Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Fatih'in topları Istanbul'u döverken Bizans halkı "Melekler erkek mi, dişi mi" tartışmasıyla zaman geçiriyormuş. Melekler erkek mi olur dişi mi olur söylemlerini bir yana bırakıp yeni bir yaşam felsefesi oluşturarak Kazancakis'in kahramanlarından Don Francisko'ya adanan bir şiirdeki dizeleri anımsamak gerekir: "Yaşayın hayat geçiyor". • * Melekler Erkek Olm/Hamdi Koç/ YKY Yaymlan, 2002/258 s. ** Öğr. Gör. Akdeniz Öniversitesi. Antalya Aşk Boyu Sürgün HAYRİ KAKO YETİK azım diyor ki "seviyorum seni, ekmeği tuza banıp yer eibi/ su içer gıbi" Böyle yalın olanı güzeldir sevginin; elbette ki sözün de. Pürüzsüz, duru olursa söz gelip oturur, bir de, ağırlamastnı bilirsen şiir olup çıkar insan içine; gösterilen olarak da gösterge olarak da kabul ettirebilir kendini. Günbaş bunun bilincinde, nice deneylerden geçmiş, bir nice birikip dolmuş olduğundan bunu yani sözün özünü ve şiirini gözetiyor. Şiirindeki güzellik, eşdeyişle şürsellik burdan kaynaklanıyor. Tumturaklı laflarla ortalığı velveleye verip ortamı bulandıranlan bir kalem geçin, "şiiri düzde kuşatmak" isteniyorsa ya da şiiri dolaysız tadmak isityorsanız Günbaş'ta aradığınızı bulabilirsiniz. Şiir serüvenimizde bir pınardır o; elbette ki şiir çınarının gölgesinde, Nazım'ın, Yunus'un, Fuzuli'nin Karacaoğlan'ın beslediği. Günbaş'ın geçmişle bir sorunu var. O sorunu, o takıntıyı bilmek gerek. Çalışma ortamtnın, siyasal, mesleki ağırlığının yanı sıra dar gelirli olmanın dayattığı yaşam koşulları onu istemediği nalde şair çevresinden uzaklaştırır. Konya'dan Izmir'e gelmiş bir emekçi ailenin çocuğu olarak üniverstteyi zor koşullarda okur. Bir başka alanda işçi olarak çalışmak zorundakalınca yaşamın yükü şiire zaman bırakmayacak denli omuzlarına biner. Geçmişini, yaşadığı zor günleri iyi bilmesi gereken Yurttaş'ın dediği gibi Günbaş, ekonomik sorunlardan başını kaldırıp da şiirini öne çıkaracak olanaklar edinememiş biri. Çalışma hayatına nokta koyunca Ahmed Günbaş ilk fırsatta şiire dört elle sarıldı; dolu dizgin döndü şiirin saflarına; şiirlerini daha gür daha atak olarak bulmaya başladık. Önce iki kitap yayınladı arka arkaya. Birçok dergide şiirlerini okuyoruz. Bir koşuşturma içinde. Bu yalnızca şairlikten değil; geçip giden hayatı yakalama telaşıncıan, şiiri nayat olarak gördüğünden ya da hayatı şiirle yakalayabilir miyim umudundan. Bu yüzden pişmanlıkların, gecikmişliklerin, geride kalmışlığın, ihanetlerin, izlerini taşıyan yaşanmamış geçmişin, gelip geçiciliğin, bir şeylerin kaçırıidığı duygusunun her şiirine sindiğini, bunlann nedenlerinin sorgulandığı olgun şiirler olup çıkıyorlar ortaya. Bu, şairin kuşağına özgü bir duyarlıkmış gibi algılanabilir; ama çok genel bir duygulanım biçimi olarak birçok şairde ortak görünümdedir, önceki natta sonraki kuşaklarda da sıkça görülür. Rehin şiirine de yansımış:Kuşağının o kanlı çatışmalarını bir kısa şiire, oirkaç dizeye sığdırıvermiş: "Rüzgarımı istiyorum/Rüzgarım rehin Bir kıbritle oyuna gelen/Yılkıya ayrdmış gençliğimi' Yazarken geçmişini sorguluyor, kederler içinde; zaman zaman pişmanhk, zaman zaman da yazıklanmalara, hayıflanmalara dönüşen o, "bir parça yaz"dır, "güzlenmeden" yaşanacak, N "Bakır paralar gibi hırpalanan altın yolculukların kederi" olup öne çıkan. Icimizden bir; hani, "sanki içimde bir başkası var" deriz ya, işte o biri Günbaş. Aşk Boyu Sürgün adlı kitabı "işte geldik gidiyoruz" diyor gibi. Yerin derinliklerinde arınmış, durulmuş kana kana içebileceğiniz mütevazı, sehli mümteninin kıyılarından sözler, anlamlar devşirmiş bir şiir. "Unutuş bir yorgan daha diker kendine/ Mor çiçeğini düşürür kumaşından" tmgenin sözle, sözün duyarlıkla bir oya oluşturduğu usta işi bu iki dize gibi daha birçoğu bellekte kalabilecek bölümleri şiirleri var Günbaş'ın. Bunlardaki ustalığı Ceylan ve benzeri sembollerin, imgelerinin çatısı olarak çoğunluk uzun, zincirleme olan tamlamalar, ister sıfat olsun, ister ad, dilini değil, söyleyiini şi ve şiirini tökezletemiyor. Bunun gib i şiirlerinin özerkliği, özerk bölümleri de aksaklık yaratmıyor. Şair dizgesel bir yapı kurmuyor, bunu gözetmemiş; bütün bunlar dağınık, savruk, kendüiğinden gelişen, dolaysız, doğal, içten bir düzeyde, görünümde gerçekleşiyor. Bunun da şairin bilinçli seçimi olduğunu, dizelerinin bellekte kalmasını gözettiğini söylemek olanaklı görünüyor. Şiirinin akışında dikkate değen bir yanı da Halk Şiirinin de denilebilir ki anonim olanına yakın sözceler, dizeler, nazım birimleri boyutunda bölümleri, şiirleridir. Türkçe de şııri gibi yerinde duramıyor, bir nice zamandır yatağını arıyor her ikisi de. Türkçenin böyle oluşuna Günbaş da aynı izlekten gelen şair dostları gibi katkı sunan bir dil oluşturmaya çalısıyor. Bunu yapmaya çalışırken bazen halk diline, ağza ait sözcüklere başvuruyor bazen de benim "türedi sözcükler" demekte sakınca görmediğim sözcük türetme deneylerine girişiyor. Ağızsözcükleri: gökçe günler, bebeler, el sürülmedik, korsunuz, yeğnice, arduvaz, göveren, koygun, alkım, sarmaşarak, öpüşken, alnaç, ağırşak, algun, yeleken, kağşak, çatkîn, gezgin, gelenmiş, hafakanlar Bu sözcüklerin bazıları yazı diline de bir biçimde geçmiş ses değişikliğiyle kullanılanlar, bir kısmı belli ki şairin ana diline, ağzına ilişkin. Türediıölükentler, düşsıcağı, toktağan, ucuzinsanlık, içsıkıntısı,taşçıllık, yürekkent, acıstım büzüştüm, ağrdıyeşil, kabilekule.okyanusça, kuşevim, balkonfener, salkımçocuk, zorülke, gökağaç, düşgemi, kuşdalı, ayazbeşik, yağmurçiçeği, şiirşeker, düşölçeği, zoryaşamak, baoayani, şekerenk, capcanh... Bunlara çatapat, tezelden, ossaat vb eklenebilir. Bunlann altını çiziyorum. Dil araştırmacıları bir başka eleştirimde dikkat çektiğim bu çabaya şiirlerindeyer veren, sözgelimi Arif Madanoğlu gibi şairleri inceleyebilirler; bu şairlerin kullanma gereği duyduğu ağza, konuşmaya ilişkin sözcüklerin biliniyor olmasının yanı sıra kullanım değerlerini, hangi bağlama oturduklannı görmek açısından birer örnek olabilirler. Bu şairlerin çabalarını ya da bu anlamdaki çabaları dilin yazıya hapsedilerek doğal ve sözel gelişiminin kısıtlanmışlığına karşı bir mevzi sayabilir miyiz; duşünmek gerek. Sayılmasa bile bu deneyi de Günbaş'ın şiir cephesinden en azından dil adına saygın bir çabadır. Günbaş sorumluluk duyan bir şair; toplumuna, ülkesine, çağına, insanhğa karşı. Bu nedenle toplumsal sorunlar, toplumsal acılar taşır şiirleri. Binlerce insanımızın dehşete düşüren deprem ölümünü Günbaş çok etkili bir sözceye, bir dizeye döküverir: "yaz düştü salıncağından" "hem de" yi çıkın bu dizeden, bu sözce depremi içselleştişrmiş bir içli traiedi oluverir bir den. Düşen yazın yerinde de "ölüm sessizliğini gönnekle dehşetimizi anlatır. Ve Sözcüklerin kuHammı "kent öldü" belki bir abartı; yine de vurgusu çok etkili. Belki bir başka dizede ama insanın aklına bu şiiri okurken geliyor "akşam olurken şairler nerede ağlar" Giz şiiri imge ve sözce olarak felsefi, daha doğrusunu söylemek gerekirse tasavvuf çağrışımı yapıyor. Felsefenin o büyük sorunsalını "kendini bilmek" kavramının ekseninde gelişen bir şiir. 'Döndüm' ve şairin ayrıca önemsediğini anladığımız 'kül' sözcükleri bu kavramla bir araya gelince ister istemez Mevlâna'yı akla getiriyor. "Hamdım piştim" "yanmak" ve "dönmek" bu ilişkiyi tamamlayan göstergeler. Kendini bilmek ekseninde tasavufun orda kalmaz; şair yoksulluğu bir ateşmiş gibi düşünmüş olmalı ya da biz ister istemez pişilen yerin yoksulluk olduğunu anlarız. "mevsimler yorgunu halsiz bir çocuk/akıtır yaşlarını yoksul bir dereye" Ancak pişilen yerden değil, belki de şairin hedefleri açısından, o tasavvuf terimiyle söylersek "insanı kamil " olmasına daha zaman olduğunu anlarız "daha ulaşamadım gizime " deyince. "çarpa çarpa döndüm kendime" dizesi 'döndüm' sözcüğünün kinayeli kullanımıyla tasavvuf göndermesini akla getirdiği gibi şairin yaşanan gerçelkleri kastettiği uyarısını da taşıyor. Günbaş'ın Aşk Boyu Sürgün kitabında özellikle Giz, Sokak.Efkarlı Sokak, Taş Yerinde Kalırsa.Fenersiz, Gül Batıyor Yarama, Dönüşsüz, Avare, Milat, Çit şiirleri belleğimizde yer edecek, aranacak, bilinecek şiirlerden.... Artık bize özgü olanın modernizme boğulmadığı ve modernin kalp/takliti olmayan şiirler de yer almalı yaşamımız da... Yarının bunlara gereksinmesi var. Bugünse sahip olduğumuz değerlerin bilincinde olmak adına okumalıyız bu şiirleri. • hayrikako@hotmail.com Aşk Boyu Sürgün / Şiir Ahmet Günbaş / Bilgi Yayınevı Yazımmızda Kadın Kahramanlar FATMA GUREL O yküleri ve çocuk kitapları ile tanıdığımız Tansu Bele'nin "Kadın,Yazın,Siyasa" adlı son yapıtı bir denemeler kitabı.Adından da anlaşılacağı gibi kadın kimliöi üzerine düşünen.lcadının yurdumuzdaki vedünyadaki oluşumlara koşut olarak yazınımızdaki ve sosyal yaşam içindeki yerini irdeleyen emek verilmiş bir çalışma . Bu güne değin kadınlarla ilgili söylenmiş pek çok söz olmasına ve konunun ağırlığına karşın Tansu Bele görüşlerini bir söyleşi havası içinde bize aktarıyor ve böylece kitabın ugiyle ve zevkle okunmasını sağlıyor. Toplumsal yaşam, ekonomik, kültürel .siyasal olaylar ve değişimler elbette kadın kimliklerini de etkiler. Toplumsal anlayış ve kabuller kadınların özgür ,kendine ve toplama yararlı bireyler olmalarınısağladığıgibi, bastırıp, dışlayarak onları edilgen tüketicilere de dönüştürebilir... Kadınlar çok uzun yıllardan beri bunun savaşını veriyorlar ve giderek istedikleri yeri kazanıyorlar . Erkek egemen dünyada bir varoluş savası bu...Çoğu zaman , gözle iJk anda görülmeyen her kadının kendi küçük cephesindeverdiği, gizli ve sessiz bir çekişme, kimi zaman da topluca, örgütfü, yüksek sesli bir ayaklanma... Yaşamın ve insanın en derinlikli olarak yer bulduğu romanlarda ve öykülerdeki kadın kahramanlarsa yalnızca yazın dünyasının bir üyesi olmakla kalmayıp yaşadıkları dönemin ve toplumun tanıklığını yaparlar aynı zamanda. Tansu Bele buradan yola çıkarak kitabın birinci bölümünde, ülkemizde Tanzimat'tan bu yana toplumsal yaşamdaki değişimlerle birlikte , kadının rolünü ve beklentilerini anlatırken bir yandan da bunun yazınımızdaki yansınıalarına örnekler veriyor. Değişen kadın kimliğini ve özelliklerini Divan şiirinden başlayarak günümüze getiriyor. "Cumhuriyet öncesi Divan yazınında kadının soyut bir imge olarak yer aldığını hepimiz biliriz.ümeğin Tanzimat Dönemi öncesi Divan şairlerinin şiirlerinde yer alan kadın imgesi cansız.dilsiz ve yalnızca kaş,göz,dudaktan oluşmuş,kısacası biçimsel bir nesneye dönüşmüş olarak sergilenir;bu kadın tiplemesinin geçmiş dönemlerdeki Osmanlı kadınının toplumsal konumunaters düştüğü de söylenemez. Kadının kafes arkasında yaşadığı ,sokağa yalnız başına çıkamadığı,diş dünyada yerinin olmadığı bir tonlum düzeninde erkeğin, ona yalnızca aüşüncesinde yaşattığı soyut bir varlık olarak yaklaşması ve erkek şairlerin de bu kimliğe ııygun kadın imgeleri yaratmaları elbette anlaşılabilir bir olgu. Buna karşılık kadın imgesinin değişime uğrayıp geleneksel yazındaki soyut kimliğinden çıkarak somut bir varlığa dönüşmesi ancak Tanzimat Döneminin Batı'ya öykünen yeni yazınında görülür...". Türk okuyucunun en çok sevip okuduğu yazarlardan biri olan Reşat Nuri Güntekin'nin Çalıkuşu romanındaki Feride tipini inceleyerek başlıyor Tansu Bele. Suat Derviş'in Foforlu Cevriye'si,Sevgi Soysal'ın Şafak'ı.Adalet Ağaoğlu'nun Olmeye Yatmak'ı, Orhan Pamuk'un Sessiz Ev'i ile sürdüyor...Bu romanlardaki kadın kahramanların kişiliklerini, dönemin özelliklerini de anımsatarak veriyor. Kitabın ikinci bölümünde .Kadın Hareketi.Feminizm ,Siyasi Partilerde Kadın Komisyonları,Siyasi Partilerde Kadın Yokluğu Derneklerde Kadın Çokluğu...gil">i başlıklar altında toplanmış metinlerde ise ,kadının toplumsal yaşamda ve özellikle siyaset alanında ve karar organlarıdaki varlığı üzerine yapılmış araştırmalar ve değerlendirmeler var.Yazar bu değerlendirmelerini bizdeki ve dünyadaki olaylara .konuştuğu kişilerin görüşlerine, sayısal verilere dayandırıyor.Kadınların yaşadıkları tüm zorluklara karşın yine de umutlanmak için nedenleri olduğunu da vurguluyor. "Kadınlar ,ne dünyada ne de ülkemizde hiç bir zaman sosyal olayların ve dış dünyanın 'dışında' kalmadılar .Erkeklerin bütün engellemelerine karşılık başardılar bunu •karar mekanizmalarından en çok dışlandıklarında zamanlarda dernekler , kurumlar.vakıflar kurdular.Yüzyıllar öncesinde de böyleydi bu ,bugün de böyle..." Tansu Bele'nin akıcı bir dille yazdığı denemeler ,çok rahat okunuyor ve bizitn de bilgilenmemizi, bir kez daha düşünmemizi,düşüncelerimizi geliştirmemizi sağlıyor.Zaten denemelerin amacı da bu değil mi? • *Kadın ,Yazın, Siyasa /Tansu Bele / Pencere Yayınlan / 149 v. CUMHURİYET KİTAP SAYI 652 SAYFA 17