Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bedirhan Toprak, ilk romanı ile Selahattin Kaya Roman ödülü'nü aldı 'Elimdeki tek malzeme diT Ağustos ayında yapılan Selahattin Kaya Roman ödülü jürisinin toplantısında oylama sonucu dörtte üç çoğunlukla 43 numaralı dosya ödülü kazandı. Defteri açıp dosyanın kime ait olduğuna bakmak bana düştü; elli sekiz dosya arasmda ödülü alan Bedirhan Toprak'ın "Dün Cördüm Cece Bir Rüya" adlı romamydı. Anahtar Ayini şiir kitabıyla tanıdığım bir isimdi Bedirhan Toprak, romanını heyecanla okudum, kimi zaman kendimi kaybederek; mekânlarda, zamanlarda, insanlarda... Sormak istediğim sorular oldu... Her defasında başka tatlar alarak, yollarında başka taşlar bularak okunacak bir roman "Dün Gördüm Gece Bir Rüya"... Ve okuru, edebiyatı gerçekten seven okuru onunla çok renkli bir maceraya çağıran. O zerrin YILMAZ S~^ izi Anahtar Ayini şiir kilabınızV la, şair olarak tamyoruz. O kita•mm \ bın üzerinden uzunca bir süre i ^ geçtikten sonra, bu defa bir rotnanla karşımıza çıktınız, üslelik ödül almış bir romanla, bu geçiş nasıl oldu? Benim derdim şiir diliyleydi ve hâlâ da öyle, ama şiir, öyle bir yapı ki belli şeyleri bclli boyutlarda anlatabilirsiniz, her şeyi anlatmanın imkânı yok. Oysa içimde söylenmek üzere biriktirdiğim çok fazla şey var. Şiirde ise dans etme alanım kısıtlı. Dolayısıyla şiire taşıyamayacağım şeyleri, nasıl dışa vurabilirim diye düşündüm. Tek biçimi vardı: Roman. Üstelik açıkçası şu da vardı galiba, çok iyi romanlar okudum bugüne kadar herhalde önce Suç ve Ceza'yı anmak gerckir, o adamlann yaptıklarına özendim. Ben de yapabilirim, dedim. içimde kaynayan şeyi sadece şiire taşıyamadığım için, bir de roman diye bir dere açtım kendimc. Bu kitapta ciddi bir meydan okuma da var. Yazartn meydan okuması. Gerçek bir edebiyal nıetnı oluşturdug'unuza, iyi bir şey yazdıg'ınıza ınananız oldug'unu düşünüyorurrı. Gerek yazılış tarzt, gerek kurgusu ile ciddi bir iddia var bu kitapta, bu iddıadan başlayalım. îddia tehlikeü bir laf. Elbette yazıma güveniyorum, ama bu sadece beni ilgilendircn bir sorun ve herhangi bir iddiayla ortaya çıkmıyorum. Yapmaya çalıştığım şey sadece şu: Hcpimiz okumaya ilk başladığımız andan itibaren belli insanlarla, daha öncmlisi belirli evrenlerle karşılaşıyoruz. O evrenlerin ve oralarda yaşayan insanların bize söylediği çok özel, çok önemli şeyler var. Yazarken kendimi asla o ustalara yakışmayacak laflar etmemekle yükümlü saydım. Onların kurduğu dil dünyasma yakışmayacak, düşük kalacak, SAYFA 12 hatta kimi durumlarda kötü ve çirkin duracak şeyler yapmamakla sorumlu saycbm. Bütün yazı maceramı böyle özetleyebiliriz. Ömeğin Turgut Uyar benim için Türk edebiyatında çok önemli bir isimdir. Bu işe dair bir şeyler yapacaksam, onun kurduğu dünyaya gölge düşürmemeye özen göstermeliydim. Keza Yusuf Atılgan. Gece romanından söz edersek Bilge Karasu. Batı'ya gittiğimizde Faulkner mesela. Malzemeleri sadece dil ve bu insanlar neredeyse söylenemez diye gördüğümüz, inandığunız şeyleri söylenebilir kılmışlardır bana göre. Ben de kendimi onların kurduğu dünyalara karşı sorumlu hissederek yolumu çizdim ve hem şiirde hem romanda böyle yürümeye çalışıyorum. Bir iddiaysa bu, ancak böyle özedenebilir. Başka hiçbir iddiam yok. Ben romancı lafını da, şair lafinı da sevmiyorum. Ben roman yazmaya, şiir yazmaya çalışan bir insanım ve elimdeki tek malzeme dil. Onunla en iyisini yapmaya çalışttm. Benden bu kadar. Peki Dün Gördüm Gece Bir Küya'nın fikri ne zaman ortaya çıktt? Dün Gördüm Gece Bir Rüya'nın yazılışı bir gecede oldu aslında. Hayatımda 1990, çok önemli bir makas değiştirmenin yer aldığı bir yıldı. Ben siyasi bir partinin yayın organı olan Düşün dergisi ve De Yayınevi'nde çalışıyordum. Türkiye Sosyalist Işçi Partisi kendıni feshetme kararı alınca dergi de kapandı. Ben sudan çıkmış balık olarak kalıverdim ortada, işsiz güçsüzdüm de aynı zamanda. Bir gece ne yapacağımı düşünürken, sanınm sekiz saat boyunca yürüdüm. O yürüyüş sırasında bu roman kafamda yazıldı, bitti. Amelelik kısmı da on üç yıl sürdü. ROMANLA HESAPLASMA Nedir sizin romanla hesaplaşmanızı bunca uzatan? Ben bu hayattaki tek önemli şeyin hissediş olduğuna inanıyorum. Yazı yazmak, elbise dikmek, ekmek pişirmek, benim için hepsi bir. Ben bir şey hissediyorsam, asıl olan odur. Onun yazıya geçen kısmı işin angaryasını oluşturur. Ben bunu yapmalı mıyım, yapmamalı mıyım? Çok uzun süre bu mücadeleyi kendi içimde yaşadığım için romanın yazılışı çok sık kesintiye uğradı. Öte yandan sık sık işsizlik belasıyla uğraşmak zorunda kaldım. Yayıncılıktan sonra reklam sektörüne geçtim. Reklam sektörü beni epeyce bir süre daldan dala savurdu. Kendi özel hayatımda da inişler çıkışlar oldu. Bu arada da roman hep gadre uğradı. Ve bir yandan da içsel tartışmam süriiyordu, yazmalı mı yazmamalı mı? Ama her şeye rağmen hiçbir zaman elimi çekmedim, ne bundan, ne sırada olan ötekilerden, ne şiirimden, çünkü açıkçası beni yaşama kandıran, yaşamam gercktiğine inandıran bunlardı. Kitapta bir türyalnızlığa övgü sezdim... Yalnızhğa çok ciddi bir övgü var, ama bence yalnızlıktan şikâyet de var. Yanlış insanlarla beraber olmak mı, yalnız olmak mı, diye sorduğunuzda kahraman tabii ki yalnızlıktan yana, ama bu seçilmiş bir şey değil. ZorunlıJuğun dayattığı bir kabulleniş. Kalabalıklarla bir aradayken umduğu, düşlediği bir birliktelik şansı olsa yalnızlığı aklından geçireceğini sanmıyorum. Bir tür iletişim korkusuna sahip gibi. Ona korku demeyelim, kaçmma. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yeme çabası gibi. Yaşı, elliye yakın. Epeyce deney biriktirmiş zaten ve bunlann hemen tamamından ağzı yanmış. Bir laf vardır: Ne Şam'ın şekeri ne Arap'ın yüzü, diye, biraz öyle. Hem umutlu, insanlan seviyor, onlarla iletişim kurmaya çalışıyor. Ama öte yandan da belki bilinçaltında gene dilinin yanacağı yolunda bir bilgi var. Çok kontrollü olmaya çalışıyor. Romana damgasım vuran konu, görünen dünya ile bissedilen dünya... Düflerle romanın ılijkisini nasıl tanımlarsınız? Düşler, hatta onu bir adım geriye çekelim, nissedişler benim için her şey. Hatta tek gerçeklik. Bilgi değişir, ama hissediş değişmez. Dış dünyaya baktığımızda her şey, insanlar başta olmak üzere, nesneler de, hava dunımu da, renkler de benim algıma göredir. Ben onları nasıl algdıyorsam öyledir ve bu, gerçektir. Bir adım daha öteye geçelim, hakikat de ordadır. Benim sezdiğim, algıladığım, hissettiğim şeylerdedir. Bunu ben çok önenısiyorum, düşleri, hissedişleri, sezişleri. Kanramanımızın uyanış anından kitabın son cümlesine kadar olan biten her şey olmamış da olabilir ama aslında olmuşrur. Yani evinde bir kadınla uyanmamış olabilir, sanşınım adım verdiği bir komşusu olmayabilir, öyle bir dolmuş yolculuğu yapmayabiür, öyle akıllara zarar bir film setine uğramayabilir, yani her şey yalan ve kurmaca olabilir. Ya kayboluş nerede? Açıkçası çok sık rastladığımız bir kayboluş değil kitaptaki. Sadece tek bir şeyi, işini hatırlamıyor kahraman. Bu da amaçlı. O adam orada kopmah ki bazı şeyleri anlayabilsin. Çünkü asıl derdi, hayatı kazanmak dediğimiz, öyle formüle ettiğimiz aptal bir fonnülasyon... Çiplcrden o siliniyor sadece, çünİcü orada çok ciddi bir derdi var. Insanlara hayatını neyle kazanıyorsun diye sorarlar. Bence o soru hayatını neyle kaybediyorsun biçiminde sorulmalı insana. Çünkü orada hayat kazandmıyor, orada maişet kazanılıyor, geçinı kazanılıyor. Kahramanımız da kendini bir türlü oraya konumlayamadığı için o devresi atıyor. Çünkü onun böyle bir işi yok, olmaması lazım, ama hayat o role zorluyor. Senin de bir işte çalışman lazım, para kazanman lazım, evde kan çocuk varsa onlara para götürmen lazım, kira ödemen lazım, meyhane paranı karşılamak için bir iş yapman lazım. Böyle bir adam. Böyle bir kayboluş. Çtrılçıplaklık, özel bir anlamı var mı? Tabii ki bir anlamı var, bu bir metafor. iırılçıplaklıktan ne anlıyorsak, üstümüzc hiçbir şey olmaması durumu yani, adamımız kendısini öyle algılamak istiyor ve karşısındaki herkesi de çınlçıplak, hiçbir şeye bıılaşmamış haliyle görmek ve onlarla öyle ilişkiler kurmak istiyor. Tabii bu imkânsız bir şey. tmkansızı istiyor, ama imkansız olması yolundan döndürmüyor onu. Ve yolda inat etmenin de birtakım faturalan var. Onları da ödüyor. Daha doğrusu böyle bir beklentiyle kendini güdülemiş olması başına iş açıyor. Ama insanların çırılçıplaklıkta hissettiği öyle bir bütünsellik duygusu var ki, başına açılacak işleri umursamayabiliyor. Metni hamur gibi devamlt yoğuruyor, değiştiriyorsunuz. Konuşmalar ve metin hepsi aynı cümlenin icinde devam ediyor; tırnak, konuşma çizgisi, paragraf kullanmtyorsunuz, dolayısıyla her şey biraz da okurun anlamlandırmastna kaltyor. Açıkçası zor filan deyip kendi metnime övgüler düzmek istemiyorum, ama doğru tanımı da bulamıyorum. Okuru çok fazla zorlamayacağımı bilsem, inanın paragraf bile olmayacaktı bu metinde. Işte okudunuz, baktınız biliyorsunuz, bir adanmn yirmi dört saati ve araya başka şeyler girse bile, genelde adamın kafasında, ruhunda, teninde yaşananlar topu topu yirmi dört saat. Hiç kesintiye uğramayan bir düşünme ânı, bir tür. Beckett okumuş okurlar bileceklerdir, bazı metinlerde tutacak yer bile bulamayabilirsiniz. Fakat eğer o metne yeterli ilgiyi gösteririr, içine irerseniz, metnin size vaat ettiği çok müemmel topraklar vardır. Dil seçiminde de bu tür gerekliliklerden hareket ettim, bence bu ne tırnakla, ne konuşma tiresiyle, ne paragrafla asla kesintiye uğramaması gerekenbir bütün, ama her okurdan böyle bir efor beklemek haksızlık olacaktı. Okuma kolaylığı açısından, kolaylaştırabileceğim kadar kolaylaştırmaya çalıştım. Ancak edebiyatı dert eden okur, edebiyatı gerçek anlamda seven okur bu kitapla herhangi bir ilişkiye girebilir. S f OKURDAN ÇOK CİDDİ ÇABA BEKÜYORUM Metinde bu kadar bulmacayt neden kullandınız? Sanırım düz ayak metin yazmama kaygısından kaynaklanıyor. Dünyadaki hiçbir işin basit olmadığına inanıvorum. Özelliklc de edebiyat en zorların Jan ve bu nedenle de en şahane işjerinden bir tanesi. Okurdan çok ciddi çaba bekliyorum. Kolay elde ettiğimiz ya da belli bir efor sonunda ulaştığımız işleri, başarıları, kazanımlan kafamızda canlandırmaya çalışalım, bizim için değerli ve güzel olan; o iş için harcadığımız efordur. Ben herhangi bir metinde ne demek istediğimi, okuru nereye götürmek istediğimi, okura ne anlatmak istediğimi, olabildiğince açıklıkla anlatacaksam eğer, okur, hemen hiçbir çaba harcamadan, neredeyse ona dikte ediyormuşum gibi sırf benim söylediklerimi dinleyecekse, böyle bir şey yazmanın anlamı yok ve ben böyle bir yazıda yokum, ne KİTAP S AY I 7 64 Bedirhan Toprak ödui töreninde.. C U M H U R İ Y E T