23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Guzellememn tekpanı SERHAN ADA ıllar önce Nezle'de "ve tekrarlarla açılıp giden kesintisiz şeylcr"i yazmıştı. Yazdığını yaptı. Dediğini tuttu. Ahmet Güntan, Nezle'deki "Ring" adlı şiirini "ve tekrarlarla açılıp giden kesintisiz §eyler"le bitirmişti, ama o şiirine şöyle başlamıştı: Y "Bog'azımdan yükselen iyilik duygusu, însanlara benim öjfrettiğim şeyler Ve bir konuşma şekli halinde geliyor." diye yazmıştı yazmasına ama "aşk başkadır bunlardan "ı eklemeden deedememişti. Asla düz olmayan bu çizgiden yürüyerek îkili Tekrar'a ulasıyor bugün. Az şaire nasip olan bir serinkanlı kararlılıkla. îkili Tekrar, yirmiiki (22) şiir. Yirmiiki "güzel" ikili tekrar. Her "güzel" şiir üç dortlük. Yo yo ne eksik, ne fazla. Tastamam üç dörtlük. Iler dörtlük bir tamam şiir cümlesi. Büyük harflc ilk mısra başından çıkıp nokta ile son mısranın en sonuna ufaşan. "Ben meşe, o güzel agaçlardan, güzel şaırlerden bir dıleğim var, ölçü tutandır, kafiye tartan, tekrar, bırbirini yutan ikiyılan." (Güzel Şair) Şiirin kayna&ını merakla, akılla, ölçüyle (tekrarla) keşfe çıkmış gibi Ahmet Güntan. Ne mutlu Dİr serap olacagını kestirirmiş gibi. Muhammed'in kelâmıyla açması kitabı belki bundandır. "Işlerin hayırlısı, vasat olanıdır." (Yani hayırlı olan ortada duran mı, yoksa araç olan mıdır? Sorup durmak, ya da sormak ve durmak dahi kâfi.) Peki eşkıyanın dünya hükümdarlığı bir yana Fecri Ebcioğlu ile bitirmesine ne demeli? "Aşkın gözü kör, ya geceninki". Tekrarların üzerinden geçecek vasatın kadrini bilecek okura çıkarılmış bir davetiyeden başka ne olabilir? "Eh, kim bilir kim görccek bunlan, yoldan geçenin göraüjni az mı, suçluyu şimdi af/etse kalbitn, sonra mahkum saytlmaz mı?" (Güzel Sorular) Ya güzel. Ne isimleri, nice vasatzor metaforları takıyor koluna. Ormanı, hayvanı, avcıyı, zeytini ve suyu. Ama adaleti, hafızayı, nasihatı ve mahkumu. Ama "annem" ve "babam"ı, ikizleri ve oğlanı da. Asıl, asıl ayrılık, yalnızhk ve biçareyi. Alıyor götürüyor bahçeye onları zcytinin, meşenin altına oturtuyor. Bir de "güzel" şiir söylüyor. Tekrar tekrar. Usulca. Ta ki gecenin kör gözü açıla. Şöyle demiş 2x8x9'luk (ölçü tutar) bir dörtfükte: "Güzel avct, lutma kuşu, uçtu a bak, uçtu uçtu, zaten küçüktü, ufaaktı, bırak onu, yok onda bir şey." (Güzel Avcı) Basitliğien ucunakadarsürdürüp(kafiyc tartar) tam yuvarlanıverecekken ses boşluğuna, öylece, son anda, gideravak yakalayıvermesi birbirini yutan iki yılanı iyi, çok iyi tanıdığının dclili. Vasat okuSAYFA 16 malardan hayır olmadığını da söylemiş olmuyor mu bunu böyleceyazanbir şair? Ikizine yazarken (tıpkı onun gibi) "hiç aldatmadım, ama sonra kaderle başbaşakaldım" diyen bir Ahmet Güntan'tan meşenin altına hazırlanmış yatakta "her şey herkese anlatılmıyor"u tekrar tekrar okuyan okurun devamını da beklemek hakkı değil mi?> îkili Tekrar/ Ahmet Güntan / Yapı Kredi Yayınları / 30 s. Solda 'kalmak ya da olmak' sorunu ŞUKRU ARGIN ıllar önce, eylül önccsinde "bölge sorumlusu" iken eylül sonrasında "bölge müdürü" olmuş olan birarkadaşıma, belki ilgisini çeker düşüncesiyle, kendisiyle bjr zamanlar aynı siyasal geleneği paylaşmışolduklarını nildiğim Taner Akçam'ın, Birikim dergisinde yazmış olduğu bir makaleyi okutmuştum. Yazıyı okuduktan sonra arkadaşımın verdiği tepki şu oldu: "Çok sağa kaymış." Şaşırıp kaldığımı ve aşağı yukarı şunlara benzer soruların boğazımda düğümlendiğini anımsıyorum: Neye ve kime göre? Bugün benim karşımda duran "bölge müdürü"negöre mi, yoksa dün Taner Akçam'ın yanında duran "bölge sorumlusu"na göre mi? Kuşkusuz ilki olamazdı. Çünkü, Akçam'ı bizim "bölge müdürü"nün de sağına göndermek, mantık ve izan sınırlarını zorlayan bir çaba olurdu; elbette arkadaşım da farkındaydı bunun. Belki tam da bu farkında oluş nedeniyle; daha doğrusu, hâlâ siyasetle uğraşan Akçam'ın, şimdi ticaretle iştigal eden eski bir bölge sorumlusu"nun huzurunu, aslında siyasal değil de ahlaki açıdan bozması nedeniyle, arkadaşım derhal eski konumuna rücu ettniş ve bu hayali konumdan konuşmayı tercih etmişti. Yargıdaki netlik ve katılık da, bunun kanıtıydı zaten. tarzlarını işlevsiz hale getiren tüm gelişmeler, "Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" edasıyla geçiştirilmcyc, daha doğrusu bir tür devekuşu "açıkgözlüğü"yle yok sayılmaya çalışıldı. Hatta, yaşanan köklü dcğişim sürecinin yarattığı şokun şiddetiyle orantılı bir biçimde, solun, bu kendi üzerine kapanma refleksinin de arttığı, yoğunlaştığı rahatlıkla söylenebilir, sanıyorum. Bunu, en net olarak solun dilinde görmek mümkün. Değişim sürecinin ortaya çıkardığı yeni durumları karşılamak için geliştirilen ve doğal olarak tüm dünyayı etkisi altına alan yeni kavramlar sağnaöı karşısında, sol, en eski hem de cn katı kavramlarının şemsiyesi altında, sırılsıklam ıslanmış da olsa, inatla dimdik ayakta durmaya çabaladı. Solun, bu dönemuc kcndisinc takılan "dinozor" yaftasını bir erdem göstergesi olarak benimseyivermesi de, bu Donkişotvari duruşun sonucu değil mi? Bir tür, "Dünya nereye giderse gitsin, biz elbette, yel değirmenlerimiz ile birlikte buradayız!" tavrı... Kuşkusuz, "yükselen değerlcr"e, yaniha bire "in/out" olup yanıp sönen uçucu "değerler"e değil de, insanlığın kutup yıldızı olması gereken bazı evrensel değerlere bağlanma ve bundan asla vazgcçmeme anlamında "dinozorluk", her çağ için gerekli ve yararlı bir tavırdır ve sol da, gözlerini asıl olarak geleceğe çevirmiş olsa bile, içinde bu türden inatçı bir dinozor yaşatır, yaşatmalıdır da. Ancak, yine hiç kuşkusuz, solun dinozorluğu sadece nostaliik bir özlem varlığı da değildir, olmamaiıdır. Zira sol, bugünden kurtulmak için geçmişe sığınmaz, sığınamaz; bugünü geçmişe değil yarına açuan bir kapı olarak algılar, günü düne değil yarına bağlamayı arzular. Işte, Ahmet lnsel'ın Solu Yeniden Tanımlamak adlı kitabında bir araya getirilen yazıların böyle bir arzu ve bilinçle kaleme alınmış olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de, Insel DU kitabında, genel gidişatın dikine yürümeye çalışıyor; bugün, inatla "solda kalmak' yerine, inançla "solda olma"nın imkânlarını irdelemeye koyuluyor. Şimdi burada, sanırım, sürekli olarak tekrarladığım bu "kalmak"/ "olmak" ikilcmiyle tam olarak neyi kastettiğimi açık bir biçimde ortaya koymam gerekiyor. Kastettiğim şey şu: "Solda kalmak" özlemi, bir tür refleks, belki de daha doğrusu, neredeyse irade dışı gerçekleşen bir tepkidir. Buna karşılık, "solda olmak" arzusu ise, bilinçle ölçülüp tartılmış, yani belirli bir refleksiyon süreci sonrasında ortaya konmuş bir tavırdır. Başka bir deyişle, "solda kalmak", değişen dünyaya karşı eski konumu koruyanilmek gibi muhafazakâr bir özlemi; buna karşılık, "solda olmak" ise, değişen dünya içinde yeni bir konum bulabılmek gibi radikal bir arzuyu ifade eder. Bu saptamadan çıkarabileceğimiz en önemli sonuç şu: "Solda kalma" özlemi pasif, "solda olma" arzusu ise aktif bir munalefet tarzına işaret eder. Ahrrtet însel'in de kitabının neredeyse her satırında vurguladığı gibi, pasif muhalefet tarzı zorunlu olarak Kendıni bir antisöylem biçiminde kurar; yani, politika yapmayı, rakibin geliştirdiği politikalar, daha doğrusu bizzat kendisi tarafından rakibe mal edilen politikalar karşısında "gard alma"ya indirger. Buna karşılık, aktif muhalefet tarzı, politika yapmayı bu şekilde rakibe indeksli hale getirmez. Rakibin politikalarından ziyade, çok daha derinde yatan bir şeye, bizatihi rakibin politika yapma tarzının kendisine itiraz eder ve muhalif tavrını, ne olursa olsun her zaman rakibin karşısında değil, tam tersine rakibin hiç beklemediği, ummadığı yerde koyar. Bence, Insel bu son kitabında, böyle aktif bir muhalefet tarzı inşa etme imkânına işaret eden önemli bazı saptamalar ortaya koyuyor. Her şeyden önce, tarihsel bir perspektiften bakıp sağ ve sol kavramlarının göreceli karaktcrlcrine dikkat çekerek, statik bir "solda kalma" anlayışı yerine dinamik bir "solda olma" anlayışı geçirmenin önemini vurguluyor. İçinde bulunulan somut dıırıınmn soluna gcçcbilmek için, öncclikle, bu durumun ckonomik, siyasal vc ideolojik koordinatlarını gerçekçi bir biçimde saptama zorunluluğunun altını çiziyor. Bu, gerçekten de bir zorunluluk; çünkü, içinde bulunduğumuz durumun ne olduğunu doğru biçimde saptamadan, onun solunun nereye düştüğünü asla kcstiremeyiz. Insel, haklı olarak öncelikle bunun aftını çizer. Bu bağlamda, örneğin "küreselleşme" gibi ekonomik, siyasal ve kültürel boyutları olan karmaşık bir süreci, "cmperyalizm" gibi anlam ufku belirli tarihsel koşullarla sınırlı kavramlara indirgemeden, hak ettiği biçimde analiz etmeyi önerir. Dar bir yerelcilik koridoruna, oradan da kara milliyetçilik bataklığına yuvarlanmamak, kısacası hcp sola gidip dünyaya ve hayata teğet geçip sağa varmamak için, daha daönemlisi, "yerelcilik" ve "milliyetçilik" gibi görünürde küreselleşmeye karşıt akımlann, ashnda "küreselleşme" denilcn sürecin bir parçası olduğu gerçeğini görebilmek için, böyle ciddi bir analizin önemini vurgular. Sonuç olarak söylemek istediğim şu: Muhalcfetini, rakibin ya da rakiplerin ufkuyla sınırlamayan, her şeyiyle kendisi olan bir sol tavır inşa cdebilmek ve daha da öncmlisi böyle bir inşayı sürekli kılabilmek için, Ahmet Însel'in ve tabii ki, az sayıdaki benzerlerinin sesine kulak vermeli; "solda olma"nın bir duruş değil, sürekli, bitimsiz bir arayış, daha doğru bir ifadeyle, bir arayıp durma diyalektiği olduğu gerçeğini asla unutmamalıyız. Yoksa, biz solda durduğumuzu sanırken, hiç durmayan hayat bizi "sollayabilir"! • Solu Yeniden Tanımlamak / Ahmet tnsel / Birikim Yayınları / 151 s. Aktit muhajefet Y Nâzım'ı anımsamak AHMET ŞERİF SEREFLI Solu Y e n id e n Tanımlamak tfazım Hthmet O gün dile getiremediğim için boğazımda düğümlenen bu sorular, zamanla daha gencl Dİr havaya bürünerek zihnime çöreklendi: Sağ ya da solda olmak ne demek? Sağda ya da solda, karşıya savrulmadan durabilmek her şekilde "ayak diretme"yi mi, yoksa bir şekilde "ayak uydurma"yı mı gercktirir? Burada, sağı kendi derdiyle bas başa bırakarak, soruyu daha dar bir kalıba da sokabiliriz: Sorun, her durumda solda "kalmak" mı, yoksa solda "olmak" mı? 80'li ve 9O'lı yıllara damgasını vuran köklii dönüşüm döneminde, solun, özelIikle de Türkiye'deki solun tercihi, genelde ilki, yani solda kalmak reflcksiyle "ayak diretmek" oldu, diyebiliriz. Eski açıklama modellerini geçersizlcştiren, eski direniş Sağ ya da soUa olmak âzım'ı çok seviyorum demek pek az olsa da, daha ne diyeyim, bilemiyorum! Bulgaristan'daki Türk asıllı şairlerin ninni türküleri Nâzım Hikmet'in şiirleridir dersem hiç şaşırtmış olmam. Bizler daha çok bu şiirlerle büyüdük, ilk adımlarımızı bu şiirlerle attık. Üstat serbest vezni kullandığından, bizler de serbest vezni kullanarak tay durduk. Hece veznini pek az, aruzu niç bilmeyen bir kusaktık. Elli yıldan bu yana böyle geldik, DÖyle gidiyoruz işte. Şiirde benim ilk hocam % 80 Nâzım'dır. Sofya'da Türk gençleri için yayımlanan ve Komsomol Merkez Komitesi'nin organı olan "Halk Gençliği" gazetesinde üstadın şiirlerini her defasında heyecanla okuyor ve bedenimi bir ateştir sarıyordu. Dili güneş gibi parlak ve her sözünü anhyordum. Dağıtıcının, bu haftalık gazeteyi bana ulaştırmasını sabırsızlıkla beldiyordum. Bugün şiire olan o gençlik heyecanını yitirdim gibi. Heyecanlanışlarım ilk aşkı yaşamak gibi bir haldi. N "Zoya" destanı Nâzım Hikmet'in ilk şiir kitabı 1951'de yayımlandı. Ebadı büyüktü, üzerinde yumruklarını havaya kaldırmtş isyan eden bir ilüstrasyon vardı. Redaktörü mülteci Fahri Erdinç'ti. Bu kitap benim için bulamadığım bir kaynaktı. Nereye gittiysem bu kitabı tahta bavulumda taşıdım. Büyük şairin Sofya'da 2. I CUMHURİYET KİTAP SAYI 531
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle