Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
tedir: "Son 20 yılın eğitim ve kültiir alanındaki görünüşü hiç de olumlu değildir. Bozulma ve gerileme olmuijtur. Bozulma toplumdaki her birime yansımaktadır.(..) Felsefe eğitimi ve öğretimi de, olumsuzluktan etkilenmiş, kendinc düşen payı almıştır." (Kaynardağ'ın felsefe eğitimiöğretimine ilişkin düşüncelerine birazdan değineceğim.) Kaynardağ, 1993'te Cumhuriyetin 70. Yılında şunları söyler: "Bu süre içinde felsefenin ve felsefecilerin epeyce yol aldığını söyleyebiliriz. Yapılacak işler bitmez, bitmeyecektir. Daha çok çaba gerekiyor. Cumhuriyetimiz çok önemli bir kuruluştur. Bu kuruluştaki kültür ve felsefe varlığının daha zengin olması gerekir. Başta felsefeciler olmak üzere, üniversiteler, eğitimciler, kültür adamlan, kurumlar, felsefenin özgün ürünler vermesi için çaba göstermeli, özendirici olmahyız. Eleştiri ve özeleştiri yapmalıyız. Felsefeyi felsefe olarak kendi bağımsız alanında geliştirdiğimiz gibi, onu eğitim, kültür ve politıkanın başlıca yol gösterieisi durumuna da getırmeliyiz." üretmektc zorluk çekerler. Biz çağdaş dünyayı, gerekirse kendimiz, kendi bagımsız düşüncelerimizleeleştirebilmeliyiz. Felsefî düşünceyi hem tarihsel boyutlarıyla hem degüncel sosyokültürel oluşum larla ilişki içinde ele alan Kaynardağ'a göre, yine son yıllarda "medya" konusu oldukça önem kazanmıştır. Bu konu, Onun deyimiyle, "Sosyologları, iletişimcileri olduğu kadar felsefecileri de ilgilendiriyor. Bugün insanlık, medyanın sorumsuz tutumları yüzünden bir kültür çıkmazında bulunuyor. (...) Medya gibi, bireyi ilgilendiren yaşamsal bir konudan felsefe ve felsefeciler uzak kalamaz. Onu "sorun" olarak ele almaları, sorgulamaları gerekir." Bir düşünce tarihçisi olarak Kaynardağ, yalnızca olup bitenlerin saptanmasıyla ye 'Felsefecilerle Sövlesiler' üzerine ihtiyaç duydum. Ülkemizde Batüı tarzda felsefi düşünccnin başlangıçlarını ancak geçen yüzyıün ortalanna tarihleyebiliyoruz ve felsefede kurumlaşmayı da yine ancak 1910'lu yıllarda Darülfunun'da Felsefe Bölümü'nün açılışıyla baslatabiliyoruz. Bu demektir ki, ülkemizde Batılı tarzdaki felsefi düşüncenin ve felsefe etkinliklerinin tarihi 150 yılı kapsamaktadır. Bu, Batı felsefesinin 2500 yılı aşan bir tarihi olduğu anımsandığında, ülkemizde felsefenin kurumlaşması bakımından oldukça kısa bir süredir. Özellikle 1933 üniversite reformuyla birlikte, felsefecilerimizi bekleyen en büyük sorunlar, Türkçe felsefi termınoloji olarak Türkçede felsefe yapmak olmuştur. Bugün bu büyük sorunların üstesinden büyük ölçüde gellndiğini görüyoruz. Bu büyük sorunların üstesinden büyük ölçüde gelrne başarısını ise, Cumhuriyet dönemi fâsefecilerinin ilk iki kuşağı göstermiştir. Burada diğerleri yanında özellikle, Hilmi Ziya Ülken, Macit Gökberk, Halit Vehbi Eralp, Takiyettin Mengüşoğlu, Nusret Hızır, Mazhar Şevket Iprişoğlu, Kâmuran Birand, Mubahat Türker Küyel, Necati Öner, Bedia Akarsu, tsmail Tunalı, Nermi Uygur adlarını hemen anmak gerekir. Arslan Kaynardağ'ın Felsefecilerle Söyleşiler'i, Cumhuriyet in ilk üç kusak felsefecilerinden Macit Gökberk, Haül Vehbi Eralp, Mazhar Şevket îprişoğlu, Takiyyetin Mengüşoğlu, Bedia Akarsu, Nermi Uygur, loanna Kuçuradi ve Hüseyin Batuhan'la yapılmış söyleşileri kapsamakta ve Türkçede kendi taızında Uk ve hâlâ tek örnek olarak elimizde bulunmaktadır. Ve bu yönleriyle kitap, geçmişten gelen katkılara karşı yaygın duyarsızlığımıza aykırı bir örnek oluşturmaya da devam etmektedir. tstanbul Felsefe Bölümü mezunu olan Kaynardağ, söylesilerini, aynı bölümde hocası (Macit Gökberk, Halil Vehbi Eralp, Mazhar Şevket lprişoğlu, Takiyyetin Mengüşoğlu) ve arkadaşı (Bedia Akarsu, Nermi Uygur, îoanna Kuçuradi, Hüseyin Batuhan) olan felsefecilerle gerçekleştirrniş. Tüm söyleşilerde konular aynı sırayla isleniyor. Önce, kendisiyle söyfeşi yapüan nocanın yaşamı, yetiştiği çevre, öğrenimi, etkilendiği felsefeciler ve felsefeler üzerinde tinmemekte, eleştirel bir tutumla, geleceğe yönelik öneri ve uyarılarda da bulunmaktadır. Felsefe alanında yapılması gerekenlerle ilgili başlıca öneriieri şunlardın "Özellikle planlı bir çeviri hareketine önem verilmelidir. Felsefe inceleme ve araştırmalan özendirilmelidir. Öncelikle yapdacak işlerden biri de uluslararası felsefe iletişimine önem vermektir. 19331950 yılları arasında üniversitelerimize gelen yabancı profesörler, yurt dışında öğrenim gören felsefeciler bize çok şey kazandırmışlardır. Bu deneyimin ışığı altında, yabancı ülkelcrden felsefeci getirmek, yabancı ülkelere öğrenci göndermek amacıyla dikkatli girişimlerde Dulunmak gerekiyor." Kaynardağ, 1990 u yıllarda yapılan felsefe çalışmalarını değerlendiren konuşmala rında, üniversitelerin yayın konusunda canlıllğını yitirmiş olduklarına dikkati çekmektedır. "Felsefe Tartışmaları", "Felsefe Dünyası" vb. dergiler olmakla birlikte, gereken nitelikte bir felsefe dergisinin bulunmadığını ifade etmektedir: "Düzenli olarak okuyucuya ulaşan, araştırmaya, incelemeye, elcştiriye, değerlendırmeyc önem veren, felsefecilerimizin olaylara bakışının, özgün çalışmaların yer aldığı dergilere gereksinmemiz var." (Böylesi niteliklerle donanmış bir dergiyi Türkiye Felsefe Kurumu yayınlayamaz mı diye düşünmeden edemiyorum.) Düşünce tarihçisi olarak Kaynardağ, düşünürlerin doğum ve ölüm tarihlerini, kültürel ve felsefî etkinlikler için bir fısta (vesile) olarak görmektedir. Örnek olarak verirsek, 1992'de Montaigne'in 400. Ölüm ' Kaynardağ'a göre, felsefe çalışmaları, daha çok üniversiteler tarafından yürütülmekteyse de, bu kurumun dışında felsefe uğraşını sürdürenler de olmuştur: Orhan Hançerlioğlu, Cemil Sena gibi. Günümüzde de üniversite dışında yer alrnayı tercih eden felsefeciler olarak Oruç Aruoba, Selahattin Hilav, Füsun Akatlı gibi kişileri anabiliriz. Kaynardağ'a göre, "bizdeki kimi felsefe cevreleri, uzun süre sanki yeryüzünde Marksçılık, Tarihsel maddecilik felsefesi yokmuş gibi davranmışlar, "diyalektik" sözcüğünü bile ağızlarına almaktan çekinmişlerdir. Oysa Maksçılığın bütün akımlarla, kendisinden sonraki akımları da Marksçılıkla hesaplaşması ve etkileşmesi olmuştur. Marksçılık bilinmedikçc modem akımların çoğu değerlendirilemez." Bizdeki felsefî düşüncelerin coğunlukla lanse edilmiş düşünceler olarak görüldüğünü belirtcn Kaynardağ'a göre, "Türk felsefesi, özgün felsefe üretmeye başlayamadığı gibi, kendine lanse edilen felsereleri de eleştirememiştir. Burada iki sorun ortaya çıkıyor: özgün felsefe yapmak ve eleş tirebilmek. Bunıar özgürlüğe bağlı şeylerdir. Birey, özgür olmalı, baskılardan uzak ve rahat düşünce üretebilmelidir. Bu özgürlük, kimi zaman ele geçtiyse de, çoğu zaman Türk aydınının elinden alınmıştır. Türk aydıru özgürlüğünü bir gün yaratacaktır." Felsefenin temel koşulunun "elestiri" olduğunu vurgulayan Kaynardağ'a göre, "Türkiye'de aydının, kendisine lanse edilen, dışardan gelen felsefî görüşleri eleştirmesi, buna katkılarda bulunması, yeni düşünceler üretmesi şarttır. Bugün bunlar olmadığı için (1986 da) bizde Dİrtakım soyut düşüncelerin verimsizce yinelendiğini, ya da düşün adamlarımızın içlerine kapandığını görüyoruz." Son ydlarda lanse edilen ya da Batıdan gelen bir düşünce akımına örnek olarak Postmodernizm"i verebiliriz. Bu konuda Kaynardağ, bazı saptama ve değerlendirmelerde bulunmaktadır: "Postmodernizmin üzerinde düşünürken, Türk aydınları olarak dikkat edeceğimiz noktalar var: Bu tür kavram karışıklıklarının hazırladığı tuzaklara dikkat etmeliyiz. Çağdaslaşmayı tam yaşamamış ülkeler, Batıda yeni bir akırn çıkmış, bize de gelsin derlerse, bu kavram karışıklığı içinde doğru dürüst düşünce 3.Kaynardağ ınBrçtkf, Değerlendirme ve Öneriteri > DOGAN ÖZLEM T oplumumuza ve kültür yaşamımıza önemli katkılarda bulunmuş olan felsefecilerimizin ve bilim insanlarımızın bu katkılarını vefa ve değerbilirlik duygularının yanı sıra, hatta bunlardan da önce, bir tarih bilinciyle sahiplenmeyişimizin ve bu insanlarımıza ve onların katkılanna karşı duyarsızlığımızın (ters yönde olumlu örneklerin sayısı son yıllarda artmaya başlamış olsa da) büyük ölçüde hâlâ devam ettiği açıktır. Sanat dünyamızda durum bundan fârklıdır. Fakat orada da, edebiyatçılarımıza ve onların katkılanna duyulan ilginin fazlalığı ile diğer sanat alanlarından insanlarımıza ve onların katkılanna duyulan ilginin azlığı arasında hâlâ düşündürücü bir oransızlık vardır. Bunda, düşünce, bilim ve sanat üretme çabasında olan insanlarımızın önemli bir kısmının kendinden menkul (otokton) davranmalarının, hele bazılarının neredeyse kendi alanlarında herşeyi, o ana kadar ortaya konulmuş olanlan değersizleştirerek kendilerinden itibaren başlatmaları ve kendileriyle devam ettirmelerinde iyice belirginleşen narsizmlerinin önemli payı olduğunu düşünüyorum. Ve bunu, uzun tarihimize rağmen, narsizmin gelişmesine pek uygun düşen bir alışkanlığımıza, sürekli bir ^ u g ü n de yaşama alışkanhğımıza, bu demekür ki, tarın bilincimizin yeterince gelişmemiş olmasına bağlıyorum. Tarih bilinci, insanın bir tarihsel varlık olduğunun, bireysel ve kültürel gelişimini geçmişin mirası üzerinde gerçekleştirebileceğinin, dolayısıyla hangi etkinlik alanında olursa olsun, kendiliğinden ortaya birşeyler koyamayacağının da bilincidir. Deha bile ancak uygun tarihseltoplumsal koşullar altında, belli bir tarihsel miras üzerinde ken disini dışavurabilir. Ve Kant'ın belirttiği gibi, "Akıf bireyde değil, türde (insan soyunda); tek insanda değil, toplumda gelışir." (Refleksiyonlar, No:140.) Bireye (tabii ki öncelikle kendimize) öznelerarası (intersübiektif) bir etkileşim ortamının hem ürünü hem oluşturucusu olarak bakamadığımız sürece, geçmişten gelen katkılara ve bu katkıların sahiplerine hak ettikleri ilgiyi gösterme alışkanlığını ve gdeneğini yeterince geliştiremeyeceğimiz açıktır. Bu uzunca girise, Arslan Kaynardağ'ın yarım yüzyıldan razla bir süredir felsefe dünyamızda yaptığı ve yapmaya devam ettiği şeyin önemini önceden vurgulamak için konuşuluyor, daha sonra hocanın felsefi görüsleri konu ediliyor. Burada da gcnellikle belli bir sıranın izlendiği, önce hocanın varlık ve bilgi görüşünün, daha sonra ahlâk, estetik, dil, din, eğitim vd. konulardaki görüşlerinin ele alınaığı görülüyor. Bu arada, söyleşilerde ülkemizin güncel kültür sorunları üzerinde de duruluyor ve hocaların bu sorunlara ilişkin yorum ve açıklamalarına yer veriliyor. Her söyleşinin sonunda, kendisiyle söyleşi yapılan hocanın eserlerini içeren bir kaynakçaya yer verilmiş (kaynakçalar, hocaların kitabın basım tarini olan 1986'ya kadarki çalışmalannı kapsamaktadır). Kaynardağ'ın söyleşileri, yalnızca kendileriyle söyleşilen sekiz hocanın yaşamlan, felsefi görüşleri hakkında okuru bilgilendirmekle kalmıyor; okurun ülkemizin 19301980 arasındaki yarım yüzyüın kültürel atmosferi hakkında da bir rıkir edinmesini sağlıyor. Kaynardağ, kitabının önsözünde, kitabın basım tarininde artık yaşamayan, başta Hilmi Ziya Ülken olmak üzere bir çok hocayla ve aynca bu dönemde tstanbul Felsefe Bölümü'nde görev yapmış olan Ernst von Aster, Hans Reichenbach, Heinz Heimsoeth gibi Alman hocalarla kendisinin veya başkalannın söyleşi yapamamış olmasından duyduğu üzüntüyü ifade etmekten kendisini alamıyor. Bu üzüntüsünü belirtirken, belki de kendisinin gerçekleştirdiği türden söyleşilerin devam etmeyeceîi kuşkusunu da tasımaktaydı. Bugüne kadar (kısa ve coğunlukla belli bir konuyla sınırlı söyleşiler dışında) bu türde bir başka çahşma yapılmamış olması hazindir. Kaynardağ, kitabının önsözünde, bu söyleşi dizisini yeni kuşaktan felsefe hocalarıyla sürdürebilmeyi diliyor. Benim dileğim, Kaynardağ'ın bu konuda yalnız kalmamasıdır. Kaynardağ, Hilmi Ziya Ülken'den sonra, geneuikle yakin dönem düşünce tarihimizIe ve özel olarak felsefi düşünce tarihimizle ilgilenen ve bu konuda yoğun yayın yapan tek felsefecimizdir. Kendisinin dergi köşelerinde veya antoloji türünden kitaplarda yer almıs saytsız makalesi, anekdotu, kısa yaaJan olduğunu biliyoruz. Dileğim, Kaynardağ'ın bunlardan hiç olmazsa bir kismını kitaplaştırmasıdır. Ülkemiz felsefecilerinin Kaynardağ'a olan şükran borçları, bu makale, anekdot ve kısa yazıların lcitaplaştırılmasıyla daha da artacaktır. • Felsefecilerle Söyleşiler//lr5/a« Kaynardağ/ Elif Kitabevi yaytnt/ Istanbul 1986/ 311 s. Anlan Kaynardoğ İHrllyVfc Shakespeare'de Türkiye, Türkiye'de Shakespeare/Arslan Kaynardag/ Elif Yaymları /l 6 s. Kitap BelletenDetşi/Anlan Kayrtaraağ/ Eltf Kitabevi /36 s. SAYI 528 Kitap Yıh Bibliyografyast/Leman Senalp Bakla.Arslan Kaynardağ/ Elif Yaymları /16 s Sevgiler de Gündemdedir//1 rslan Kaynardağ/ Elif Yaymları /166 s. Eğitim ve Yayın/Leman Şenalp Bakla.Arslan Kaynardağ/ Arktn Kitabevi 7in s. Türk Felsefe Araştırq^alannda ve Ünivesite Oğretiminde Alman Filozoflan / Türkiye Felsefe Kurumu / 99 s Bizde Felsefenin Kurumlajması ve Türkiye Felsefe Kurumu'nun Tatuâ/Turkiye Felsefe Kurumu/ 84 s. Kadın Felseficilerimiz/Arslan Kaynardağ/ Turkıye Felsefe Kurumu / 321s SAYFA S CUMHURİYET KİTAP