02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bir roman: Bağdat Yollannda, bir inceleme: Don Kişot'tan Bugüne Koman Don Kişot Bağdat Yollarında Jale Parla'nın "Don Kişot'tan Bugüne Roman"ı ve Güneli Gün'ün "Bağdat Yollarında"sının ikinci basımı ardı ardına yayımlandı. Aşağıda Fatma ErkmanAkerson'un her iki kitabı değerlendiren bir yazısını sunuyoruz. FATMA ERKMANAKERSON romanlarda ya birçok anlatıcıya başvuruluyor ya da yazar (anlatıcı) okur karşısında kendini sürekli açık ediyor. îkinci türde, yani Tnetne sahip çıkan romanlarda ise, bu açılım yok, anlatı kendi üstüne kapanıvor, kurmaca özelliği vurgulanmıyor; yazar (anlatıcı) duruma hâkim, okuru, yazma eylemine geçme, metni ileriye götürme, metinle bir diyaloğa girme konusunda baştan çıkarmıyor. Tabii bu sınıflama, yelpazenin iki kutbu, kanımca bu iki kutup arasında bir denge tutturabilmek de mümkün. Okur olarak, sürekli kaybolan, kesilen, elinizden kayan ya da tam tersine, size hiç düşünme ve katılım payı bırak Jale Parla'nın kitabı, Don Klsoftan bu yana. anlatı metinlerinin serüvemayan metinlerle nini aktanyor. boğuşmak yerine, "sonra ne oldu" beklentinizi tatmin ra kendisini arıyor, ama sonra "Binbir eden, ama size bir yandan da "edebiyat" Gece MasallarT'nı arar oluyor (yolculuk denen kıırmaca oyununun gizlerine bir ve metin arayışı nedense çoğu zaman göz atma fırsatı veren romanları tercih koşut gidiyor, "arama" göstergesinin edebilirsiniz (bu hassas dengenin en iyi gösterileni hep "yolculuk" sanki). "Binkurulduğu romanlardan biri bence bir Gece MasallarTnı aramak Hürü'nün Bronte'nin "Rüzgârlı Bayır"ıdır, Türkçekendi seçimi değil başlangıçta, ama yadeki yeni adıyla "Rii/gârlı Tepder"!) şam "kendini aramak"la "Binbir Gece Masallarf'nı aramayı, hiç değilse bir süYazarlığın asıl sorunlan re için eşleştiriyor. Işte metin peşinde Güneli Gün'ün "Bağdat Yollannda" koşma bu bağlamda ortaya çıkıyor. Hüadlı masalanlatısı da kanımca bu hassas rü, önceleri zaman içinde bir yolculuk dengeyi tutturuyor. Kitabın başında ve yaparak "Masallar"ın henüz ortada olsonunda yazar (kendi imzasıyla) okurla madığı bir döneme gidiyor. Bu dönemkonuşuyor, niyetini ve kısmen de kayde birileri, bu henüz yazılmamış, ama naklarını açık eden bir "en dış çerçeve" belki de özü (ideal metin = edebiyat kuruyor, anlatının başkişisi "Hürü"nün dizge"?) Çoktan varolan, yaşamın içinadı üstüne, kıırmaca sınırlarının (var mı de varolan bu metni arıyor. Hürü, bu böyle bir sınır?) ötesine geçen açıklamaarayıs sürecinde, edebiyatla bağlantılı lar yapıyor. Romanın bir anlatıcısı var, olarak, iki önemli konum elde ediyor. ama öyle herşeyi bilen bir anlatıcı değil Birincisi, şu mitolojik dönemlerden gesanki, olaylar bazen onu da şaşırtıyor. len liri edinmesi, ikincisi de masalların Çünkü anlatıcı, olayları Hürü'nün göiçine kendi kimliği ile girmesi, Lir, şiire zünden izliyor. Hürü de bir bakıma Dİr açılan kapı. Ama ne gariptir ki, bu lir anlatıcı. Zaman zaman başka kişiler de anlatıcı rolüne girerek öyküler anlatıyor kendi başına buyruk, şarkılannı, şiirleve yazarlığın asıl sorunlarını da ünlü öyrini Hürü'ye söyletiyor. Hürü yalnızca kücü Şehrazat'ın ağzından dinliyoruz. bir yorumcu. Ağır basan ise, yorumcuGene de, her öykünün iyi kötü bir sonu luk değil, sanat! Lir, yüzyılların bilgelivar, bazen bu sonlar hemen gelmiyor, çok ğiyle Hürü'yü kullanıyor. ürtaya kendi sonra açıklanıyor, ama açıklanıyor. "Acabaşına buyruk metinler çıkıyor, sorguba sonra ne oldu?" gibi açık kuyulara layıcı bir bilincin kendine rağmen susdüşmüyorsunuz okur olarak. turamadığı, engelleyemediği metinler, yaşamın görünen somut yüzünün daha Hürü, yolculuklara çıkarak kendi saderinine inen deyişler. Burada yorumcu nısına göre önce anne ve babasını, son B ir rastlantı sonucu, iki kitabı art arda okudum. Birincisi Jale Parla'nın kitabıydı: "Don Kişot'tan Bugüne Roman", ikincisi ise, Güneli Gün'ün "Bağdat Yollarında". Parla'nın kitabı, edebiyatbilim dalına, dolayısıyla benim araştırmaçalışma alanıma pek girmiyor, ben dilbilimciyim. Bu nedenle söz konusu kitabı, not falan almadan, araya soğuk bilimsel bakışlar koyma zorunluğu duymadan, keyifle okudum. Umarım edebiyatbilimciler bu yapıtı "daha ciddi" olarak tanıtmak için, "daha ciddi" ve bilimsel yazılar yazarlar (çünkü bence gerçekten önemli bir kitap). Ben yalnızca, iki kitabı art arda okumanın yol açtığı bazı izlenimlerden söz edeceğim. Parla'nın kitabı, Don Kişot'tan bu yana, anlatı metinlerinin serüvenini aktarıyor. Bunu yaparken son derece bilimsel bir yol izliyor; ama aynı zamanda da, ancak bir romancıdan beklenebilecek tarzda bir gerilim katıyor metnin akışına. Bundanem kendi yeteneğinin hem de konunun edebiyat olmasının payı olsa gerek. Sonuçta ortaya "başnesnesi" ("başkişisi" de denebilir mi acaba?) "metin" olan bir "anlatı" çıkıyor. Parla'nın kitabına dayanarak çok kabaca bir ayrım yaparsak (ya da benim anladığıma göre), iki tür roman vardır, diyebiliriz: Metnin peşinden koşanlar ve metne sahip olanlar. Metnin peşinden koşanlarda, metin, kapalı ve bitmiş bir bütünlük değil. Bazen kayboluyor, bazen bulunuyor, çeşitli değişkeleri olabiliyor, her değişke başka bir anlatıcıya geri gidebiliyor, böyle anlatılarda, bazen okura bile, metni bir başka türlü ileriye götürme, kurma önerisi getiriliyor. Bu tür roman, edebiyatın özüne değiniyor, başka yazarları, çeşitli metin değişkelerini ve okuru içine alıyor. Metne açılmanın nasıl bir serüven olduğunu ortaya koyuyor. Metni tek bir söylem gibi görmüyor, tersine, çeşitli söyiemlerle yakalanmaya, örneklendirilmeye çalışılan bir süreç, ulaşılmaya çalışılan, ama tek bir yazarın hiç bir zaman ele geçiremeyeceği bir işlemleme gibi görünüyor. Bu yaklaşımda, tek tek metinler, bir kezlik söylemler durumuna geçiyor, asıl metin, başka bir deyişle de "edebiyat", kavramsal ve soyut bir dizge konumuna çıkıyor. "Don Kişot" da, yazarın metnin peşinden koştuğu roman türünün ilk örneği. Metnin bu anlamdaki zenginliği ve yeniden üretilebilirliği, edebiyatın tükenmezliğinin bir göstergesi oluyor, bu tür her roman, henüz yazılmamış başka romanlara açılan bir kapı. Metin belli bir yazarın elinde geçici bir somuduğa kavuşuyor, ama kananmıvor, okurla başka bir deyişle, belki de bir sonraki yazarla o metnin yazarı arasında bir işbirliği doğuyor, yeni metinlere uzanan bir işbirliği. Metnin bu anlamda özerkleştiği (Yazar, şair?) geri plana itiliyor, metin ise hep yenilenerek somutlaşıyor. Hürü'nün ikinci önemli konumu ise, masalların içine girmesi. Hürü zaman içindeki yolculuklannda, daha önceden bilmediği, duymadığı masalların başkişisi oluyor, masalları yaşamıyla üretiyor. Bazen de, zamanda gidip geldiği için, masalın sonuna varamıyor, masal bitmeden dışına düşüyor. Ama bir noktada, Şehrazat'la karşılaşıyor, Şehrazat'tan (romandaki yazar) "sonra ne olduğunu" öğreniyor (Bağdat'taki şekerciyle oğlunun birbirini bulması gibi) ya da sonlara müdahale etmeye çalışıyor. Şehrazat, yasamla sanat arasında gidip gelen bir anlatıcı, bir yandan masalları "baştan" yazarken, bir yandan da yedi çocuk doğurmuş. "Baştan" yazdığı masalların kaynağı olarak ElMesudi'nin adı geçiyor, ElMesudi "Bin Gece Masalları"nı saptamış (o da yalnızca saptamış!). Kısacası, masalların metni kaypak ve Parla'nın değindiği gibi çok yazarlı (ElMesudi, Şehrazat, Hürü'nün yaşam deneyimleri...). "Bağdat Yolları"nda, okurlar ve anlatıcılar, önce henüz yazılmamış olan, sonra yaşanmış ve ama yazılmamış olan, sonra artık yazılmış ama değiştirilmeye açık olan metinlerin peşinden gidiyorlar. Şehrazatın yanından ayırmadığı metin, kayboluyor, çalınıyor, bulunuyor, aktarüıyor, değişip duruyor. Yazarın (bu herhangi bir yazar da olabilirdi, burada Şehrazat) kattığı belki de yalnızca "binbirinci" gece! ElMesudi'den gelen "Bin Gece Masallan"ydı, Şehrazat bunlara bir gece daha katıyor. İkl yönlü etkHeştai Masallar hep yaşamın ve dönemin kıvrımlarından doğuyorlar, edebiyatın tükenmezliği ve cok yazarlılık da, ola ki, buradan kavnaklanıyor. Masal yaşamın aynasıysa bile, bu ayna hem yansıtıcı düz bir düzeyden oluşuyor, hem de derinliği var (Hürü'nün gölü izleğü). AynadaKİ yansı, yaşamı da değiştirebiliyor. Etkileşim iki yönlü, yaşam masalı oluşturuyor ama masal da yaşamı oluşturuyor (her masal Hürü'yü değistiriyor, ama Hürü de her masalda kimliklerinden biriyle karsılaşıyor). Yaşam masalı değiştirene kadar ikisi arasında geçici bir birlik, sabit bir denge kuruluyor belki, ama güvenilir, bitmiş bir bütünleşme değil bu birlik. "Metinyasam" hep kaybolacak, ama her yazarla, natta her okurla yeniden kazanılacaktır. Kuşkusuz "Bağdat Yollannda" kitabının tek izleği bu değil. Ama başta da söylediğim gibi, iki kitabı art arda okuyunca, ister istemez bu izleğe çekiliyorsunuz. Gün'ün anlatısında, özgürlük, feminizm, mistisizm... gibi başka iziekler de var, ama bunlar anlatının edebiyatla hesaplaşan temel kurgusunun sanki biraz dışında kalıyorlar. Benim çıkarsamalarıma göre, asolan, peşinde koşulan "metin", yani "edebiyat". Her yazar, metne ancak geçici bir süre için sahip olabiliyor. Ne var ki, bazı yazarlar bu aralıkta da metne damgasını vurabiliyor. Değişkenlik boyutu saklı kalma koşuluyla,kalıcı bir metin üretmeyi Borges de arzuluyordu, bunun uğruna kendisinin unutulmasına da razıydı, "Borges ve Ben" adlı metninde şöyle diyordu: "Ârada bazı iyi şeyler de yazmayı basardığını itiraf etmek aslında benim için hiç de güç değil, ama bunlar tek başına beni kurtarmaya yetmiyor, belki de iyi şevler hiç kimseye ötekine bile ait sayılamayacaklan, daha doğrusu dile ve geleneğe maloldukları için" (altını ben çizdim). (Latin Amerika Hikâyeleri Antolojisi, Iletişim: 1983, s. 37). • Jale Parla ( 2000)/Don Kişot'tan Bugüne Roman/lletışim/ tstanbul, 389 sayfa. Güneli Gün f 2000)/Bağdat Yollarında/Remzi, îstanhul, 414 sayfa CUMHURİYET KİTAP SAYI 556 Metnin peşinden koşantar SAYFA 8
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle