29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bir ada gazetesinde çekilmiş bir fotoğraf sonradan çoğaltılmış ve yedi yazarın önüne gelmiş. Yedi yazar bir öykü ya da bir deneme diyebileceğimiz yazılar kaleme almışlar. Çok ilginizi çekecek bu kitap. ULUSU FATİH Sonsuzun mıhu va da Negatif İmge cum'un, konkistador Petro de Alvarado'vu atıyla bileşik tek bir yaratık (kentauros) sanmasına benzer bir yanüsamayla, belki mezara sonradan eklen miş olup lahdin bir parçası bile değildir. Kitapta buna benzer düşüncelerle karşılaşıyoruz. Mezar, imge olarak ölümü çağrıştırmasına karşın, burada yaşama arzusunu kamçılayan, sonsuz yaşamsonsuz ölüm gibi paradoksal bir görüntüyle olsa bile, yaşamölüm, ölümyaşam diyalektinde, ölümsüz yaşamı işaret edip, onu umarlayan kutsal bir levha ve el değerdeğmez alev alacak bir altar gibi duruyor boşlukta, çünkü evet! orada bir ölü var belki, ama o yaşamıştı, §u kandili oraya yontulayan kim peki ve yazılar ve mezarı çevreleyen Dor usulü parmaklıklar!.. Orada sonsuzca bekleyecek ölünün hâlâ sürüp giden yaşam belirtisi ve yanına kadar yakaşıp sokulanlarla paylaşımı bekleyen ortakçıl bir arzusu var. Demek ki aslolan yaşam, ölüm yaşamın esip gittiği bir durut, bir an. Evet yaşam ölümü içerirdi! ve ama ölüm kendinden başka neyi Yedi ayrı kalemden bir fotoğrafın çağrıştırdıkları likte yanına iyice yaklaştığımızda, o nefis Berlin Almancasıyla "Elinle üzerine dokundufeun an cini çıkacak" dedi. "Tek bir dilekte bulunabileceğini, bu konuda birkaç saniyen kaldığını bılmelisin." Içime bugüne dek tanımadığım bir telaş türü çöreklendi. Tek tesellim, kendi bizi görmüyor olsa da, Samih'in objektifinin bu korkunç anı saptamak üzere olduğuydu. Eğilip 'lamba'ya dokunduğumda deklanşörün sesini duydum. Işıkla karanlık yer değiştirdiler..." Yazınımızın gizil öncülü, yaşamını yazına, yazını yaşamına yansıtaoilmiş ender yazın erlerinden Uğur Kökden'ın bakışı ise arkaik bir ruhun yüzyıllara dağılışı, ışığın boşlukta yayılışı gibi... Yüzü gülüyor ama içi ağlıyor: "Tek bir resimle, en yalın bir anlatım biçimiyle, insanın geçiciliğini bu toprak tütsülükten daha açık ne dile getirebilirdi? Buhurdan doğrudan yanıp tükenişin karanlık sığınağından çıkan bir gücün dumana dönüşünün en özlü ve çarpıcı simgesi değil mi? Bir yerde o dumanda, gölgelerde gerçekleştirilen her sessiz özveri ya da gösterişsiz yakarış gibi gökyüzüne yükselmekte. Uzak geçmişteki Yunan kentlerinin tapınaklarında diyelim, Akropolis'teki Âthena Tapınağı'nda ya da dana sonra, Roma'da Vesta Mabedi'nde sürekli yanan o pişmiş topraktan yapılma kandilleri anımsatan bu kabartma buhurdan, yaydığı kokulu dumanla geçmiş toplumların öyküsünü aktarıyor çevresine. Efsane ve sıhirle dolu bu tepeae, her esintiyle dalgalanarak yavaş yavaş ama, biteviye geçmişten geleceğe dersler taşıyor. Sarp kayalıkların yüksek girintilerine saklanmış, yarı karanlık, bütünüyle hüzün yayan, basdöndürücü kokulu Ortodoks manastırfarının havasını çağrıştınyor sanki bu taş kandil! Bununla birlikte, aynı ortamı paylaşan mavi deniz ve parlak güneşle de, tam bir çelişki yaratmakta..." Geometri derslerınde çizilen "düşgenler" Borodino savası, karanlık çağlar ya da kara madde topraklan gibi, zamanın sabırsız örtüsüne sığınarak; hepimiz ölüvoruz ve öldürüyoruz... Yafa'aa iki bin beş yüz tutsağı kurşuna dizdiren Napolyon'dan, doksan bin kişiyi aç susuz Âllanüekber Dağlan'na süren Enver Paşa'ya kadar!.. Bir mezar taşından yayılan kederle geçmişin ölümöldürüm dolu izleğine acınası olsa da şu dizelerle de bir selam olsun... "Marx diye girerdik söze /hiç korkmamıştık hiç / Üzünçlü baharlann, ağız dolusu gülücüklerin / çocuğuyduk biz / Yerusalem düşleriyle kucak kucağa / yalnız ve kimsesiz. / Esrikliği, sonsuz hazzı tadamadık hiç / tadamadık paylaşmayı / Sertleriydik yeryüzünün, binyıllara nükümlü / durduraksızserfleriydik. / Serfleriydik an düşlerin, kumrular ülkesinin, sonsuz mutlanın / Elbette gelecektir derdik / Mutlak gelen gündendir yurdumun göreceği elbette gelecektir. / Ve bu yüzden: / Razı olduk yokluklara, sonsuz hüzne, yenilgiye / eyy Müyesser, gülüm benim, / batan güneşle çöktü karanlık o ülküye! / Antonius değüsin sen! kardeşim, cesur ol / 'Veda et artık ona, haydi, veda et: / Yitirdiğin Iskenderiye'ye..." Habil'den Kabil'e, Nuh Nebi'den, Is rafÜ'e bir mezar son olarak neyi anımsatır, Zaharia Stancu söylesin: "Yüklemiş yıldızlan arabasına gece / Kasıp kavuruyor ortalığı bir rüzgâr / Bir îskit kralı yatıyor şu höyüğün altında / Öbüründe Got krab var..." Ne var ki, Stancu da ydlar önce "Negatif lmge"ye dönüşmüş, onun da bir mezan var!.. Yer ışıdıktan yüzlerce yıl sonra hepimizin olacağı gibi... • Negatif tmge / Cem Heri, Enis Batur, Faruk Ulay, Fsmail Ertürk, Samıh Kıfat, Serhan Ada, U&ur Kökden / Gece Yarısı Kitaplan /*Sel Yayınctlık / 82 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 657 P etrarcacı ya da Beatrisçi yazın söylermiş gibi ressam de Kooning der ki: "Yüzyılın başında insanı kırmızı, sarı, mavi boyamak bir sorundu, şimdi kendi renginde boyamak sorun..." Bu yaklaşım sanatın diyalektik yasalara boyun eğdiğini ve önemlisi sanat anlayışının değiştiğini göstermesi bakımından bayağı üginç... Taranta Babu'daysa Nâzım: "Kör olmak ne iyi şeydir / Ne iyi şeydir sevmek karanlığı!.." der. Bu dizelerde okumanın hazzından uzak kitlelere ironik bir övgü olarak sunulabilirlik açısından iyi bir noktürn. Bu kısa prologdan sonra konuya girmeyi deneyelim. Enis Batureditörlüğünde sanatın uç noktalarına yelken açan, "Gece Yarısı Kitaplan" (Sel Yayıncılık) başlığı altında yayımlanan dizinin tümü bir "corpus" gibi izlenmeli demiştik, bu diziden şimaİlerde üç yeni kitap çıktı. Kaptan Gemide Kaçak Yolcu Var, Ârazi Marazi ve Negatif Imge, üç kitapta bir izlek üzerine 7 ayrı yazarın kurgudüşüyle dile gelen sıkı metinlerin bir aktarımı. Üçünü de gecenin yarısında okudum! Ama okumaya başlamadan önce, neden 7 diye bir soru usuma gelip bağdaş kurdu, öylesine devinirken, Yeai Uyurlar, Yedi Cüceler, Yedi Silahşörler derken evrenin yaratılışını simgeleyen sayının 7 olduğunu öğrendım, daha doğrusu evren 7 günde yaratılmış, her kitap öznel bir evreni simgeledığine göre 7 yazar da yeni bir evren yaratmış diyerek işin içinden sıyrılmayı umdum... Yazının en güzel yanlarından biri de budur, esinler, gönderiler derken, bir bakarsınız yazar sizi bambaşka düşlemlere sürüklemiş, kimi zaman da hiç böyle bir şey düşünmemişken siz apayrı dünyalara sürüklenirsiniz, sanatın özü buradadır, çünkü bu ayrıcalığı bize yalnızca sanat yaşatabilir. Ydlar önce ülkemize gelen Odessalı bir ozanın çocukluğunda, beyaz bir kazı boğarak ölümüne yol açmasını unutamaması üzerine 7 ayn ozanın bu konu üzerine 7 günde bir şiir yazıp birbirine okuma sözü verdiklerini duymuş ve hatta o 7 şiiri de okumuştum, işte bir izlek üzerine sanatın ve uçsuz açıkmlara yol alabileceğini gösteren, o günlerden ansınmış bir şiir (Ece Ayhan Gizemli Kaz); "Fetret ve fütüvvet ile / yeşil imgelemine şiddet sızdı. / Ve dahi mağralarda, koyaklarda / sakalsız çocuk hükrnünde idi / Izak / bir kaz boynunda beyaz / ölümcül ve hükumran / parmak izleri kaldı..." Bu üç kitaptan Negatif Imge adlı olanı, bir fotoğraftan yoîa çıkarak 7 yazarın bu imge üzerine sürüklendikleri iç yolculuğun tümüyle özel metinleri. Fotoğraf, Heybeliada'da bir eski mezardan (lahit) uzakta denizin ve adanın bir bölümünün görüldüğü, sonsuzca bir manzaravı içeriyor. Mezar üzerinde bir kandil kabartması var; garip bir gözyaşı şişesi, utku dolu bir kupa gibi duruyor, mezar Hıristiyanların aslanlara yem olarak atıldığı dönemlerden kalma gibi, Likya, Frigya üslubunu da andırıyor, en şaşırtıcısı da belki tüm bunlara özenen yüzyıl başı aristokratlarından birinin imitasyonu olabilir, hatta kandil bile Kızılderili reisi Te kım kuşlar, kuş sürüleri, manzara resminin değişmez kesitlen, çiçekdürbünü bulutlar, ufka doğru esriyen ayrıntılı çizim, sınırlandırılmış dünya görüşü, kıstırılmıs doğa betimlemesi; tüm bu bildik göriınü, bu evrensel, evcil, dilsiz anımsama yazmak istediğim, yazıyla kuşatılmaya çalışılan görkemli, tinsel, yüce dil, ova, doğadan sökülüp alınmış anlık izlenimler, sınıflandırılmış malzeme, dökümü çıkarılmış günbatımı, dalgaların etkisi hesaplanmış çırpınışları. Bir manzara arayışına yönelmek, evrensel susku ile, dünvanın yerinde durduğu gibi duran, taş kesilen, zamansız, şimdisiz bir arut olarak dikilen imgesiyle, bizi yerli yerimize mıhlayan, dalıverme alışkanlıklarımızı pekiştiren çevren ile ilgilenmeden, ondan sıyrılmaya çabalayarak, söylensel anıklıkların bin yıllık kalıtını yaasiyarak ilerlemeyi, düpedüz karşımdakı, zihnimdeki manzaraya oturmayı, onu dile getirmeyi düşünmek..." Nobel Ödülü'nün, kendisine ilişkin Geçmişbı btari Negatif Imge de yer alan yazarlardan sağda samlh Rlfat ve Uğur Kökden. içerir... "Gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk / gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi /işte geldik gidiyoruz / şen olasın Halep şehri." Yaşam böyle geniş bir arzu, böyle sonsuz bir özlemin şiiridir. Avcıların çolpan dediği veya suya damlayan mavi Venüs ya da kır siklamenleri ile menekse sürüleri arastnda dile gelen Sokratik deyiler gibi; bu kitaplardan Negatif Imge'nin çağrıştırdıkları arasmda Cem lleri'nin pastoral, lirik ve aynı zamanda filozofık bir metni var: "Istediği denizi yazmak. Zümrütlerin, gökyakutların sabrını, ağaçların tarihsizliğini... Bir tek kıyısını kavrayabildiğimiz, anlamını ancak bir tek kıyısıyla kurduğumuz denizin öyküleri üzerine yazmak, manzaranın bütününe, görüş alanımı saran tüm doğa görünümferine hâkim olmak, bulunduğum yerden, bu kavrayışlı yükseltiden, sile kaplı bir tepeden, uçurumun kıyısından, gölün pırıltüarla kendi kendisini yok eden en derin noktasından aşaöıya, yukanya, gözün uzanabildiği, seçebüdiği en belirgin bölgeye doğru, oradan başlayarak yeniden, denize varan dek kayalıklar, çevremizde döne dolaşa bir göksel kesit oluşturan yığın yığın, salkım sal Özelmettnjep söz edilebilirliği üzerine beyaz bir bulut gibi, gökte sessizce akan Enis Batur'un konuya ilişkin metninde can alıcı bölüm şu sanırun: "Böcklin retrospektifini gezdiğim günün gecesi ağır bir düş gördum. Walter'le birlikte, tanımadığım bir iskeleden salaş bir gemiye biniyorduk. Hava, gündüz olmasına karşın kararmıştı. YolcuJuk boyunca hiç konuşmadık. Bir süre sonra bildik bir silüet göründü karşıdan, yan yana diziü bir ada topluluğuna doğru ilerliyorduk, Heybeliada îskelesi'ne yaklaştığımızda şaşırdım: Tabelâda Capri yazısını okumuştum. Indik ve yürümeye koyulduk. Yağmur hafıf hafif çiseliyordu ve ikimizin de başında Borsalino şapkalar vardı. Neden sonra tepeye tırmanmaya başladık. Benden daha kilolu olması Walter'in hızını kesti bir ara, o zaman onun, müzenin son salonundaki, sırtı sırtıma dönük, besinci versiyonun karşısında dikilen kişi olduğunu kavradım. Bir korku dalgası gelip geçti içimden. Daha da hızlandım. Tepeye vardığımda ışık biraz olsun artmış gibiydi. (...) Bu arada, Samih'in neyin fotoğrafını çekmeye hazırlandığını fark ettim: Alışılmadık bir mezar taşıydı bu: Tepeden denize nazır konumunda ayrıcalığı vurgulanmış, taşının üzerinde kabartma kandiliyle sıra dışı bir sin. Walter'le bir SAYFA 18
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle