, üstelik bunu fena halde belli ediyor, yakalanıyor. Dostluklar, şahsi ve ticari ilişkiler gölgeliyor kitapları. Tanıtım yazıları, parayla verilen ilanların sayfa dolduran uzun hallerine benziyor. Bir de röportaj bol bol. Röportaj var ya, ah o röportaj! Her yerde o. Bir kitabı okuyııp, düşünüp, sonra oturup fikir beyan eden bir yazı yazmanın zorluğu yerine, hep röportaj var. Hem de ekserisi eposta, faks marifctiyle, yani uzaktan uzağa (bu da belli oluyor CAClN FORMU: ÖYKÜ... Halbuki, varsayımsa] olarak bu çağın edebiyat formu öykü olmak gerekirdi. Hız ve haz çağıdır bu çünkü. Çabucak tüketilen, elde avuçta sü C U M H U R İ Y E T K İ T A P S AYI 76 1