29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

" yıldönümü, W. Benjamin'in 100. Doğum yıldönümüdür. Ama pck fazla bir etkinlik yapılmamıstır. Üniversitelerin felsefe bölümleri, yalnızca yayın konusunda değil, başta etkinlik alanlarında da varlıkJannı ortaya koyamamışlardır. (îçinde bulunduöumuz yıl ise, Nietzsche'nin 100. Ölüm yıldönümüdür. Bu vesileylc Nietzsche'nin felsefecilerimiz tarafından çeşitli etkinliklerle anılıp değerlendirilmesi doöru olacaktır. Çünkü günümüzde, tarihselkültürcl gerçekliğimizin felsefe açısından sorgulanması için, Nietzsche gibi düşünürlere ve onların düşünme tarzlarına duyulan ihtiyaç artmaktadır.) Kaynardağ, Tiirkiyc'de felsefenin gelışmesi açısından, felsereler/filozoflar arasmda bir iletişim köprüsünün kurulmasının gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Böyle bir felsefe iletişim i deneyimi 193 3 1950 yılları arasında yaşanmıştır. Kaynardağ da yaptığı bir konuşmada bu deneyimi çeşitli yönleriyle ele almaktadır. Kaynardağ'a göre, üniversitelerimizde Alman proresörleri (ilki Günther Jacoby'dir) ilk kez I. Dünya Savaşı yıllarında (1915) ders vermişlerdir. 19331950 vıllan arasında ise Von Aster, H.Reichenbach, W.Kranz, H.Heimsoeth ve J.Ritter vb. felsefeciler ülkemize gelip dersler vermişlerdir. Bu konuda Kaynardağ'ın üzerinde durduğu bir nokta oldukça önemlidir: bir felseffiletişimin gerçekleşme koşullan, o ülkenin kültüreJ atmosferinden bağımsız değildir. Çiinkü söz konusu yıllarda "bilim in durumu da felsefeninkinden pek farklı değildir. Bilimi, felsefecilerin ilgilenmeden edemeyeceği konulardan biri olarak gören Kaynardağ, şu saptama ve değerlendirmelerde bulunmaktadır: "Türkiye'de felsefe ilerleyememiş, özgiin felsefe yapılamamış. Bilimin durumu nedir? Türkıye'de bilim de, hepimizin bildiği gibi gelişememis. Bunlar aslında birbirlerine çok yakın şeyıer, yani felsefenin gelişmemesinin bir nedeni de bilimin gelişmemesi. Çünkü felsefe biitün dünyada bilimsel felsefe olma yolunda gidiyor. Reichenbach'ı alalım. Burada bir liıks gibi kalmış onun söylediği şeyler. Pek değerlendirifmemiş, bunun üzerinde uzun uzun durulabilir; ve adam neticede California üniversitesine, Los Angeles'a gitmiş ve orada önemli eserlerini vermiş. Pozitivizm bence, akılcı, bilimsel, deneysel düşünce; Osmanlı'nın anladığı pozitivizm de bu... Yani her şey dinle değil, ilimle, akılla çözümlenebilir. Bu da çok etkili olmuş, günümüze kadar da etkisi devam ediyor." (Kuşkusuz felsefe ve bilim arasında koparılamayacak bir ilişki olduğu yadsınamaz. Ancak Kaynardağ 'ın, felsefenin bütün dünyada bilimsel felsefe olmaya doğru gjttiği yargısına katılmak mümkün değil. Çünkü felsefeyi bilimsel kılma cabaları olmuştur, ama sonuçta felsefenin oilime indirgenemeyecek yönleri olduğu açıktır. Merak edenler bu konuda "Felsefe Tartışmalan" dergisinin geçmiş sayılarında Betül Çotuksöken ile Yaman Örs arasında yapılan tartışmalara bakabilirler.) Kaynardağ'ın deyimiyle, "Türkiye'deki bilim ortamının henüz gelişememesi, felsefe uğraşı içinde olanların birtakım dogmalarla adeta konuşlanmış bulunmalan yüzünden Reichenbach ve Von Mieses kendilerinden umulan verimli çalışmalan yapamadılar." Ancak ülkemize gelen Alman düşünürlerin tutumları, felsefe anlayışları ve karşılaştıkları kültürel ortama yönelik bakış açıları konusunda bazı farklılıklar da söz konusudur. Von Aster bu konuda bir örnektir. Kaynardağ'a göre, "Aster, Türkiye gibi, Batı kültürüne daha yeni yaklaşan bir ülkede ders vermenin bilincinde idi. En zor konulan anlaşılır kılmak için, elinden gelen her şeyi yapıyordu. Burada yayımladığı kitaplar, verdiği konferansların metinleri, bunu açıkça göstermektedir." Yeni Kantçı görüşün temsilcisi olan Von Aster, bizde daha çok felsefe tarihindeki açık ve yan tutmaz tutumuyla etkili olmuştur. Kaynardağ bir düşünürü ve çalışmalarını ele alırken, onun felsefî kişiliğini de dile getirmektedir. Örneğin Von Aster'le Ugili olarak şunları söyler: Öğrencilerinin ve başkalaSAYFA 8 4. Bir Felsefî HatJşbn Deneykni: ttnan Düşünürierin Türidye'ye Galşi rının düşüncelerine hoşgörü ile bakar, çeşitli görüş noktalarının olabildiğince açık ve seçik ortaya çıkmasına önem verirdi. "Üniversitelerimizde Ders Veren Alman Felsefe Profcsörlcri" başlıklı konuşmasında Kaynardağ, söz konusu hocalan anlatırken hem üniversitelerimizdeki felsefe öğretiminin hangi durumunda bulunduğıınu gözler önüne sermekte, hem de bu felsefecilerin felsefeyi kavrama tarzları yönünden bıraktıkları etkiyi ortaya koymaktadır. Orneğin Reichenbach'ın felsefe anlayışı ile Von Aster'in anlayışlarının farklılığını ve etkilerini dile getirmektedir. Kaynardağ'ın da vurguladığı gibi, bu düşünürlerin felsefeye, birbirlerinden çok farklı anlayışlarla yaklaşmaları; felsefeden farklı şeyleri anlamalan aslında büyük bir zenginlik olarak değerlendirilebilirdi. Ancak, Betül Çotuksöken'in ifadesiyle, "bu farklı tutumlardan "gerçekten etkuenmek" için birtakım sorunlann aynmına varmak; felsefî kaygıları, sıkıntıları yürekten duymak gerekiyordu. Ancak böyle bir içten duyuşla, o hocalann sundu^u görüşler "gerçek etkilenmeyi" sağlayabılirdi." Ahmet Cevizcı, Doğan Özlem gibi felsefecilerimizin liseler için felsefe ve mantık kitapları yazmalansevindiricigelişmelerdir.) Felsefe eğitiminin boyutlarını genişletme konusunda Kaynardağ'ın bazı önerilcri dc bulunmaktadır: Alman filozof Richard Wisser'in 1994 yılında Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünün 25. Kuruluş yıldönümünde Karl Jaspers ve Heidegger le ilgili filmler göstermesinden yola çıkarak şunları söyler: "Belgesel film eğitime yeni bir boyut kazandırıyor. Böyle filmler iyi ve bilinçli bir biçimde hazırlanır ve cösterilirse çok yararlı ve eğitici olabilmektedir. Bu tür fümleri öğrencilere göstermenin yollan aranmalı, yeni filmler çekilmelidir " Kaynardağ, felsefe eğitimine ve eğitimde felsefenin yerine önem vermekte, bu konudaki gelişmeleri dikkatle izlemektedir. Ona göre, "Felsefe, eğitim ve kültürün temelidir. Temel kültür ise liselerde verilir. Felsefe dersleri savsaklanamaz. Dcrslere, bu dersin öğrenimini görmüş, ona göre yetişmiş kimselerin girmesi bir an önce sağIanmalıdır. (Bilindıği gibi, 1980'li yıllarda liselerde felsefe dersleri zorunlu dersler kategorisinden çıkarılmış ve bu derslerde de felsefe eğitimi almamış kişilere görev verilmişti. Ancak 1997'de felsefe dersi zorunlu ders olmuştur.) Ortaöğretimde felsefe efiitimi konusunda Kaynardağ, şunları söyler: "Öğretmen kadar kitap da önemlidir. Konuyu sevdiren, öğrencinin ufkunu genişleten ders kitabıdır. Ders kitapları, içerikleri, sayfa düzenleri, kağıdı ve resimleriyle dikkatle hazırlanmalı, Pedagoglarla işbirliğiyapılmalıdır." Kaynardağ, 1992'de, felsefecıleri lise ders kitapları yazmaya da çağırmaktadır. (Uerleyen yıllarda ortaya çıkan bazı eserler Kaynardağ'ın çağrısının yankı bulmuş olduğunu göstermektedir. Ahmet Arslan, 5. Kaynardağ'ın Feteele EğttftnHftğpetiınine Bakifi Düsünce tarihimize yönelirken, iddialı bir bibliyografyacı olarak değil, daha cok meraklı bir felsefeci olarak calıştığını belirten Kaynardağ, düsünürlerimize bazı çağrılarda da bulunmaktadır, düşünce tarihini göz ardı etmemeleri konusunda. Çünkü felsefî düşüncenin gelişimi, özgün düşünceler üretilmesi, büyük ölçüde geçmişten günümüze kadar gelen süreç içinde yapılan çalışmaların değerlendirilmesine de baglıdır. Başka bir deyisle felsefe, kendi tarıhinden ve geçmişinden kopuk olarak gelişemez ve etkinlik gösteremez. Türkiye'de felsefenin önünü açmak, yolunu genişletmek ve yolda yürümek için, geçmişteki başarıların ve başarısızlıkların incelenmesi konusunda Kaynardağ şunları söyler: "Eleştiri ortamı ve özgürlük sağlanırsa, Türk aydını da çalışmalarını yapacak ve dünya relsefesine katkıda bulunacaktır. Ben durumu böyle görüyorum. Şimdiye kadar olanlar, aydınlanma, kültür aktarılması ve yöntem öğrenilmesi şeklinde ele alınırsa yine de yararlı olmuştur. Bu birikimi, birsıçrama yaparak değerlendirmek, bunlara özgün bir nitelik vermek, bundan sonraki iş olabilir. Birtakım çalışmalar olmuştur, bunları değerlendirmek, Türk düşünüş tarihinde özgün çalışmalar varsa bunları ortaya çıkarmak, yine bize düşüyor. tdealizmden materyalizme, spritüalizmden pozitivizme kadar bizde nangi çalışmalar, hangi katkılar var, ele alınmalı 8. Düfuflüplspimizifl Düşıincc TariMmize Yönelmelerinin GarekUliği dır. Hocamız Takiyettin Mengüşoğlu'nun felsefî antropolojiye bir katkısı var mıdır? Hilmi Ziya Ülken'in düşünce tarihimiz konusundaki çalışmalarının önemi ncdir? Nusret Hızır bilimsel felsefede ne yapmıştır? Böyle sorular ve daha nıceleri üstünue araştırma yapılabilir." Yazımı Kaynardağ'ın yukarıda da alıntıladığım bir sözüylc bitirnıek istiyorum: "Felsefeyi felsefe olarak kendi bağımsız alanında geliştirdiğimiz gibi, onu eğitim, kültür ve politikanın başlıca yol göstericisi du rumuna da getirmeliyiz." Ve elbette bu alandaki eserleri ve etkilerini de tarihsel bir süreç içinde, kültürel gerçeklikle olan bağıntılanyla birlikte değerlendirmeliyiz. Çünkü ülkemizde felsefî düşüncenin gelişimini anlamak ve kavramaya çalışmak, bir bakıma kendi tarihsel gerçekliğimizi de anlamak demektir. Felsefe alanında ortaya konulan ürünler ve sürdürülen çalışmalar, bu düşünce tarzının gitgide kök salmaya başladığının işareti olarak görülebilir. Son olarak değinmek istediğim bir şey var. Kaynardağ'ın değişik yerlerde yayın • Ianmış yazılannın ve konuşmalarının kitap haline getirilmesi, kültür ve düşünce tarihimiz açısından çok yararlı olacaktır. • KAYNAKÇA Arslan Kaynardağ, "Üniversitelerimizde Ders Veren Alman Felsefe Profesörleri", Türk, Felsefe Araştırmalarında ve Üniversite Öğretiminde Alman Filozoflan içinde, Türkiye Felsefe Kurumu Yayını, 1986, s.131. "Türkiye'de Felsefenin Evrimi", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, s.762774 "1991'de Felsefede Neler Oldu?", Varhk 1992. "1992'de Türkiye'de Felsefede Neler Oldu?", Varhk sayı:1026, Mart 1993. " 1993'te Türkiye'de Felsefede Neler Oldu?", Varlık Şubat 1994. " 1994'te Türkiye'de Felsefede Neler Oldu?", Varlık sayı: 1049, Şubat 1995. "Türkiye'de Felsefe ve Felsefe Eğitimi" konulu açık oturum konuşmaJarı, Felsefe Dergisi, Haziran 1986 tarinli sayısı. Betül Çotuksöken, Felsefeyi Anlamak Felsefe İle Anlamak, Kabalcı Yayınevi, 1995,s.315316. Kadın Felsefecilerimiz AHUTUNCEL F elsefeyi ve felsefeciyi gündeme getirdiği sorunlarla değil de, sorunları taşıyan insanların cinsiyetiyle düşünmek; yüzyıllardır yöntem üzerine tartısan bir temel bilimin sorusu olmamalıydı. Kaldı ki sanattan modaya değin pek çok alanda cinsiyetsizleşmenin hâkim olduğu 21. yüzydda, "kadın ve felsefe"yi hâlâ bir başlık olarak ele alıp, yalnızca kadınların vicdanını rahatlatmak üzere yapmacık bir edayla birlestirmeve çalışmak, "ironi" gibi görünüyor. ÜstelİK eğer felsefenin bir cinsiyeti olduğu iddiası taşısaydık, bunun doğurganlığı (yani temel bilim dalı oluşu) nedeniyle dışil olmak gerekliydi. Ancak bizim amacımız felsefeye ne bir cinsiyet yüklemek; ne de bu bilgiyi bir üstünlük vesilesi haline getirerek, sadece belli bir kesime bu üstünlüğü sağlamaktır. Bugün felsefeyle uğraşan herkes için asıl sorun, bu tartışmaları bir yana bırakarak, ülkemizde bir felsefe gcleneğinin nasıl oluşturulacağının sorgulanması olmabdır. Bu önemli görevde, Batı düşünce dünyasının yöntemleriyle bize yol göstereci olacağına inanıyorum. Yüzyıllar Doyunca felsefenin yüreğinin attığı Batı dünyası da elbetteki böyle Dİr felsefe geleneğini hazır bulmamış, üretmiştir. Bu üretimin temellerini incelediğimizde, yani Batı felsefesini kavramaya çalıştığımızda kol kola giden ikı yol belirir önümüzde: Batı dünyası bir yanıyla felsefecilerinin görüş ve düşüncelerine sahip çıkarken; diğer yanıyla bu görüş ve düşüncelerin toplumsal paradigmaların değişiminde oynadığı rolleri de göz ardı etmemiştir. Işte Arslan Kaynardağ'ın Kadın Felsefecilerimiz adlı eseri bu ikisinin bir arada 1993. Kasım. Takslm semlnerl. Bedla Akarsu. Arslan Kaynardaâ ve Tüten Anfl. lığı göz önüne alarak yazılmış bireserolmasıyla önem taşımaktadır. Kaynardağ'ın eseri, bir yanıyla kadın felsefecilerimizin üretimlerinden örnekler sunarken, diğer yandan genç kuşak kadın felsefecUere en doğal haklardan biri gibi görünen eğitim ve öğrenim hakkının aslında Tanzimat ile baslayan yeni bir bilinç ve toplumsal yapılanma çerçevesinde verilen savaşımın sonucu kazanılmış bir hak olduğunu göstermektedir. Dikkatleri, ilk olarak kitabın içeriginden çok adına cekmek istiyorum. Öncelikle "felsefecilerimiz" sözcüğünü ele alıp, düşünmeye başlayalım... Eminim ki pek çok okuyucu Türkiye'de büyük bir felsefeci açığının olduğu ve yerleşmiş anlamıyla bir felsefe geleneğinin bulunmadığı konusunda benimle aynı görüşü paylaşacaktır. Felsefe yüzyıllardır erkek egemenliğinde bir uğraşı alanı olarak kalmış; bilginin erkeklerin tekelinde olduğu varsayılmışCUMHURİYET KİTAP SAYIS2S Nuran Dlrek. Arslan KaynardaO ve lonrta Kucuradl blriHcte. 1994. J
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle