22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

insanlar, kesik kollar gibi mimozalar taşıyıp getiriyor kentlere. Bunun da şiiri yazılabilir belki. Diz boyu bir yabancılaşma... Yerlilerse sırtlarını dönmüş oturuyorlar denize. Ada, yalnızca bir mekân onlar için. Bir olanak değil. Ben böyle görmeuim doğal ki. Yazmak için vardı ada. Ben de öyle yaptım yolculuğumun bir parçası olarak. Yolculuğu seviyorum. Kendimin kiracısı oldum yıllardır. Gittiğim her yere, her sezgiye kendimi de götürdüm. Oralardan, ondan aldıklarımın şiirimi daha işlek, daha içsel kıldığını düşünüvorum. Yollarda kendimi daha iyi dinleyebiliyorum. Bu da şiire dönüyor. Her yolculukta bu dinginliği yakalamak istiyorum. Buluyorum da çoğun. Ada olmasa başka bir yer olurdu. Ruhum nar sepeti değil ki benim, narın kendisi. Dağılmayı seviyorum. Ancak nar da bazen aşağılık bir simgedir: Dağılan suskunluk. Dağıldığım yerde, insana özgü yeni bir şey Dulabiliyorsam, bu, anlamlıdır. Suskunluktan çıkardığım şiirin "insan"a gitmesini isterim. O "büyük ada"ya... "Sonsuzluk Taşta"da bu istek için küçük bir yolculuk belki. Son olarak şunu sorayım: Şiir ödüllerine karşısın. Bu kitabınsa, şiirinin doruk noktası gibi. Nasılbir ödülalacak? "Görevimi yaptım, şimdi süsleyin beni, yoksa bu iş burada biter" der Baudelaire, madaJya isteyeni konuştururki bahçede,/ geçitsiz basamaklarla çevrilmiş avlu,/ cam kırıklarıyla ve çivilerle yükseltilmiş duvarlar... (Altın Dişi Heykelin, S. 10),yada "Alnınabirarıkonuyormuş da/ uzaklaştırıyormuş gibi salladı elini istenç dışı/ o an, gözlerindeki ışığı gördü kaaının/ bütün gece eski limanı aydınlatmıştı o ışık,/ şimdiyse adamın kuyuya benzeyen yüzüne/ yeni bir anlam verebilmek için geziniyorodada..." (Her Gün Aynı Saatlerde, s. 11), ya da "Gördüm ki öğlende, göğün yarısı yok/ sinmiş çardağa güneşin atı/ sür etsen dolaşacak bahçeyi..." (Doru At, s. 45) ve şiir(ler)ip bütünü boyunca; "Kumsalın Kanı"na kadarki 40. şiire kadar, ıssızlık, hüzün, umut, umutsuzluk atmosferi, bazen fısıltı bazen de gizli çağhk halinde sürüp gidiyor. Oyle sanıyorum ki, özellikle "Saydam Çelenk" bölümündeki şiir(ler)den, şür okuru olmayan, ama örneğin bir Yaşar Kemal, Sait Faik, Bilge Karasu, Oğuz Atay ya da Orhan Pamuk okuru da çok tat alabilir. Bölümün 32 nolu "Çocuklar İçin Ay Oyunu" (s. 4849), 38 nolu " Yanya Sakdiris'e Şenlikli Ağıt" (s. 5053), 39 nolu "KınkBirDenizkabuğunun Yakınısı" (s. 5455) ve 40 nolu "iyi Balıkçının Şarkısı"nda (s. 56) bir yandan Lorcatik tınılar, bir yandan antik YunanadalarAnadolu uygarlığı ozanlarının ve mitologyasının runu, yani binlerce yılın bilşeliğinden beslenmişliğin modern sesi duyuluyor: Ve sevinç/ten titreye titreye/ öldü gemici Yanya,/ uzakta karasından/ üç beş mil kuşuçumu,/ ne oğlu vardı orda/ ne de soylu gelini/ su versin birkaç yudum,/ düzlesin gövdesini,/ kan bıçak geçti günler/ nemrut, dirliksiz, bedbin..." (s. 50) ya da "Bir ladinle gidiyorum nehirde/ ağaçtan küreğimle incitmeden suları,/ o nehrin şarkısını yineliyor kollarım/ sevinçle şakıyarak, oh, bir iki bir iki" (s. 56) Kumsalın Kanı'nda ise şairin kendi yalnızlığı, iç konuşmaları, gözlem ve anlamlandırmaları öne çıkıyor. 41 nolu "Beyaz Bir Mızrak Gibi Dikiliyor Bunaltı" adlı haiku tadı veren şiirinin, ara başlıkları serpiştirilmis bütününde l'likler, 2'likler, 3lükler, 4'lükler halinde parlayıp sönüverişler: "Şür, ceylan derisine/ yazılmalı, demişti genç şair/ tek şiir yazamadımbuyüzden." yada "şutozlukitapta/ durup duran parmak izi/ şiirimden önce." ya da "sözler aramalı insan/ CUMHURİYET KİTAP SAYI 531 ken. "Şairin madalyaya gereksinimi yoktur. Her iyi şiiri, ayrı bir ödüldür onun için. Başkalarından beklemediği bir ödül... Ölümü gibi... Şair, kendini süsleyebilecek erginlikte olmalıdır. Şiirin ödülle bir değişim aracı durumuna getirildiği bir değerler dizgesinde, şairin özgürlüğünden kim söz edebilir ki?.. Ancak şairler, zaaflarını özgürlüklerine yeğliyorlar. Önce karşı oldukları ödülii sonra üçer beşer alıyorlar. Odülün karşıtı cezadır ve her ikisi de doğaya aykırıdır. Bütün bunlara ne lüzum! Troya Savaşı'na neden, bir güzellik yarışmasıdır. Paris, altın elmayı yanlış güzele vermeseydi, o koca savaş çıkmayacaktı. Şairin işi, yazmaktır. Çünkü şiir, öncelikle şairde biçimlenen, sonra da okurun iç evreninde yer bulan, iki tarafı da varsıllaştıran bir iştir. Şairin bu yapıyı kurabilmesi için başka bir varsıllığa ya da başka bir etkiye gereksinimi olmamalıdır. Ödül, bir irade ve bilinç teslimidir. Bense doğal ölümden yanayım, zamandan yana... • Yepveni bir av LEYLA ŞAHİN "Kimsenin izi kalmamtş dükkânımda tek kişiyi anımsamıyorum bunca zaman arada bir geliyorlar adamn köylüleri heybelerinde kuru tuzdan yılaızlar paslt at nalları, çocuklarımn aşı kdğttlan mahkeme ilâmları, gazete kesikleri, dalgınlıkları aenizden uzağtz, diyorlar bakarak bir istiridye kabuğuna". müş: "Karşı Ada Şiirleri" başlığıyla. "Bu şiirler, Prens Adaları'nda (Khalki, Prinkipo, Pyrgos, Proti, Antherovitos) ve Kadıköy'de (Khalkedon) yazılmıştır. Kadıköy'le Marmara'ya tek tek ve sonsuz bir güzellik olarak düşmüş/serpilmiş Adalar arasında... "Açık havada"... Denizde... Nedirki Mustafa Köz, denize, adalara turistik kitapçıklardan bakmıyor. "Doğa" olarak o güzelliğin içinde "insan"ı yazıyor. O güzelliğin dışına çıkartılmış insanı daha çok... Acıda, yoksullukta kalan insanı... "denizden uzağtz, diyorlar" "çapadan dönüyor köylüler, yırtık kilimlerden dokunmuş gözleri eztk böğürtlerden gibi tştlttlt suyun ve güneşin tozunda." Bir deniz eri şapkasını yazıyor. Kör demirciyi, martının ölümünü, mor meyyeyi, saydam çelengi, denizin söylediğini, adanın delisini, rüzgâr beklemeyi, sessiz çıngırağı, rüzgârlı bayın, tekne ve rüzgârı, vurgunu, tahta mızıkayı, kireç kuyusunu, doru atı, kıhç yarasını, çocuklar için ay oyununu, kırık bir deniz kabuğunun yakınısını, iyi balıkçının şarkısını, göğün toprağını, kumsalın kanını, öğlenin çekicıni, nil ve deltayı, yeşil karanfili, portakal çiçeğinin şarkısını, yazılı kayayı, beyaz isteksizliği, yaz geciktiyi yazıyor Mustafa Köz! Dünyanın yaşadığı bütün vahşet, insanlığın yaşadığı bölunmüşlük (ulusal ve birevsel bölunmüşlük), toprağı toprak/yeryüzü değil "mülk" olarak gören, bu uğurda savaşan, kan döken cellatların yanında şairin elbette bir başka "bakış taşıması gerekiyor. "Adalardan bir yâr gelir" elbette. Denizden gelir, tuz ve rüzgâr kokar saçları. Geceden gelir... Gecenin başka bir sesi, derinliği var, esmer kokusuyla da gelir... Gelmeli, hep gelmeli... Ancak "Yanya Sakdiris'e Şenlikli Ağıt"da hatırlanmalı. "Ve sevinçten titreye titreye öldü gemici Yanya, uzakta karasından üç beş mil kuş uçumu, ne oğlu vardı orda ne de soylu gelini su versin birkaç yudum, düzlesin gövdesini, kan bıçak geçti günler nemrut, dirliksiz, bedbin. Kayar derler bir ytldız ölürse bir gemici, öldü Yanya Sakridis, yıldızlar kımıltısız." "Sonsuzluk Taşta", her yönden özenli bir kitap. "Saydam Çelenk", "Kumsahn KanA "Yeşil KaranfU", "Bir Külçe Tuz" bölümlerinden oluşan ve altmış yedi şiirin yer aldığı bu kitabın sabırlı bir çalışmanın ürünü olduğunu anlamakta zorlanmadım. Şiirin meseleleri kadar, insanın meselelerini de kaygı edinmiş, sözcük dağarcığı zengin, deniz" ile Ugili ayrıntüan atlamayan, arayan bulan ve tek tek ortaya koyan; yakınmasız, gürültüsüz şiiri kuran ve bir bakıma "Mermer Kent Kadıköy"den Adalar'a bakarken ya da Adalar'dan Mermer Kent'e bakarken paranın, siyaset ve politikanın, kara mil M Mustafa Köz, yeni yapıtı "Sonsuzluk Taşta" lle yenlden okurlan karsısında. BiıılepceyılınbUgeyfil tuzdan ve buğdaydan yontulmuş/ ışık gibi çırpınan, şiir için." ya da "boş salîncağı bahçenin,/ sussak kim dinler artık/ konuşsak kimin için?" ve "elimden su içen balık,/ yüzgeçli boz güvercin" ile "yağmur dindi,/ yılgın bir uğultu/yazla savuruyor/ dönüş yolunu." Bu ve bunu izleyen sayfalarda, "Saydam Çelenk"hüzünlü atmosferinden çıkışın 'Kanat Abştırmalan'; umutumutsuzluk gelgitleri arasında, 'yeni bir hayat'ın tohumlarını ekme şiirleri... Yeşil KaranfiTe kadar... Yeşü Karanfil ise bir aşkın şiirleri... "Oraasın, yaralı bir dağ tavşanı sesin" öndizesiyle başlayan ve tüm ütopyalan içine alan; mitolojik imge ve eğretilemelerle örülmüş, bir şenliğe dönüşmüş şiirler. Ikilikler halinde akıp giden nefis "Nil ve Delta" ve bu şiiri izleyen beş şiir (59 nolu şiir dahil), uzaktaki' bir aşka ilişkin derinlikleri, incelikleri söylüyor(lar): "Lila bir istekti sesin, akşamlan titreten mumlan/ bir şiJep belki, kum boşaltan bir gemi/ girdi o deniz, o koylara/boşaldı kum, bekliyor denizciler/ yakarak karpitleri, göz olan karpitleri/ bir ateş yukarlarda, gövdenden daha ılık" (s. 81) ve 92. sayfada bir başka modern Lorcatik şiir: "Portakal Çiçeğinin Şarkısı" (üçüncü şarkı). Son bölüm, Bir Külçe Tuz: Içi boşaltılmış 'toplumcu şiir' tanımının içini, poetik ve tematik sahiciliğiyle, yetkinliğiyle dolduran şiirler. Her şey gelir geçer. Taşlarda izi kalır. Taşlar, yaşanıp geçilenlerin tanıklıklan..J ustafa Köz'ün "Sonsuzluk Taşta" adlı yeni kitabı elimde. İDc kitabı "Ay Düşü"yle başlayan şiir serüveni içinde "yepyeni bir ay" olarak. Mustafa Köz'ün baştan bu yana izlediğim şiirini, bu yeni kitabında istediğim yerde görmenin sevinciyle söyleyeceklerim var. Önce "Zambaklı Deniz": "Deniz patladı" dedi Kaptan Mikail, bilinmez kaçtnct kez kullandığt bu sözü. Oğlu içsavaşta yitmişti bir iki ytl önce, öltim baberim aldığı günden beri oğlunun, bu iki sözcükle konuşuyor, anlaştyor herkesle. "Deniz patladı." Gök, ne kadar duru oysa. Mustafa Köz'ün yeni şiirlerinde "denizin açılması, patlaması kadar, "göğün açılması, durulması"nı da görebiliyoruz. Bu, yalnızca "Sonsuzluk Taşta" için bir saptama değil, Köz'ün "şiir serüveni" için de bir ' diyecek" olabilir. "Sonsuzluk Taşta", çünkü şairin şiirindeki açılmayı getirdiği gibi, durulmayı da getıriyor. Şair, "poetika"sını oluşturmuştur artık. Sesini sesiyle buluşturacak yere gelmiştir. Yazımın başına aldığım ve kitabın ılk şiiri olan "Kör Demirci"nin bir satır atlanarak yazılan son dizesi: "Sessizlik, çekirpeler gibi yer değiştiriyor adada. Sesini bulmuş, derinleştirmiş bir şairin şiiriyle karşı karşıya olduğumuzu göstenyor bize. "Ay Düsü", şiirin uzun, içli, çetin yoluna Koyulmuş genç bir şairin çeşitli etkilerle, sevdiği şairferle/şiirlerle kanat alıştırması" vaptığı bir kitap. "Su Resimleri", bir bakıma "Ay Düşü"nün izlerini yitirmerniş, "oradan" kopmadan ama şiir üzerine düşünmeyi gündemine alan, bu özeni duyuran bir kitap." Yengeç Sepeti"nde de şairin kendi soluğuna doğru bir açılım kazanan şiirlerini görüyoruz. Ancak beni daha çok "Salıdan Önceki Pazartesi"nin ilgilendirdiğini söylemeliyim. Şair, birey olarak kendi sorunsalını yakaladığı gibi, şiirin sorunsalını da yakalamıştır artık. Şairin poetikasını kurduğunu, oluşturduğu bir kitap olarak düşünmüşümdür Salıdan Önceki Pazartesi "yi. Sonsuzluk Taşta" daki sese ve sessizliğe Mustafa Köz'ü taşıyan başka bir kitap. "Bir tekneyi izliyorlar uzaktan, gömlek değijtiriyor baktjlart bir mahzen uğutduyor, boş sarap melerini yuvarlıyor rüzgâr kâhtlart ucuruyor, eksper raporlartm yük belgelerini, örümcek ağlartnı. Çapadan dönüyor köylüler ytrttk kilimlerden dokunmuj gözleri, ezik böğü'rtletıler gibi tşıltth suyun ve güneşin tozunda" "Tekne ve Rüzgâr" adlı bu şiir de birdenbire yazılamazdı yoksa. "SonsuzlukTaşta", "açık havada" yazılmış şiirleri içenyor. Deniz, rüzgâr, gemi, tekne, balık, balıkçılar, at, günes... çokça yer alan sözcükler. Kaldı ki şair, kitabının ilk sayfalanna bir not da düş liyetçiliğin, insana yaşattığı ayrilık ve zul müniçdenizlerinideaçıyor. Buyüzden "açık nava"da yazılmış şiirler, dedim "Sonsuzluk Taşta" için. Mustafa Köz, " deniz "e çahşmış. iyi çalışmış... denizi sonradan görmüş ve bir daha unutmamış biri olarak bende cok şey bıraktı. Denizi baştan bu yana bilenlere bu kitabın daha çok şey söyleyeceğini biliyorum aynca. • SAYFA S I
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle