23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1r ı olarak politika' anlayışını teorileştirmeye girişen Foucault, analizlerini Batı kültürünün yasak meyvelerine (akıl, rasyonellik) el uzatma gafletinde bulunduklan için cennetten kovulan marjinal grupların deliler, hastalar, sapkınlar, mankumlar, homoseksüeller toplumdan sürülen ve dışlanan hayatlarında yoğunlaştırdı. Foucault'un herkese nasip olmayacak mütevazı bir öngörüyle "Belki bir gün, bu yüzyıl Deleuzecü bir yüzyıl olarak bilinecek" (1977:165) övgüsüne mazhar kıldığı Deleuze ve Mayıs 1968 olaylannın büyüsünü deneyimlemenin verdiği sarhoşluk ve dinamizmle genç yaşlarından itibaren politik alanda aktif kalan Guattari, "özü itibariyle devrimci olan" arzunun, "kafalarımızdavegündelikhayadarımızda" serpilen faşizme, "iktidan sevmemize, tam da üzerimizde tahakküm kuran ve bizi sömüren şeyi arzulamamıza neden olan faşizm"e meydan okuyaraktan özgürleştirilmesini, anahtar kavramları olan şizofrenler, göçebeler ve köksaplar dolayımıyla inşa ettikleri bir "arzu mikropolitikası"yla açıklarken kışkırtıcı bir kapitalizm eleştirisine girişmiştir. Perdelere sarınmış melankouk, ölümcül ve boğuk sesiyle postmodern arenayı siyahlara boyamakta gecikmeyen Baudrillard ise, postmodern kehanetlerle tıkabasa dolu olan metinlerinde bir simülasyonlar ve hipergerçeklik çağında gerçeğin bir model uyarınca üretilmesivle ortaya çıkan gerçeğin, gerçekten dana gerçek hale geldiği, gerçek ve gerçek oımayan arasındaki ayrımın bulanıklaştığı bir çağ "infilak edip içe göçme"nin kaçınıfamaz tehlikesini uallandmp budaklandırırken tüketim toplumu, medya ve enformasyon, nesneler sistemi, modern sanat, çağdaş moda ve cinsellik üzerinde yoğunlaşarak imge hummasına tutulmuş analizler yapar ve "sessiz" kideleri, umudun sürgün edildiği "aynının ebedi tekrarı"ndan başka bir şeyin yaşanmayacağı karanlık, "geleceksiz bir gelecek" eşiğinde bırakıverir. Postmodern tartışmalann popülaritesini borçlu olduğu par excellence postmodern teorisyen Lyotard'a gelince, ilk dönemlerinde Nietzscheci bir akıntının sürüklenmesiyle ancak güçsüzlüğüne yas tutmadığı takdirde başka bir düşünme yolu bulabileceğine duyduğu inançla (Bes ve Kellner, s. 189) arzunun yeğinleşmesi ve libidinal ekonomiyi öne çıkarırken, son dönemlerinde modernliğin kendi koltuğunu sağlama almak için temcit pilavı misali ısıtıp ısıtıp önümüze sürdüğü evrenselleştirici, homojenleştirici, dışlayıcı, insanlığın kurtuluşu için ötereçeteler sunmaya hevesli öteanlatıların sona erip çoğulluk, çokkatlılık, farklılık, ötekilik, neterojenlİk vurgularıyla donatılmışp6>//Aî rm/'lerin, Türkçesi diğer "küçükanlatılar"ın başladığını iştanla haykırarak yeni bir postmodern durumun müidesini verir. Bununla birlikte, Lyotaru'ın postmodern çıkmazı, totalleştirici büyükanlatılara sallamaktan usanmadığı kılıcının "tam da postmodernlik kavramı ya da bir postmodern durum kavramı, önceki bir toplum aşamasından yeni bir aşamaya geçişi tasavvur eden bir büyük anlatıyı, bir totalleştirici perspektifi önceden varsayıyor değil midir?" (s. 211) şeklindeki naklı soru karşısında kendi kellesini de uçurabileceği rizikosunun belirmesivle başlar. Politikayı uzaktan seyretmekle yetinen postmodern teoriyi içine düştüğü edilgin konumdan kopartarak radikal politikayla birleştirmeye çalışan, kinizm ve nihilizm siperlerinin ardında başını imge kumkumahğından başkaca bir sonuç vermeyen polemik kumuna gömerek dünyadan elini eteğini çekmeye teşne postmodern teoriyi, politik hayatta yürürlükte olabilecek kıillanılabilir bir toplum teorisi olmaya zorlayan düşünür nsanlığm kurtufcışu lere gelince, Jameson'ı, Laclau ve Mouffe'u ve postmodernizmle feminizmi sentezlemeye girişen feminisderi zikretmemiz gerekecek. Daima muhafaza ettiği Marksist titizliğiyle postmodernizmi "geç kapitalizmin kültürel gelişiminin mantığı" olarak analiz eden Jameson, postmodernizmle kapitalist ekonomi arasındaki ilişkileri vurgulayan ender teorisyenlerden biri olarak çokuluslu kapitalizmin basat dışavurumlarından biri olan kültürün metalaşmasını içeren bir "kültür politika"sına dikkatimizi çeker. Sacayakları postmodern teori ve modern liberal gelenekten oluşan bir sosyalist ideali gerçekleştirmek için politik kimliklerin çokkatlılığıyla renklenecek, bir grubu başka bir gruba karşı imtiyazlı kılan konumları iptal edecek "radikal çoğul demokrasi"nin imkânlannı sıralayan Laclau ve Mouffe ise Marksizmin ortodoks, işçisi, merkeziyetçi, özcü boyutunu tamamen readederek yola koyulurlar. Eleştirel teori ile postmodern teori arasındaki polemiğin devasa sonuçlan farklılıkları öne çıkarıp dursa bile, aralarındaki yadsınamaz benzerlikleri de acığa çıkardığı için dikkate değerdır: Diyalektiği reddeden postmodern teoriden farklı olarak diyalektik dolayımın imkânlannı sonuna kadar kullanmayı tercih eden eleştirel teori, barındırdıöı potansiyelleri ve tamamlanmamışlıklarıyla modernliği kapitalizm ve Aydınlanma aklı çerçevesinde bağlamsallaştırırken ki Aydınlanma aklının ve hümanizmin kısıtlılıklarını ve çıkmazlannı alasağı etmede postmodern teori kadar iduialı ve usta davranırlar yapıbozumcu müdahalelerden kaçınarak sürekliliklerin izini süren yeniden inşacı bir tavır sergilemiştir. Postmodern teorinin tam da diyalektiği hor görmesi ve modernliğin açılımlarına sırtını dönmesi yüzünden ortaya çıkarmakta âciz kaldığı ve yüz çevirdiği renomenJer ve yapılar arasındaki önemli dolayımları ortaya koymak, hâlâ eleştirel teorinin görevi olmaya devam etmektedir. Best ve Kellner benim burada birer cümleye sığdırmak için akJa karayı seçtiğim bu düşünürleri, bir şairin deyişiyle "hangi dünyaya kulak kesilmişse ötesine sağır" kalan bu düşünürleri, kulak kesildikleri dünyanın tek yanlı, indirgemeci, ötekine tahammül etmemekte ısrarcı olan, ötekinin sunduğıı imkânlan şiddetle reddeden dar görüşlülüğunü eleştirerek sağır kalınan ötekilerin seslerinin sentezinden, harmanından Postmodsrn toorf olusturulacak ve ötekine kucak açacak analizlerin serpilmesini kolaylaştıracak bir "çok perspektifli toplum teorisi" önerirler. Önerilen bu çok perspektifli toplum teorisi perspektiflerin rasgele yan yana getirildıği bir karmaşaya değil, birbirlerinin eksikliklerini tamamlamaya yatkın olan perspektifleri eklemleyerek ve kavuşturarak toplum teorisinin istifade edebileceği üretken bir sonuç çıkarmaya gönderme yapar sözgelimi Lyotard'ın anlaşmazlığın üretkenliğine yaptığı vurgu, Habermas'ın konsensusun paha biçilemezliğine yaptığı vurguyla tokusturularak, belirleyici toplumsal koşulları da göz ardı etmeye hem anlaşmazlığın hem de konsensusun toplumsalın biçimlenmesinde oynadıklan etkin rollerin hakları verilebilir. Best ve Kellner her ne kadar indirgemeci olmayacak ve diyalektik bu çokboyudu deştirel teorinin "her şey uyar" mantığıyla işlemeyeceğini iddia eseler de, ilk oakışta kulağa cazip gelen bu öneri pratikte uygulanabilme şansını tam da Best ve Kellner'in şiddetle karşı çıktıkları indirgemeciliğe razı olarak yakalayabilir ve her düşünürden feyz almaya çalışırken ritmini ve tutarlıbğını yitirmiş ecişbüçüş analizlerle sonuçlanabilir. Best ve Kellner'in Marksist bir duyarlılıkla çeşitli postmodern konumları analiz ederken tam da "içinde debelendiğimiz şu an"da postmodern teorinin ne mene bir şey olduğunu serimledıkleri noktada, Kumar yere sağlam basan sosyolojik bir perspektifın olanaklanndan yararlanarak postmodern teorinin hali hazırda ne olduğu sorusunu yanıtlamaktan çok, postmodern teorisyenleri "post" önekinin sığınağı altında toplanmaya zorlayan koşulların gelişimine, oluşumuna ve itici gücüne dikkati çekerek postmodern teoriyi inceleyen, postmodern teoriyle etkileşim halinde bulunan kuramlara enformasyon toplumu, sanayi sonrası toplum, fordizm ve postfordizm, modernlik/modernizm vurgu yapar. Kumar, doyurucu bir analizle adım adım ilerlerken teorisyenleri salkımsaçak sunmuş olsa da, Batı dünyasının son zamanlarda geçirmekte olduğu değişimlerifordizmden postfordizme, sanayi toplumundan sanayi sonrası topluma, modernizmden postmodernizmezengin bir dolayımlar ağı içerisinde sunmayı başanr. Zaten teorisyen teklerinin hem açıklanıp hem de elestirildiği Best ve Kellner'in çalışmasına girişmeden önce Kumar'ın sunduğu kapsamlı tarihsel ve sosyolojik çerçeveye başvurulması gerektiği karusına varışjmın nedeni de bu. Örneğin, hiç değilse zamanın dünyevi ve semavı kavranıs tarzlannın ortaçağlarda modernizme aek izlediği güzergâh derli toplu sunulmadığı ya da göz önünde bulundurulmadığı takdirde, postmodernizm çerçevesinde tartışılan süreklilik ve kopuş sorunlarını anlamlı bir çerçevede tartmak neredeyse imkânsız. Bu yüzden benim yaptığımın tam tersi yapılmalı, önce Kumar okunduktan sonra Best ve Kellner'a girişilmeli... • (1) Her okur, okuduğu kadarıyla konuşur. Bu konuda daha birçok kitap yayımlandığının farkındayım. Örneğin, Eagleton ın Postmoderntzmtn Yantlsamaları"nın (Çev.: Mehmet Küçük, Ayrıntı Yayınlan, 1998) müstehzi polemilderi insanı çok kışkırtıyor. Ama kendi payıma polemikten ziyade bilgilenmeye öncelik verdiğimden, bilhassa yazarın tarif ettiği konuya hiç değilse duygudaşlıkla yakîaşması gerektiğine inandığımdan, DU iki kitabı tanıtmayı tercih ettim. Postmodern Teori/ Steven BestDouglas Kellner/ Çevıren. Mehmet Küçük/ Aynntt Yayınlan/ 1998 Sanayi Sonrası Toplumdan PostModern Topluma/ Krıshan Kumar/ Çevıren: Mehmet Küçük/ Dost Yayınlan/ 1999. SAYFA 13 CUMHURİYET KİTAP SAYI 557
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle