Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
0 KURL A R A " 'Yengeç sepeti'ndeyt'z hepimiz. Şair, bütütı bütüne ayrı düşünebilir mi herkesten? O da bu dünyevi htrgürden payını altyor az da olsa. Şiir ise yengeç sepetinin ta cehenneminde. Şairin 'Beatrice'i öldü. Esin perisiyok artık. Her şair, ketıdi 'günah keçisi'ni beklesin bundan böyle ya da 'mefisto'sunu... Yalan söylüyor çünkü şiir. Göz göre göre yalan söylüyor. Şairin içtenliği de kurtaramayacak şiirin ikiyüzlülüğünü. Yalan gereklidir belki de şiirde. An şiir an şiir diye tepinmek, acemi bir hırsızın yüzüne geçireceği çorabın rengini gö'zetmesine benzer biraz. Çorabın kendisidir astl olan, rengi değil. Hepsi hepsi bu' diye açıklıyordu 'Yengeç Sepeti' adım taşıyan kitabtnda, şiire ilişkin görüşlerini. Sonra 'Sonsuzluk Taşta' adlı kitabı geldi Mustafa Köz'ün. Orada da şunîart söylüyordu: "Sürekli değişen görüntüler arasında şiir, yeni sözcüklerle kendine yeni geçitler, yeni derinlikler aratnak zorundadır. Bu yeni durum, görüntüleri somutlaştıran yaşam ilişkilerinde belirir. Şair, nesnelerin farklı mekânlaraaki duruş ve ilişkileriyle de şiirini yapmaya çalışmalıdır. Gerçekliği bir aktş olarak algılayan şairin, bu görüntülerden çıkaracağı şiirler, gerçeklihin ters yüz edilmesinden başka bir yapt değildir. 'Görüntüyü görüntüyle yüzleştirmek' de denebilecek bu 'dil içi etki', imgeye apayn bir estetik olgunluk kazandırır. Görüntüler içinde çtnlaytp duran sözcüklerle şair, sözü edilen bu yüzleşmeye tanıklık etmek için uğraştr. Bütün yapttğı da budur." Evet ilginç bir şairle karşt karşıyasınız. Botkitaph günlerl... ITHİ NACİ Mahur Bestell ? • ç roman kişisi: Istnail Molla, Ata Molla, I I Sabri... V^ Ismail Molla'yı babaoğul ilişkileri içinde tanımıştık. Oğul Behçet, nasıl içine kapanık bir lcijiyse, baba Ismail Molla da o kadar dış dünyaya açık biridir. "Ismail Molla da ner şey büyük ve lcuvvetliye doğru giderdi. (...) Ata Molla bunun tam aksine iai: Kapalıdan, gizliden, sürünen ve süründüğü yerden karşısındakini birdenbire ısırandan hoşlanırdı. Yedi sekiz kuşağınt sayabileceği dedeleri gibi yaratılıştan dolapçı, esrarlı ve zafimdi. (...) Ata Molla'nın insanlarla münasebeti ince hesapların, kulağa fısıldanan, telkinlerin, sırasında doğrulup vurmak için alçalışların münasebetiydi." (s. 50) "Geçimsizliği, bir türlü gizleyemediği kıskançlığı, dedikodu merakı, sabırsızlıkla onu zamarunın en az emniyet edilecek adamı haline getirmişti." / "Ata Molla Bey daima ihtiyaç içindeydi. (...) ...bu insanlar, sade kazanmakta, sarfetmekte değil, biriktirmekte de usta idiler." "Çiftlik alırlar, akar, değirmen alırlar; devir değişince Avrupa bankalannın hisselerine, Mısır tanvillerine para yatınrlar. Ne var ki Ata Molla, "çoğu hayalî olan" bir reketinden çekinmiyorlardı." (s. 86) Bu satırlann edebiyatla bir ilintisi yok. Tanpınar ıncelediği soruları romana aktanyor, ama "roman"ın diByle değil, "inceleme"nin diliyle. 88. sayfada Sabri Efendi'nin "Mason locası"na girdiğini öğreniyoruz, ama Tanpınar bir daha "mason" sözü etmiyor. "Sabri Hoca ile îsmail Molla, Suavi Vak'asındansonradostolmuslardı." (s. 100) Ve"Neolacak bu memleketin nali" tanışmaları 101. sayfada başlıyor. " Yabancı memleketlerde geçirdiği yıllar ona (Sabri Hoca'va) içinde yaşadığı ve her parçasına o kadar sıkı sıkıya bağlı olduğu âlemin nasıl bir âhenksizliğin kurbanı olduğunu iyice öğretmişti. Hiçbir felâkedi hadise, niçbir mağfubiyet, hiçbir kayıp; yıkılışı bütün cemiyet hayatının üstünden aşıp daha derinlere, asıl insanı yapan değerler cetveline kadar giden bu iflas kadar ağır, ümitsiz olamazdı. Onu veniden kurmak için çok başka yollara gitmelc, çok derinden değişmek, her şeyi olduğu gibi bırakıp veniden işe başlamak lâzımdı. Halbuki bu kolay defiildi." (ss. 100101) Sabri Hoca, Avrupa'da tanıştığı Türkler'le konuşmalarını anlatıyor Ismail Molla'ya, "Sadece Abdülhamid ile meşgul" olmalarından, "onu yıkmak, onu devirmekten başka bir şey" düşünmemelerinden yakınıyor; "Memlekette iki ses var: Padişahım çok yaşa!, Kahrolsun Abdülhamid! Ivi ama sade onu devirdik, saltanatı bıraktı, yanut öldü; o zaman ne yapacaklar? Abdülhamid gitti, biz işimizi gördük, artık bize ihtiyaç kalmadı, Allahaısmarladık, demiyecekler ya.... Her sey gösteriyor ki Abdülnamid'in nakikî halerî tav'en veya kerhen (isteyerek veya istemeyerek) bu cemiyet olacakur. Önlar iş başına geçecekler; o zaman ne olacak?" (s. 101) Sabri Hoca sürdürüyor: "...niçin bu kadar biçareyiz, ümitsiziz? Neden her tuttuğumuz dal elirnizde kalıyor? Bu memlekette sadece fena şey mi yapdıyor? Bütün hesaplanmız bozuk rau? Hiçbir faziletımiz kalmadı mı? (...) Mesele yıkılış halinde olmamızda. içinde yaşadığımız şartlar aleyhimize dönmüş..." (s. 103) Sabri Hoca bu defa Behçet'e yöneliyor: "Oğlum Behçet, sen bir medeniyetin iflâsı nedir, biÜr misin? Insan bozulur, insan kalmaz; bir medeniyet insanı insan yapan manevî kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdin büyüklüğünü? (...) Her şeyin bir çaresi vardır. Fafcat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur. (...) Yığınlarca tezat içinde yaşıyoruz. Bütün şark dünyası bir ıstırap içüıae. (...) Bize lazım olan, gömlek değiştirmek değil, içten değişmektir. (...) Bütün cemiyet hayatı zihniyet etrafında döner. insanı yeni baştan, yeni esaslarla kurmamız lâzım; yeni kıvmederle yaşayan bir insan. Halbuki bu imkânsız..." Behçet Bey, Sabri Hoca'ya, "Niçin imkânsız olsun? Az mı değiştik, seksen yıl içinde az mı şey yapıldı?" diye sorar. Sabri Hoca'nın cevabı: "Az mı, çok mu, bilmem. Zaten bu dâvada az çok olmaz; bu hep veya hiç davasıdır. Nispet girmez. Bir zihniyet ya tam değisir, ya değışmez; gerisi dışta kalır. Şark içimizde son sözünü söylemedikçe kurtufuş yoktur. Saraydan köylü kulübesine kadar, şark son sözünü söylemedikçe hür olamayız, yaşadığımız zaman a sahip olamayız. Bir medeniyet, günün efendisi olmaktır. Biz artıkla yaşıyoruz. (ss. 104105) Ismail Molla da söze kansır: "...Ben şarka bağlı değilim, eskiye de bağlı değilim; bu memleketin hayatına bağlıyım. Bu müslümanlık mıdır, şarkhlık mıdır, TürkJük müdür? Bilmiyorum. Yirmi senedir okudum. Otuz sene kadılıklarda, Fetvahanede çalıştım. Bir tek şey anladım: Kitapla bu hayatın ayrüığı. Sen garptan geri olduğumuzu söylüyorsun. Zaten herkes bunu söylüyor; elbette doğru bir söz olsa gerektir. Fakat ben daha mühim bir şey söyleyeceğim. Ben hemen etrafımızdaki hayattan geri olduğumuzu söyleyeceğim. Bence ne şark, ne şu, ne TURHAN GÜNAY Imtiyaz Sahlbi: Çağ Pazarlama cazete Dergi Kltap Basın ve Yayın A.ş. Adına Berin NadlOYayın Danışmani: Turtian Cunay • sorumlu Müdür: Fikret llkiz Cörsel Yönetmen: Dilek llkoruro Baski: Caödaş Matbaacılık Ltd. ştl. o idare Merkezl: Türkocağı Cad. No: 3941 Cağaloğlu. 54 354 Istanbul Tel: (212) 512 05 050 Reklam: Medya C teşebbüslerini bırakmış, ne de babadan gördüğü debdebeli ve zevkli nayatını terkedebilmiştir." / "Ata Molla, gençliğinde Mithat Paşa muhakemesi sırasında saraya hizmet ettiği için intisabı olanlardan sayılırdı. Fakat Abdüflıamit devrinde, Aziz devri gibi parlak ihsanlar yoktu. Bu devir kendi mensuplannı tesebbüslerinde serbest bırakmakla iktifa ediyordu. Bunun dışında, ihsanın yerini nişan almıştı. (...) Çekmecesi (...) bir yığın madalya ile doluydu. Bu hal onu yavaş yavaş kafası yeni olan hiçbir fikre açılmadan yaşadığı devrin aleyhine döndürdü.' / "... devrine olan düşmanlığı onu ileriye değil, geriye götürdü ve acayip bir mazi hasretine attı. Kjıfası, tersine isleyen bir saat gibi, geçmiş zamanı yaşamağa başladı." / Abdülhamit, bir konuda bflgi vetmesi için Behçet Bey'i çağınr; Behçet Bey sorunu açıklayıp ayrılınca, başmabeyinciye, gülerek, "Bu ne garip adam, bunun adı nedır? diye sorar. "Ismail Bey dâinizin oğlu Behçet Bey kulunuz." cevabını alınca, "Desene ki Molla'nın kızını yaktık." der. Sonra da Atiye Hanımefendiye "ikinci rütbeden bir kıta şefkat nişanı" verir. "Işte Ata Molla'yı öldüren sey, kızına verilen bu teselÜ mükafatı idi. (...) Ninayet haftasını bulmadan ölmüştü." (s. 65) Sabri Hoca'yı "Garip bir ihtilâlci" başlıklı bölümde tanıyoruz. Bu bölüm, birtakım önemli tartışmalara aynlmış. Tanpınar bilgisini cömertçe ortaya koyuyor. "O zamanlann Istanbul'unda Medrese, icabında Saray'a ve Babıâli'ye karsı kullanılabilecek büyük bir kuvvet unsuru iai. tkinci Mahmut devrinde adı bile geçmeyen 'Talebei Ulum', Tanzimât'tan sonra Saray'ın, vezirlerin sık sık müracaat ettilderi, kâh Istanbul efkârı umumiyesini avlamak için, kâh ferdî siyasetlerini zorla terviç ettirmek için harekete getirdikleri bir muvazene âmili olmuştu. Abdülaziz devrinin sonlarında ise âdetâ Devlet hayatını kendiliğinden kontrol eden bir hale gelmişti. Onun için pasaların çoğu bu kuvveti kollamak, kendı aleyninde yanut devlet aleyhinde harekete geçmemesi için onu tutmak zorunda kalıyorlardı. Devlet aizgini Ali Paşa'nın sıkı ellerinden çıkınca Istanbul'un iç hayatına Medrese hâkim olmuştu. Islâm âleminin geçirdiği buhran, Cemiyeti Tedrisiyei îslâmiye'nin faaliyederi, yeni hkirleri benimsemiş birçok büyük bilginlerin mevcudiyeti, âdetâ ihtilâlci adı verilebilecek bir vığın müderris, onun bu devirde cemiyet meselelerini menfî tarafından tutmasına engel oluyordu. Bu yüzden, yenilik taraftarı paşalar, bu kuvvetin başka ellere geçmemesi için çok uyanık duruyorlar, onu hem basıboş bırakmıyorlar, hem de kontrol sayesinde bu kuvvetin kendi fikirleri aleyhinde bir ha531 Bu vardır; etrafımızda gördü|ümüz hayat vardır. Bizi yapan bu hayattır. Butün hususiyetlerimiz oradan gelir. Bu ise kitapta okuduklarımız gibi bir kere için olup bitivermiş şeylefden değildir; daima değişen, değiştikçe bizi de değiştiren bir şeydir. (...) Gene anladım ki bizim şark; müslümanlık, şu bu diye tebcil ettiğimiz şeyler, bu toprakta kendi hayatımızla yarattığımız şekillerdir." (ss. 108109) Gene Ismail Molla: "...Burada bir halk var. Onun, kendisinden olan bir hayatı var. Onu içinden, dışından halk yaratıyor. Işte benim sevdığim, inandığım bu hayattır. Din, akîde, hepsi bu hayatta şekıl alıvor, değişiyor." (s. 110) Gene îsmail MoÛa:"...Ne şarka, negarba, ne falana, ne feşmekâna bağlıyım; bize bağlıyım. Hayata, yani ölmeyen bir şeye bağhyım. îkımiz de ihtiyanz. Ölümün eşiğindeyiz. Hattâ çoluk çocuğıimun arasında bile onu görür gibiyim. Fakat sokağa çıkıp halkın içine karışınca ölüm peşimi bırakıyor sanıyorum. Kesif yaşanmış hayatın içinde fani ömür siliniyor, başka şey oluyor. (...) Bir cami, bir kahve, bir pazar yeri, köprü başı, bir düğün alayı, hele, her cinsinden musikî beni ölümden kurtarıyor gibi geliyor bana."(s. 111) Ismail Molla, Sabri Hoca'ya ceyap veriyor: "Senin dediklerini anlamıyor değilim; sen, içtimaî bir mücadelenin getireceği değişikliği istiyorsun. Bu, istediğin zaman olacak şey değildir. Ona varabilmek için aradan bir sürü perdenin, engelin kalkması lâzım. împaratorluğun dayandığı iktisat ststemt değişmelt (Italikler benim. FN) Sonra bu değişmenin getireceği halk tenevvürü senin istecuğini yapar. Halktaki hak fikri değisir, mücadele Daşlar. Fakat bu, zamanla, merhalelerle olacak şeydir..." (s. 113)lsmailBey konuşmasını şöyle tamamlıyor: "Bilir misin, eski bir adam olmasaydım muhakkak bu cemiyete (Ittihat ve Terakki FN) girerdim. Fakat insanlann işiyle alâkam eksilcü: Yüzüm çok başka tarafa bakıyor artık. Ama Behçet böyle değil: O genç. Benden başka türlü de yetişti. Sonra çalışmasını da seviyor. Çok isterim ki onların arasınagirsin." Tanpınar'ın toplumsal sorunlara yaklaşımı böyle. Mahur Beste'nin 1944'te yazıldığını hatırfayalım. Yanm yüzyılı aşkın bir süreden sonra bir başka romancı bu sorunlan işleseydi neler yazardı acaba? Ne var ki böylesi sorunlan kurcalamaya çalışan romancılanmız yok artık. Mahur Beste deki kişi bolluğundan da söz etmem gerek. Roman kışileriyle gerçek kişilerin sayısı toplam tam 104! 160 sayfalık romanda 104 kişi! Bir rekor! Kitaplık dergisinin MartNisan 2000 sayısında Ekrem Işın'ın "Osmanlı Ilmiye Sınıfinın Romanı: Mahur Beste" başlıklı bir incelemesi var; sayın Işın, incelemesinin bir yerinde şöyle diyor: "Tanpınar, Mahur Beste'de modemleşme tarihimizdn geleneksel kimlikleri parçalayan, toplumsal statü basamaklarını altüst eden reformlar dönemini yaşamış ilmiye mensubu üç karakteri karşımıza çıkanyor: Ismail Molla, Atâ Molla ve Sabri Hoca, her biri Tanzimat sonrası Osmanlı ilmiye sınıfınrn farklı zihniyet tarzlannı temsil eden bu karakterler, içinde yetiştikleri toplumsal zümrenin modemleşme hareketi karşısındaki tavrını, üç ayn eleştiri kalıbı için de sunarlar. Bu eleştirilerin üzerinde birleştikleri ortak nokta, ilmiye smıfının toplum içinde artık eski gücünü koruyamadığı, bunun sonucunda ortaya çıkan kamu hayatındaki geleneksel değerler boşluğunun, bütün Osmanlı dunyasını sarsan derin bir bunalıma yol açtığıdır. Mahur Beste'nin sosyolojik açıdan en belirgin karakterlerini meydana cetiren bu kadro, toplumsal bunalımın nedenlerini kendi aralarında tartışarak farklı çözümler ortaya koyarlar. Böylece Mahur Beste, 'medeniyet değiştiımesi' üzerinde odaklanan bir sorgulamaya dönüşür." Ekrem Işın'ın bu nefis incelemesini okumanızı dilerim. Kttaplık'tA, Tanpınar hakkında başka yazılar da var. • SAYFA 3 C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI