27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

* duğumda ise sonu çabuk geliyor. Diyebisayan bir saygı bu. Bunun köklerı neredc. lirim ki; son cümJesini dani tasarlamadıBiz toplum olarak böyle bir eğitım alıyor ğım bir öykünün başına oturmuyorum. muyuz? Bir başka deyişle o son cümleye ulaşmak Doğada hiçbir canlı yok ki, uzaydan için onca sayfayı yazıp duruyorum. Yadünyaya düşmüş olsun. Her canlı dünyazarken ve bitirdikten sonra defalarca bada ve kendi rahminde oluşuyor. Rahim, sa dönüyorurh. Hep bir fazlalık anyorum, koza, yumurta, kese... Ama orada bile tehbir eksiklik. Öyle ki, dizgiye verdikten dit altında. Kendi yaşamını ancak başka sonra, asansörle inerken, biLnem kaçıncı canlıların yaşamına son vermekle olanakkattan geri döniip, içime sinmeyen o cümlı kılabilen canldar için söylenecek bir söleyi değistirdiğim bile oluyor. Basılıp kizümüz elbette olamaz. Bu bir doğal selektap olduKtan sonra okurken, keşke bu siyondur. Ama insanlar için aynı şcyi söysözcüğün yerine şu sözcük olsaydı dedileyebilir miyiz? Söyleyebildiğimizde, söyğim de oluyor. Biliyorum bu işin sonu leyebildiklerimizin, o canlılardan, bir yok. En mükemmeli aramak... Ondan da kurtçuktan, kurttan, fareden, kaplandan, •güzelini. Sonu yok ki... balıktan farkı kalır mı? Ne yazık ki kalmıyor. Ve bunlar, yani insandan farklılaşan Gelişigüzel kâğıtlara, çok zengin bir kainsanlar, insanlarla birlikte ve bir arada lem koleksiyonum olmasına karşın, geliyaşamaya devam ediyorlar, onların yaşaşigüzel kalemlerle yazıyorum. Yazarken mını ve elbette öbür canlıların yaşamını da çevrede beni rahatsız eden hiçbir şey oltehdit ederek. Bunları yeniden nasıl inmamalı. Dikkatim dağdmamalı. O sevişsanlaştıracağız? Eğitim, kültür, sevgi, inme anımı bozacak her şeyden uzak olmasan hakları, yasalar, devletler, öteki kurum hyım. Bu da gece demektir ya da her yaz ve kuruluşlar hep bu gereksinimden dogittiğim Edremit Körfezi'ndeki "Kabağuyor. Sanat bu gereksinimden doğuyor. uklardan ve kalabalıklardan uzak" moSıvas'tan beri hep şunu söyler dururum: tel. Madımak'ın önüne o gün toplanmış olan Yazdıklanmı sonra daktilo ediyorum. o güruh, yaktıkları insanlann, şiirferini, Bilgisayanm çalışma odamda beklerken, öykülerini, romanlannı okumuş, karikaben hâilâ daktilo tuşlanyla ve daksillerle türlerini anlamış, bestelerini dinlemiş oluğraşıyorum. Çünkü bılgisayar ses versalardı, ellerinde benzinle Madımak'a komiyor. Tuşlann ritmini ve sesini hatta meşarlar mıydı? Tüm bunlar "düşünme" yelodisini bulamıyorum onda. Öykülerinde bence en belirgin özellik rine "inanma"yı seçmenin sonucudur. 'Yasama hakkına saygı'. Tüm canlılart kap Onlara bu eğitimi veren de ne yazık ki, yile itişiyor. Emme işi bitince her çocuk bir enik lcapacak, biliyorum." Bir de doğa, Balkız'ın öykü kahramanlarından biridir. Kimi kez bir baskahraman olarak görürüz doğayı, ama her zaman öykülerin alt örgesi olarak. Fantastik bir öykücü olmamasına karşın, kendini doğaya kaptırdı mı fanteziler de üretir Balkız: "Tren yolunun üstündeki karşı bayırlardan kopup gelen sel ve kar sulannı çaya taşıyan küçük kuru köprüleri saymazsak; çayla tren yolunun birbirlerini elledikleri, belki de öpüştükleri yerler, büyük köprülerdir. Yerlerinden sıkılmışlar gibi, öbür yana dönünce, üstüne yattıklan yanları dinlenecekmiş gibi, çav o yana döner, tren yolu bu yana... Işte o kesişme anında olan olur!.. Çayla tren yolu evlenselerdi çocuklarıneolurdudersiniz?.." "Tren Yolu", "Göl", "Sel", hatta "Ceviz Ağacı" öylesine birer doğa öyküsüdürler. Bu öykülere ancak çocuklar ayak basabilir, ancak onlar çığlık ve kahkaha atabilir bu öykülerde. Doğanın en hoyrat yanı insanın, henüz kirlenmemis, parçası çocuklar... Ali Balkız, halk arasında yerleşmiş boş inançları da konu edinir öykülerine. "Ceviz Ağacı" bu izleğin tipik örneklerinden biridir: "Bu ceviz ağacını buraya kim dikti, bilinmiyor. Belki bir evliya?.. Onu da bilen yok. Kaç asırdır burada. Köyün tam ortasında, üç yolun birleştiği kavşakta... Üç delıkanlı kollarını açsalar, ellerini kavuşturmaya çalışsalar gövdesinin çevresinde zoryetişirlerbirbirlerine, öylekalın... Ana gövdesi de dam boyu. Sonra üç ana dala ayrılıyor, her biri bir yana. Ana dallar ara dallara, ara dallar uç dallara bölünüyor. Güya bu; üçler, beşler, yediler, 12 imamlar, kırklan temsil ediyormuş..." Işte öylesine kutsal o ceviz ağacına yıldırım düşer günün birinde; üç beş parça olarak köyün meydanına yığılır. Köyıüler yine de dokunamazlar ağaca. Aşağı köyden bir marangoz gelir, keser, doğrar, yükler kağnısına ;ötürür ceviz kütüklerini. Sonra olcütükerden güzel beşikler yapar: "Beşikçinin geldiğini duyunca, köyün bütün kadınlan, gelınleri başına üşüşürler, al aşagı ver yukan bütün beşikleri satın aldılar, bebelerini içine yaünp büyüttüler, ceviz ağacının hikâyesini onlara anlata anlata... Bizim insanımız olağanüstülükleri, abartıları seviyor anlaşılan. Hemen tüm halk hikâyelerinde böyle anlatımlar vardır. Bunun nedeni de, bu tür öykülerin, halkın durağan yaşamına bir devingenük, bir canlılık getiriyor olmasıdır sanınm. Gerçek yaşamında olmayan renkliliği, bu SAYI 532 anlatılan kurgulayarak iç dünyasında buluyor olabilir. Din kitaplannda da böylesi olağandışılıkların bulunması boşuna olmasa gerek... Ali Balkız, halk arasında anlatılan ya da yaşanan böylesi boş inançları, kendi söylemi içinde ince ince anlatarak ve mutlu bir sonuca da baglayarak yerIe bir ediyor!.. Bu arada söylemiş olayım, eskilerin "tezli hikâye" dedikleri tiirden değildir, büyük şaşırtıcdıklarla bitmez Balkız'ın öyküleri, ama bir sonuca da bağlanırlar... "Ceviz Ağacı" öyküsünüokurken, halk öykülerinde modern öncesi ile modern sonrası, yani postmodernizm buluşuyor gibi de celdi bana!.. ne bu toplum, bu devlet. Öyleyse, toplumu ve devleti insanlaştırmak gibi bir görevimiz var. Üstelik devlete karşın. Çatışma da burada başlıyor işte. Düşünce suçlan, yasaklar, cezaevleri vs. Anasından doğar doğmaz; "Benim aslan oğlum"la başlayan, okulda "Türk övün çalıs"la devam eden ve kışlada "At vur övün 'le doruğa çıkan bir anlayışı nasıl değiştireceğiz? Olabildiğince 'Yaşama hakkına saygı' duymaya çağıran öykülerle, şiirler ve romanlarla... Deryada bir damla niyetine de olsa. Çetin Altan bir söyleside: "Çocukluk anılartnın önemli bir kaynak oıduğunu" söylüyordu Sen de çocukluk anılannı öykülestiriyorsun zaman zaman. Fakat, Ç. Altan tn ünerdiği tiirde, aile ve yakın çevre ılışkılerıni ırdeleyen, Dickens türü bir toplumsal elestiri yok bu öykülerde. Toplum yapısının kökeni orada değil mi? Değısım oradan baslamalı mı sence? Bir olumsuzluğu eleştirirken, onu öne çıkartmak, irdelemek ve böylece olurnluyu işaret etmek bir yöntemdir kuşkusuz. Ama bir olumluluğu öne çıkartarak, onu güzelleyip, deyim yerindeyse kutsayarak, onun 'propagandasını yaparak', olumsuzu yermek de bir yöntemdir. Çocukluk amlarımı öyküleştirirken bu ikinci yöntemi yefiledim. Kaldı ki işin aslı da oydu. Çocukluk saflığın ve temizliğin ifadesidir. urtam sonradan bozar o güzelliği. Çocukluk, meraktır, soru sormaktır, gerçeği sürüyor bu şiir? Beni nerelerden alıp nerelere götürüyor? Salonumun perdeîerindeki kır çiçekleri, kanape kılıfmdaki bahçe çiçekleri, halıdaki tarla çiçekleri, resimdeki Dalkon çiçekleri bir bir başlarını kaldınyor, bana gülümsüyor ve kendilerince dans edip şarîular söylüyorlar. Anlıyorum bu clili ve anlattıklarını." Ve öğretmenler, ve kitaplar... Balkız onlarsız da edemez: "Bir sevgiliye armağan olur kitap, bir karamsara umut, bir hastaya ilaç. Bazen inanç, bazen kılıç, çoğu kez bilinç..." Hüzünler, sisler ve düşler içinde kayıp giden yaşamlar bir de: "Zulüfleri iki yandan iki yanağına düşüyor, kınah saçları siste kırağı ile beyazlaşıyordu. Eşarbının ucunu ikide bir göz çukuruna bastırıyordu. Önünü çevirip derdini sormak, ona yoldaş olmak geldi içinden. Ama oralı olmadı kadın. Aynı iç çekişle, aynı ağlama sesleriyle önünden geçip gitti. Yolun öbür ucunda sisin içinde gelaiği gibi kayboldu. Kayıptan geldı, kayıba gitti. Sisten sise..." aiz bakmayın onun mırıldanır gibi konuştuğuna, iç seslerin ardında koştuğuna; Ali Balkız, yuksek sesle düşünen öyküler yazıyor. Kayıp giden yaşamlann aroından bağınyor: Dur gitme, yaşamak güzel şey be kardeşim!.. • Ynamak güzri "CevlzAğacr f Neyse, bu öyle bir şakaydı, geçelim... "Sanatçının, genelleşmiş yaygın gerçekli•ğin gizine varabilmesi, yalnızca gözlemle ya da sanatçı yeteneğiyîe başaruabilecek bir şey değildir. Sanatçıdan, çağını, çağinın insanını iyi tanıyan, yaşadığı dünyayı değiştirnıe gücünü içinde taşıyan ve bu değişimin gerçekleşmesine.sanatıyla doğal olarak katkıda buîunan bir kişi olması beklenir." (M.H. Doğan). Doğru, ama bugün artık bu da yetmiyor; sanatçının yasama doğrudan müdahale etmesi de kaçınılmaz oldu. Ali Balkız'ı tanıyan biri olarak, bunu yaptığını bilivorum. O, Hldişi kulede değil, yaşamın doğrudan içinde bir yazardır. Bütün ülkenin, bütün dünyanın bir "yeşil vadi" olmadığını görüyor ve gösteriyor. Mustafa Ninat Özön'e göre, "Öykü tek bir olayın etrafmı çeviren psikolojik tepkileri anlaur." Oysa öykü, bir olayın çevresinde dönebildiği gibi, değişik olayların, değişiS luşiliklerin çevresinde de aönebilir. Ali Balkız'ın öykülerinde, her iki anlayışın da başardı örneklerini görüyoruz. Beş on sayfalık bir öykude, hatta birkaç paragrafta başarılı tipler çizebiliyor, tepkisini ortaya koyaDİliyor. "Bütün Ülke Yeşil Vadi"delci "Çocuk Adam" öyküsü, Özön'ün anlayışı doğrultusunda birörnek. Ama ldtapta, öykü sanatının bu kadar kısıdanmamasının gerektiğini gösteren öyküler de var. Yazarlar, özellikle de şairler yapıtlannda doğrudan sanatı, bu işin inciğini cinciğini konu da edinirler, bundan büyük keyif abrlar. Balkız'ın kitabındaki "Bu Öyküyü Kim Yazdı" ye "Şürci haJk ver1e$ Kız okeyiheoykuler: Ne kadar M öykülertneansımta Ağacı"ml$ bo$ Inandan da konu edinlr "Cevlz bu izleğin rlplk örneklertnden. Dimyayı dağlştipmek aramaktır. Onun için çocuklar, yeni oyuncaklarıyla oynamadan önce, onu önce bozar, sonra yaparlar. Dokunur, duyumsar, tanır, sonra oynarlar. Kimi soruların sorulmayacağını sonradan öğretiriz biz onlara ya da geçiştiririz. Ama o soru sormayı hep sürdürür. Soru sorulan yerde, yanıt beklemek vardır. O yanıta ulaşmak için, ayağa kalkıp yürümek vardır. Sonra öğreniriz; aynı soruyu soranların, aynı yolda yürümesi gerektiğini. Buradan da örgütlenme doğar. Değişim başka nasıl sağlanır? Kendi iç evrimini sağlayan ve değişen aile topluma karşı başka nasıl direnir? Ö öykülerde kendi oyununu, kendi cog'rafyasında yaratan bir çocukluk var. O çocuklukta kızlardan ız bulamadım. Yok muydu kızlar? Benim çocukluğum, Sıvas'ın Kangal ilçesinin Eğricek köyünde geçti. Sözünü ettiğiniz öykülerin büyük bir çoğunluğunun kaynağı da orasıdır. 4045 yıl öncesinin o koşullarında, kızlar elbette vardı. Ama kendi dünyalarında. Onlar evcilik oynuyorlardı belki, anneleri hamur açarken, namur yumaklanyla oynuyorlardı belki, ama biz oğlanlar, dağda bayırda, sığır sıpa pesindeydik. Çavda yengeç kovalıyor, trene koşuyor, derelerde döner değirmen yapıyorduk. Iş bölümünün yarattığı doğal bir ayrılık vardı. Sonra ayıptı kızlarla oynamak. Pürçekli tarlasında bekçilik yaparken ben, öğlen azığını getiren bir akraba kızına küçücük bir şaka yapmıştım da, o da karşı bir şakayla yanıt vereceğine sessiz kalmıştı da nasıl utanmıştım... Bakarsın bu da gün gelir öykü olur. Ama tanımadığım, bilmediğim şeylerden, ruhunun derinliklerine inip onunla birlikte yaşamadığım kimselerden öykü çıkarmaya çalıştığımda samimiyetsiz olacağımdan korkanm. 'Yesil Vadi' öyküsü bir kentin, buradan yola çıkarak bir ülkenin insanları arastndaki uçurumları gösteriyor. 'Sel' öyküsü de, daha bircoğu gıbı, toplumun ekonomik dengesizliğini gözler önüne seriyor. Öyküleraeki doia dengesinin tam karştsına bu çarpıklığı koyarak okuru sarsıyorsun. Neden öyküyaztyorsun? Öykü, polıtik kimltğinin ne kadarı? Öyküyü öncelikle keyf aldığım için yazıyorum. Okuduğumda mutluluk duymak için ve elbette düşünmek için. Beni etkilesin, değiştirsin istiyorum. Büyük bir sevince boğsun, elimdeki iş neyse ona daha büyük bir coşkuyla sarılmama katkıda bulunsun istiyorum. Yalnız kendi yazdıklarımdan değil, başkalarının yazdıklanndan da bunu bekliyorum. Edebiyatın, bir kurgu, bir söylem, imge, çağrışım kısaca güzel bir söz olduğu kadar, doğru bir söz olması gerektiğine de inanıyorum. Çok güzel söylenmiş olmakla birlikte doğru olmayan bir söz tercihim değil. Doğru bir söz söyleyeceğiz diye, güzel söylemeyi de görmezden gelemeyiz. Illa da doğru bir söz söyjemek istiyorsak, oturur bildiri yazarız. Öyküye ne gerek var. Bütün ömrümüz ve her 24 saatimiz pblitika kuşkusuz. Hiçbir sözümüz, duruşumuz, eylemimiz yok ki, son tahlildc politik tavrımızı yansıtmasın. Kim diyorsa ki, "Ben politika yapmıyorum, sanatıma politika bulaştırmıyorum, politika üstüyüm, tarafsızım ' yalan söylüvor. Çünkü bu da bir politikadır ve politikasızlık adına, statükodan, düzenden, sistemden, egemenden yana olan politikadır. Sanat, hangi toplumsal düzende, hangi ekonomik sistemde yaşıyor olursak olalım, o sistem ne kadar kusursuz olursa olsun, ondan da kusursuzun, mükemmelin olabileceğini, olduğunu işaret eden, çağnştıran bir eylemdir. O sadece duyumsatır. Sonrası ekonomisderin, politikacılann, programlann işidir. Sanatla sistem arasınaaki çelişkinin ana kaynağı da burada yatar. Sistem kendini tahkim ederken, sanat değiştirmeyi işaret eder. Bu çatışmadan neyin çıktığını toplum olarak her gün yaşıyoruz. Politika yapmak için öykü yazmıyorum elbette. Yazdığım şey öncelikle öykü olsun istiyorum. Politika zaten onun içine sinmiştir, inceden inceye. SAYFA S CUMHURİYET KİTAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle