23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

cular, bu zorlu süreçte ailesinin, arkadaşlarının, dostlarının desteği ve en önemlisi mesleğine tutkusuyla direniyor kansere: "Ey tümörler! Ey tümörlü hücreler! Sıkı durun ve söyleyeceklerime kulak verin. Gözlerinizi akciğerime, karaciğerime, kemiklerime dıkmeyin boşuna. Onları size yedirmem! Sizinle savaşımım var. Hiç düşünmüyorsunuz ki, savaşı siz kazanırsanız, hep birlikte öleceğiz. Yalnız ben değil, siz de yaşamdan kayıp gideceksiniz. Iyisi mi gelin sizlerle bir anlaşma yapalım. Gelin, birlikte yaşayalım. Siz organlarıma patilerinizi atıp durun ama niçbirinde tutunmaya filan kalkmayın. Sizin yaşamamz, benim yaşamama bağlı! Var mısınız böyle bir anlaşmaya? Varsınız, varsınız.. Sizi gidi tümörler sizi!" (s. 200) Betül Uncular'ın, 205 sayfaya sığdırdığı anıları bir solukta okunsa da, Uçurumun Kıyısında, yarım asırlık bir yasamı barındırıyor içinde... Yarım asırlık bir yaşamı ve otuz yıllık gazetecilik mücadelesini... Uncular'ın Dundan sonraki kitabında kaleme alacaklannın Yaşamın Kıyısında gezinmesi, en büyük dileğimiz... O da farklı düşünmüyor zaten: "Daha yazılacak o kadar çok şey var ki, yaşama dair..." (s. 205) • Uçurumun Kıyısında/ Betül Uncular/ Broy Yaymları/ Mayts 2000/ Fotoğra/lı 250 s. Yarım asırlık bir yaşam Ucupumun Kıyısında PINAR GOKSAN AKER Ben güzelim, ölümlülcr! taştan bir düş Ve göğsüm, orda herkes örselendi sırayla... Baudelaire Ve Uncular, susmaksızın ağladığı yıllardan susmaksızın konuşacağı ve durmaksızın yazacağı yıllara adımını önemli bir kararla atıyor: "Yakın uzak çevremizde tanıdığımız tek gazeteci yoktu ama ben kafama koymuştum; mutlaka gazeteci olacaktım." (s. 25) Aile fertlerinin alçak sesli konuşmaları... Durum değerlendirmeleri... Gazeteci olma aşkıyla kavrulan evlatlanna, kardeşlerineduyduklarısevgi... Zarzor denldeştirilen kayıt parası... Ve sonuç: Betül Uncular, Ankara'da yeni açılan bir gazetecilik okulunun yeni öğrencisi, geleceğin parlak gazeteci adayı... Uncular, tutkuyla bağlı olduğu mesleğine önce Ankara'nın Babıâlîsi Rüzgharh Sokağı'ndaki çur çur gazetelerde başlıyor. Gazeteciliğin mutfağını buradaki gazetelerde tanıyan Uncular'ın sonraki durağı Anadolu Ajansı... Cumhuriyet gazetesi ise mesleğini sürdürmek istediği tek yer... Betül Uncular, gazeteci olma ve gazeteci kalma mücadelesini anlatırken, lcendisine emeği geçen insanları ve özellikle de öğretmenlerini anmadan geçmiyor: "Bugiin elimiz kalem tutuyorsa, arkamızda otuz yıllık pırıl pırıl ve bizce başarısız olmavan yıllar varsa, bunu onlara borçlu olduğumun bilincindeydim hep. Kitap, yazı, haber yazarken 'de' ile 'da'yı ayırmasını bilen az sayıda insan arasında bulunduğumu biliyorum." (s. 22) Yazar, anılarını anlatırken haliyle Türk siyasî yaşamının da bir panoramasını çiziyor kitabında... Ve değişen hükümetlerin basın yayın organları üzerindeki etkilerini, öğrenci olavlarını, çatışmaları, darbeleri, siyasi çalkantıların insan ilişkilerine yansıyışını, partizan anlayışı, grevleri, yurtdışı yansımalarını, TRT'yi, parlamentoyu ve siyasileri otuz yıllık akıcı kalemiyle aktarıyor okura... Dolayısıyla kimi zaman tebessümle, kimi zaman hayretle okuttuğu anılarında, bir anlamda Türkiye'nin otuz vıllık siyasi yaşamının ve geçmişinin belgesel taramasını yapıyor Uncular... Betül Uncular'ın 1985 yılının sonuna değin yaşadıkları ve yazdıkları, Türk siyasi yaşamının otuz yılına ayna tutan ve genç gazeteci adaylarına deneyim aktaran azimli, yorulmak bilmez, mücadeleci bir gazetecinin 'mesleği' iizerine kaleme aldığı anılar bütünü niteliğinde... Ne var ki, yazarın o tarihe kadarki gazeteci olmagazeteci kalma mücadelesine, 1985'ten sonra ikinci bir boyut ekleniyor: Yaşamda kalma! Uncular, ilk kez bu tarihte, 37 yasındayken tanışıyor göğüs kanserinin ilkiyle! lkincisi ise tam on iki yıl sonra doktor ihmali ve geç tanı nedeniyle gelmekte gecikmiyor. Un G azeteci yazar Betül Uncular, Uçurumun Kıyısında adını verdiği dördüncü kitabına Baudelaire'in bu dizeleriyle giriş yapmış. Dizeler, Uncular'ın 50 yıllık yaşamöyküsünü anlatmaya karar verişini özetler gibi... Otuz yüını parlamento muhabirliğine veren ve bu arada parlamentoya ilişkin üç araştırmabelge kitaba (Ses Duvarındaki Generaller, Işte Böyle Bir Meclis, Dünden Bugüne Lâcililer) imza atan Uncular, yaşammı, doğduğu günden başlayarak anlatmaya, ilkini yendiği göğüs kanserine ikinci kez yakalandığı zaman karar veriyor. Veriyor ve ağır bir kemoterepi tedavisi sırasında başlıyor anılarını yazmaya: " 23 Kasım 1948... Bu, dünya ile tanıştığım tarih... Tam elli yıl önce... Yarım yiizyıl geçtniş üzerinden.. Ne kadar uzun bir zaman dilimi Tanrım! Elli kocaman yıl! Bebekliğimden çok fazla bir şey anımsamıyorum doğal olarak. tnce belli, geniş omuzlu, genç süvari teğmeni rahmetli babamla, 194O'lı yılıarda Karaman gibi minicik bir kasabada hem keman dersi aldırılan, hem de Kur'an ezberletilen annemin anlattıklarına bakılırsa, Doğu'da bir yerden bir yere göç ederken aralıksız sekiz saat ağlamam nedeniyle, az kalsın trenin penceresinden atılıyormuşum. Kim bifir? Belki ülkenin koşullarına, belki doğanın acımasızlığına isyan ediyordum daha o günlerde.. Ne bileyitn ben? Sonraki yıflarda hem anneme hem de babama 'Keşke atsaymışız' yerine 'tyi ki atmamışız' dedirten de gene ben oldum!" (s. 8) YaşarCemal Uncular çiftinin dört çocuğundan biri olan Betül Uncular, kendinden büyük Vedıa, Işın ve en küçükleri Scyfetün kardeşleriyle birlikte, Ânadolu'nun çeşitli yerlerinde babasının teğmen maaşıyla zorlu bir yaşam siirüyor. Çocuklukta yaşadığı Adapazarı depremi, belleğine kazınan anıları arasında... Müziğe ilgisi ve becerisi de öyle... Mandolini ensesinde, hatta sırtında çalabilecek denli yetkin ilkokul yıllarında... Ama gitmeyi çok istediği konservatuvar hayalinin suya düşmesine engel değil bu yetkinlik... Tayinlerlegeçen yılların son durağı Ankara. Haşarı bir çocukluk ve genç kızlık dönemi, Ankara'da yaşanan... "Lisede burnumu sokmadığım alan kalmamıştı. Okulda yapılan münazaralara da katılırdım. Ağzım o zaman da iyi laf yapardı. Konuşmayı, yazmayı severdim oldum olast. Evde de tartışmalar yapardık. 'Sen sus! Anlamazsın' denmezdi bizim evimizde." (s. 20) Münazaralı yıllar, gazeteciliğe duvduğu ilginin, ilgiden öte ateşli bir tutkuya dönüşeceğinin ilk işaretlerini veriyor. şan Hanım birlikte kapatırlarkartlarını. Yılmaz'ın kısmeti "Çakıcı"dan yanadır. Ara sıra kötü sürprizler olsa da, örneğin bir "Kırcı" adı Ecevitİerin kartına da karışmıştır tombalanın müdavimlcri oyun disiplinini elden bırakmazlar. Bir yerde var olan koalisyonun esenliğini çağrıştırır bu davranış. "Nuriş, Engin Civan, Kürşat Yılmaz, Selim Edes, Mehmet Ağar, JetPa, Mustafa Çağlar, Taşanlar, Sedat $ahin, Merve..." adları yağmur gibi yağınca Kutan'dan "Tombala! ' çığlığı duyulur. îtirazlar sonucu hevesi kursağında kalır muhalefet liderinin. Çünkü gizli bir odada oyuna katılan Clinton'un bozuk Türkçesiyle gösterdiği kart geçerli sayılmış, herkes havasını almıştır. O gece adamına göre tombala oynayanların sırasıyla yüzleri gülmüş olmasına karşın, yazarımız bu eğlenceden 'tombalazadc' olarak ayrılmıştır. Nedenini, niçini de bir paragrafla özetleyivermiştir yüksek katlarda cascavlak kalışının: "Çünkü, ben vatandaştım. Benim rastgele çektiğim kartlarda, işsizlik vardı, enflâsyon vardı, maaşa zam vardı. Bunların hiçbiri de torbanın içinde yoktu." (s:15) Kısaca Izgü, devletyurttaş ilişkisindeki şansını zorlamıştır. Bizi yönetenlerin "al gülüm, ver gülüm" bağlamında devlet çarklarını adları zaman zaman basına yansıyan belli çıkar gruplarıyla birlikte döndürdüğünü, har vurulup harmanı savrulan devlet olanaklarından yurttaşı yoksun bıraktığını anlatmaya ça Devletle uyumlu yurttaş Tom Babanın Tombalası'ndaki kimi öykülere bakılırsa, daha öykü başlıklarından (Kendi Hapishaneni Kendin Yap, Devlet Hesabına Çaiışacağım, Adalet iBeklerken, Koyun Sürüsü...) bir ürküntü gelir insana. Toplumun her kesiminde 'devletle uyumlu yurttaş' tipi çoğunluğu ele geçirmiş; çalışıp çabalayıp ter akıtmak bir yana, asıl mutluluğun devleti yönetenlerin dümen suyunda olduğunu kanıksayan bir ideolojiye sıkı sıkıya sarümıştır. Karanlık adamların, kirli işlerin, 'milliyetçimuhafazakâr' bezirgan politikaların maddî ve manevî anlamda saygınlık gördüğü bir ortamda doğru dürüst bir yurttaş olmanın gereği yoktur. Zaten kültür boyutu çoktan silinmiştir sürütoplum insanının. Köyle kent arasında belirgin bir farklılık göze çarpmamaktadır bu konuda. Kitap boyunca tersyüz edilen durumlarda o çağcıl tepkiyi boşuna ararız. Bize batan eğrilikler, sivrilikler, aykırılıklar insanımızı rahatsız etmez. Insan gibi yaşama idealini, doğruyu, haklılığı, gerçek anlamda adaleti ellcrinden kaçırmışlardır. Aramaya, zorluklara göğüs germeye de çalışmazlar. Sonuçta hiçbir şey değişmeyecektir. Keza onların yerine düşünen, sözde yüceltilmiş kavramlarla çırpınanlar vardır. Devletle yatıp devletle kalkmak nerdeyse ilâhi bir yazgıdır. Ve olyurttaşlar ki hapishanelerini bile kendileri yapacak denli böyle bir kalıbın içinde olmayı, deyim yerindeyse hizadan çıkmamayı kutsal bir görev sayarlar. Sözü fazla dolaştırmadan iki öyküye getirmek istiyorum: Biri "Şenlik", diğeri "Venedik Kebabı" taşıyor bu öykülerin. Bence bu iki öyküyü anlamak, tüm öykülerde dolaşan uyurgezerliği çözümlemek demektir. Şenlik öyküsünde, haritalarda bileyeri yurdu belli olmayan bir kasabanın belediye başkanınca yazarımız şenliğe davet edilir. Oflaya puflaya geçen bir yolculuktan sonra canını dişine takarak kasabaya varır. Varır ama kendinin bir yazar olduğıınu kimseye inandıramaz. Türkücülerle, arabeskçHerle, dizi filmlerdeki oyuncularla adı karıştırılır. Andavallık belediye başkanıyla sürer. Burdan çıkan hissede, CUMHURİYET KİTAP SAYI 556 Tombaladan ne ı AHMET GÜNBAŞ O Tiipk slyasî yaşamı Konservatuvar hayall ykü bu ya, devletin başı tombala düşküToın Baba'nııı nüdür! HeryılbaTombalası şı gecesi parti liderlerini köşküne çağırır, mütevazı bir akşam yemeğinden sonra konuklarıyla tombala başına oturur, şenlik şamata içinde zaman geçırir. Yazarımız da bu olağan eğlencenin 'yurttaş kimlikli' abonesidir. Biraz gecikmeli de olsa yine herkes cağrılmış, yenilip içilip üst kata çıkılarak tombalanın başına çökülmüştür. Babanın onayı ile ilk çekiliş Muzaffer'in eliyle başlatılır. Baba, Ecevit, Bahçeli, Yılmaz, Kutan ve Çiller, kartlarına güvenle pürdikkat bekleşir. muzaffer Kuralına göre oynamak Bakalım, ilk 'Çinkooo!' çığlığı kimden yükselecektir! Kolay değil, herkes oynayamaz bu oyunu! Meraklısı olmak, tombala şakırtısından zevk almak yetmez. üyunu kuralına göre oynamak gerekir. Eeee, onca kalburüstü şahsiyet bir araya gelecek de, ldasik tombalayla mı oyalanacaktır sizce? Negezer!.. Kurallar tümüyle değiştirilmiştir. Öncelikle sayılar yoktur bilinen torbada; adlar vardır. Hem de ne adlar!.. Adların tonlamı birer. ikişer dağıtılmıştır eldeki kartlara. Örneğin "Erol Evcil!" diye bağnlınca Çiller gizlice kapatır kartının üzerini. "Ahmet Demir" denince ayrı bir telâş!.. "Cavit Çağlar" adı karşısmda Baba'yı öksürük tutar. "OraJ Çelik" ve "Çatlı" adları çıkınca Bahçeli'nin kartına bereket yağar. "Fethullah" denince, Ecevit'le Rah SAYFA 16
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle