Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
0 K U R L A RA "Bilinmeyen şiir. 'bilinmez' mi deseydim yoksa? Bu kadar yakın ve bu kadar bilinemez olan bir başka konum yok benim. Şiiri duyuyorum, hatta görüyorum, dokunuyorum sanki ona, yıllardır yapıyorum da, ama onunla her karşılasmamda bir şaşkınltğa düsüyorum. Bütün tarihte, hütün dünyada şiir var, ama onun ne olduğunu bir bilen yok. Uğraşacaksınız, dıdineceksiniz, sizi sevindirdiğini göreceksiniz, tanımış gibi olacaksınız, ama yitiverecek o, başka sefer başka bir kılıkta çıkacah karsımza. Son günlerim daha çok bunu düşünmekle geçiyor." Bu sözler Melih Cevdet Anday ustanın; sunlar da; "Bir sanatçımn yapıtı hem kendhidir, hem değildir; yapıt kendi yaşamım sürdürür giâer, yaratıcısının dehasını da birlikte taşıyarak. Dali, resmin Çaykovski'sidir, resimden anlayanlar ona bıytk altından gülümserler. Ama ben bilisizliğime güvenerek diyeceğim ki, Dali, gerçeküstücü resme gerçekten debasmı koynıuş bir sanatçıdır. Onun yapıtlanndan çoğunu bir arada görmek olanağını buldugumda vardım bu kanıya. însanı yaşatan, ö'lümsüzlük duygusudur." Ölümsüzljik Ardında Gılgamış'ın şairine ne çok yakışıyor bu sözler. O artık hem ölümsü'z hem de yaşıyor. Sa&lıklı yaşam yılları dueyerek saygâanmm sunalım şiirimizin bu büyük ustasına. Yaz bitti, ama ben tatile yeni çıkıyorum. Kitap okumak için... Yazarlar" ve "Yazanlar adikal gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz, bir süre önce, bir sınıflama yaparak gazetelerde yazı yazanlan iki bölüme ayırdı: "Yazarlar" ve "gazetelerde yazı yazanlar". Kimsenin aklına Mehmet Y. Yılmaz nereden çıkardı bunu diye sormak gelmedi, daha önce böyle bir sınıflamanın yapılıp yapılmadığı konusunda kimse bir şey söylemedi; sadece Mehmet Y. Yılmaz'ın "yazar"ları dört yazarla sınırlaması, bu dört yazar dışındakileri de "yazar"dan saymaması bazı gazete yazarlarının tepkilerine yol açtı. Ovsa 20 Mayıs I987'de kısa bir günlük yazılmıştı: "Günlüklerden birinde, 'Tomris Uvar gibi aydın bir yazarın' dedikten sonra bir ayraç açmış ve 'Aydın' olmayan ama bir şeyler yazdıkları için kendilerine her nasılsa 'yazar' denilen yurttaşlar o kadar çoğaldıki at'" tık böyle bir ayrım yaprnanm'zaman;'geldi!" diye bir açıklama gercğini duymuştum. Gerçekten, Tü.rkiye de sadece yazmakta ısrar ettikleri için, sadece kitaplar yayımladıkları için kendilerine şair, hikâyeci, îomancı, yazar denen o kadar çok insan var ki! YAZKO'yıı düşünüyorıım: Son zamanlarında parayı bastıran üye olııyor, kitabını yayımlatıyordu. YAZKC), "yayın üretim kooperatifi" olmaktan çıkmış, "yazar üretim kooperatifi" haline gelmişti! Sonuç, belli. "Gerçek yazarlarla bir şeyler yayımladıkları için kendilerine yazar denen kimseleri nasıl ayırmalı! Ben, 'aydın yazaraydın olmayan yazar' aynmını düşünmüştüm. ü ünliiöü okuduktan sonra Roland Bartes'ın bir yazısını gördüm: 'Ecrivains et ecrivants' ('Yazarlar ve yazanlar'). Roland Barthes, yazarlarla yazanlara başka anlamlar yüklüyor, beni düşündüren sorunun zorlamasıyla bulmamış o ayrımı; ama biz, pekala, o ayrımdan yararlanabiliriz: 'aydın yazarlar'a, yani gerçek yazarlara 'yazar', para• bastırıp kitap yayımlayanlara, yeteneksizı ere, boşyere kâğıt tüketenlere 'yazan' diyebiliriz." (Alıntı: Gücünü Yiriren Edebiyat, Gerçek Yayınevi, 1990, s.l 18). Ek: Mehmet Y. Yılmaz'ın Roland Barthes'ı okuduğunu sanmıyorum; okusaydı o dört yazardan çoğunun "ecrivant" bölümüne girdiğini fark ederdi. R l l zıldı: Melih Cevdet Anday'ın Gizli Etnir'i 1970'te yayımlandı; bir yıl sonra gelen "12 Mart", sanki Melih Cevdet'in Gizli Emir'deki bir cümlesini doğrulamak için geliyordu: "Kötülükler hayal sınırlarını aşabilir ve böylece hayalden de inanılmaz, tüm gerçek dışı bir nitelik kazanabilirlerdi." Gizli Emir'den sonra 12 Mart olayı, değişik biçimlerde, değişik yorumlarda romanlarda yer aldı: Çetin Altan'ın Büyük Gözaltı'sı (1972), Tarık Dursun'un Gün Döndü'sü (1974), Erdal Öz'ün Yaralısın'ı (1974), Sevgi Soysal'ın Şafak'ı (1975),PınarKür'ün Yarın... Yarın...'ı (1976), Adalet Ağaoğlu'nun Bir Düğün Gecesi (1979), Furuzan'ın 47'liler'i (1974) hep 12 Mart dönemini anlatan, siyasal yani ağır basan romanlardır. Siyasal roman, 12 Mart hareketine paralel olarak gelişmiştir; "siyasal içerikli" olmasının nedeni •de budur. Bu romancılar, 12 Mart, "tarihsel açıdan yanlış, ama bir çeşit yazgıyı, trajediyi, büyük bir yüreklilikle yaşamaya iç ve dış egemen güçlerce zorlanmışlardır." Bıınun için bu dönemin romanlarında öliip giden gençlere hep sevgiyle, hep saygıyla yaklaşılmıştır. Ya 12 Eylül romanları? 12 Mart romanlarıyla 12 Eylül romanları arasında büyük bir fark vardır: 12 Mart romanlarında hapislere düşen, işkenceler gören, öldürülen "devrimci" gençlere ağıt yakılırken 12 Eylül romanlarında kurulu diizenden yana tutum takınarak "devrimci" gençlere saldırmak, devrimci gençleri aşağılamak moda olmuştur. Bu tür romanların en ünlü örneği Ahmet Altan'ın Sudaki tz (1985) adlı romanıdır. Ayla Kutlu, Hoşçakal Umut (1987) adlı romanında teslimiyetçi edebiyatın tipik bir örneğini vermektedir: "Dünyayı değiştirme görevinin kendisine verilmiş olmadığını" kabullenmeyi övmekte, "dünyaya uyum çabası"nı "yetinme bilinci olarak tanımlamaktadır. Tahsin Yücel, Peygamberin Son Beş Günü (1992) adlı romanında, 1940'lardan kalma "komünist" bir kahramanının" düşüncelerine öylesine inanıyordu ki o günlerde Nokta dergisinde yayımlanan konuşmasında belki de ilk defa bir romancının söylediği şu sözleri söylüyordu: "Ekonomiyi çok iyi bilen bu sanayici tipi ilgililerce tartışılırsa ben bir romancı olarak görevimi yerine getirmiş olurum." (Ne mi der Fethi Naci? Pes!) H. B. Kahraman, "somut koşullar"dan söz ediyordu: "Türkiye'de 1980'den sonra içine girilen yeni dönem, siyasalın hayattan koparılması, siyasete karışmış kesimlerin ağır ve acı yenilgiler alması, yapıtın kendi içine kapanması sonucunu doğurmuştur." Neye dayanarak söylüyor bunları H. B. Kahraman? Herhalde yayımlanan romanları okuyarak değil! H.B. Kahraman, o romanları okusaydı "siyasalın hayattan koparılamadığını" görürdü. H. B. Kahraman, son romanı dışında, nerdeyse bütün romanları "siyasal" ağırlıkh olan Kaan Arslanoğlu'nun Devrimciler (1998), Çağrısız Payalim (1992), Kişilikler (2. baskı, 1997), Oteki Kayıp (1998) adlı romanlannı gördü mü? Ya Oya Baydar'ın Hiçbir Yere Dönüş (1998) adlı romanını? Ha bibBektaş'ınGölgeKokusu'nu (1997)? Cemil KavuKçu'nun Dönüş'ünü (1998)? H. B. Kanraman bu romanları okumadan nasıl "Türkiye'de siyasal roman geleneği bitmiş" diyebiliyor? : H. B. Kahraman'ın, "...Türk romanının daima Doğu Batı gibi kültür ve uygarlık çatışmalarının romanı olduğu açıktır" yargısı da havada kalıyor. Türk romanı, başlangıçta DoğuBatı çatışmasını incelemeye çalışmıştır; ama bu, "Türk romanının daima DoğuBatı çatışmasının" romanı olnıası demek değildir. Berna Moran'ın Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış(Birinci Kitap, 1983) adlı nefis incelemesinde dediği gibi, "1950'lere kadarki Türk romanının sorunsalını büyük ölçüde bu Batılılaşma hareketi belirler." (s.22) Ya daha sonrası? 1950'den sonra DoğuBatı çatışması, yerini, emekçilerin, köylülerın sorun larına bırakır. Bunu görebilmek için " sonra yayımlanan romanları okumaktan başka yol yoktur. Büyük sabır isteyen bir iş, ama bu sabrı göstermeden de bu konuda yazıp çizmek doğruların ortaya çıkmasına yardımcı olmayacaktır. • Slyasal poman öldü mü? Hasan Bülent Kahraman, 19 Ağustos 2000 tarihli Radikal'de, "siyasal romanın öldüğünü" yazıyor: "Bir anlamda Türkiye'de siyasal roman geleneği bitmiş, en azından ağır sessizliğe kapanmış görünüyor. Oysa 1970'lerin, hatta öyle bir yaklaşımla okunduğu zaman 1950 ve 60'lann, yani romanın kendi ayakları üstüne basmaya başladığı dönemin yapıtları daha çok siyasal içerikliydi..." H. B. Kahraman, "Bir anlamda Türkiye'de siyasal roman geleneği bitmiş, en azından ağır sessizliğe Kapanmış görünüyor." derken neye dayanıyor? ÜstelİK siyasal romanın 1970'lerdeki görünümü ile 1980'lerdeki durumunu karşılastırmadan, 1980'lerde "siyasal roman" yazılmamış gibi yalnızca 1970'lerin romanlarının "siyasaliçerikli" olduğunu ileri sürmesi nasıl açıklanabilir? Evet, 12 Mart olayından sonra siyasal romanlarda bir canlanma oldu. Ilk 12 Mart romanı, 12 Mart olayı gerçekleşmeden ya552 TURHAN GÜNAY KİTAP Imtlyaz Sahlbl: çağ Pazarlama Gazete Dergi Kitap Basın ve Yayın A.ş. Adına Berln Nadl Yayın Danışmani: Turhan Günay o Sorumlu Müdür: Flkret llklz Cörsel Yönetmen: Dllek llkorur: Baski: Çağdaş Matbaacılık Ltd. Sti. ldare Merkezi. Türkocağı Cad No: 3941 Cağaloğlu. 34 334 Istanbul Tel: (212) 512 05 050 Reklam: Medya c iri anlatarak, bu şairin kişiliğinde "komünist"i rezil etmektedir. Bunu yaparken, o günlerin koşullarını da, "komünist"lerini de tanımadığını apaçık ortaya koymaktadır. Peygamberin Son Beş Günü, emekçilere karşı mücadelesinde Türkiye burjuvazisinin elinde güçAğaoğiu, Uc Beş Kişi (1984) adlı romanında bir sanayici tanıtıyor: Ferit Sakarya. Bu sanayicinin iki savı var: Özel girişimciler, "kendi kârları için" değil, "ülke ekonomisinin düzelebilmesi" için çalışabilirler ya da çalışmalıdırlar; 2) Ekonomik "düzelme", özel sanayilerce gerçekleştirilebilir. Adalet Ağaoğlu, "roman SAYFA 3 Şa lü bir ada.y olmaya aday. Adalet CUMHURİYET K İ T A P SAYI