04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

rum. Ilginçtir arka arkaya sekizon şehir gezerseniz bir süre sonra şchirlcri karıştırıyorsunuz. Ama vıdco sadık bir vak'a nüvist. Sonra onlara bir parça renk verip, hayal edip süsleyerck yazıyorum. Video kameranın yarattığı kaset benim için en önemli belge... Ya kıtaplardakı fotoğraflar Onları da kendımz nıı çckıyorsunuz' Fotoöraflar için önemli bir nezaket kuralını inlal ettim. Ama son kitapta bunu mutlaka düzeltecegım. Çünkü fotoğrafları arkadaşlarım çekiyor. Kitaplarımda bana yardım edcn herkese teşekkür ediyorum ama fotoğraf çekenleri ihmal etmişim. Buradan onlardan özür diliyorum. Seyahatten dönüncc ilk ışim kasetleri çoğaltmak ve bana fotoğraf çekenlere göndermek. Kıtaplarınızın çok okunması ve çok basıltnasını neye bağltyorsunuz? Ciddı bir reklam olmadan, ciddi bir tanıtım olmadan piyasaya "akide şckeri" gibi sunıılmuş bu kitapcıkların kokusunu alanlar var. Bunlar benim tanıdıklarım, hastalarım dcsem, toplamı 2000'i, 3000'i geçmez. Ama sayıya bakarsanız büyük. Demck ki kısa mctinleri okumakıan ve eğlenmektcn zcvk alan, okuduğu zaman gülen, güldüğü şcyi hafızasına kaydeden ve başkasına anlatarak zevk alan bir insan grubu var. îddia cdiyorum ki 100 sayfanın en azından 60'ını okuyan bu kıtapların içinden bir başkasına anlatacak bir şeyler bulur. Bu anlatı çok önemli. Gündüz okuduğumu şeyı akşam anlatıyorsanız, birisi soruyor "Sen bunu ncrcdc okudun" diye. îlgisinı çekıyorsa o da alıp okuyor. Pizzadan ucuz çünkü bu kitaplar. Kıtabm çok \atılmadtğt, yayıncıların çok şıkâyetçı olduiu bir döncmdc bu kadar basKi sayısı na utasmak gcrçekten büyük bir başarı Kesinlikle burda bir hilc yok. Samimiyetle şunu söylüyorum: ben rinanse etsem 1000 basarım habırc baskıyı çoğaltırım . Bunu Millıyet Yayınlan basıyor ve her delasında 3000 basıyor. Keşke 1000 bassa da 12. baskıya girseydi düşünüyorum bazen. Sırada yeni kitaplar var sanınm ? Evet var ve ikı türlü devam edecek. Şimdi çok mutluyum böyle bir soruya muhatap olduğum için. Büyük bir ihtimalle nisan ya da mayısta olgunlaşmış bir kıtabımız olacak. Kitabın adı "Keyfimin Sepeti". Bu ne demckr1 Ben keyif duyan bir insanım. Tanrıya şükrediyorum. Dostlarım var, hâlâ bana ıtibar cden hastalarım var. Ameliyat etug'im hastanın çocuğu ya da torunu bjna geliyor. Dcmck ki ben hâlâ mesleki ıtıbar taşıyorum. Ama mesleğımin ritminı azalttım. Bu arada keyif de çıkarıyorum. Keyihen bir scpct yaptım. Bu sepet bir hediyc sepeti. Bu scpcti misaiirlerime hcdiye ediyorum. Tıpkı bayram sekeri gibi. .Bunun içınde hep keyifli laflar olacak. Üzüntüden nefret ediyorum, üzüntüyü ıstcmiyorum. Çirkin şeylcri de almak istemiyorum. Onun için birinci kitabın başında dcdim ki "anılar bana aittir. Kötü şeylcri yazmayaeağırn, acı şeylcri yazmayacağım. Malı ben satıyorum, nc karışıyorsunuz?" gibi. Şimdi burada yeni bir kıtap doğacak, bu kitap benim özlemimın kitabı. "Bir Cerrahın Anıları"nın çok sevildiğıni farkettim. Onun paralelinde bir kitap olacak, ama bana göre daha öne çıkacak. Nedeni Semih Poroy gibi bir dostum var. Bana el uzattı ve benim anlatılarımı çizgiye döktü. Bcn birşeyler anlatıyorum Semih de onları şekıllendiriyor. Kitaplarda bir şey dikkatinizi çekmiştir. Düz satırların yanına hep resimler konmuştur. Ncden resırnleri koydumr' Bu resimler bclki beni konuk düşürccck resimler de olabilir. Genc koyuyorum, hiç umurumda dcgil. Okuyucuyu ilgilendirecek mahalli resimler olabilir, onları koyuyorum. Bir şey farkettim, bir insan kitabı açıp da silme yazı görünce neyi okuyacağını, neye bakacağını şaşırıp kalıyor. Ama içinde bir resim görürse evvela resmin altını, yanındakini okuyor. Demek ki bu ilgi çekici bir faktör. O halde resımlemek de güzel bir şey. Böylece kitaptaki konular yanındaki resimlerle yanyana bir anlatı biçimi oluşturuyor. Bunun adı "Keyfimin Sepeti". Ben bu kıtaptan keyif duyacağıma inanıyorum. Beni seven okuyucularım da onun sayfalarını karıştırırken keyif duyacak. • DUMHURİYET KİTAP SAYI 320 anımsamanıak olur mu? Irgat serbest koşuklu bir şiir olarak nitclcndirdi$i Kral Oedipus'u, daha sonra da Teorema'yı ir deliyor. Okumayı sürdürüyoruz ve onun polemikçi ve sert bulduğu için yayımlanmayan "(Rüzgârda) Yiiksek Bir Köprüden Akarsuya Tükürmek" adlı yazısına ulaşıyoruz. Kitabın yayımlanmış olmasından dolayı duyduğumuz sevinç yok oluyor. Neden tanışmadık? Neden oturup konuşmadık? Sana katılıyoruz. Sinema üzerine yazan birinin kendi bildiöi yoldan gitmeye (ama doğru ama yanlış) hakkı vardır. Okuyucunun beklentüeri kuşkusuz çok önemlidir, ama "güncel'Mn anlamı görecedir. "...Sözgelimi, 'sinemanın icauı' gibi bir konu da, zamanına ve yerine göre pekâlâ güncel olabilir, diye düşünüyoruz" (s.55). Biz de öylc düşünüyoruz Mustafa Irgat. Bizim gibi düşünenlerin sayısı az degil. Ne yazık ki kuramsal yazıların, yabancı yönetmenler üzerine yapılan araştırmaların, sonunda, dönüp dolaşıp kendi sinemamıza katkı getirebilcceğinc inananların sayısı az. Polanski'den yaptığın alıntı pek çok şeyi açıklı yor: Polanski'ye, Wajda'da en çok neyi scvcrsiniz diye soruyorlar. "Sinemayı sevmesini severim" diye yanıt veriyor Polanski. Irgat'ın "Türk sinemasını scvmcsini" scvmcmck olanaksız. Her yazısında kısa ya da uzun sinemamızın sorunlarına de^iniyor. "Çağdaş Sinemadaki Rcnk Sorunu Üzerine" adlı yazısında renk sorununu şöyle dile getiriyor: "196070 arasında, siyahbeyaz'da yeni bir dilyetisinin yolları el yordamıyla aranırken ve bu çeşit film kullanma türünde Türk filmciliği belki de bir doğum yapmak üzereyken, renkli filmin, o dönemde kapitaüzm öncesini yaşayan bu kıçıkırık pazara sokuşturulması sonucu, ne siyahbeyaz filmler istenen kaliteye (düzeyc) ulaşabildi, ne de renkli filmler. Böylece, her iki film çeşidi de düşük dogdular" (s. 61). Irgat, altı yedi film dışında, Türk sinemasının, teknik açıdan bile çözümleyemediği bir veriyi, sinematogratik bir üsluba bir dilsel öğeye dönüştüremediğini vurguluyor. Türk sineması güzel, renkli görüntüler üretiyor. (Irgat, Düşman, Duvar, Anayurt Oteli, Ayna gibi filmleri bir kenara ayırıyor.) Oysa çağdaş sinemacılar "güzel görüntüleri" ortadan kaldırmak istiyorlar. Filmleri "renklendiriyoruz" ama filmin dilyetisini yaratmada onlara bir görev vermiyoruz. Onları anlam öğesi olarak kullanmıyoruz. Irgat Antonioni, JeanLuc Godard, Agncs Varda gibi yönetmenleun renk kullanımlarını irdeliyor. Mutlulugun filmi siyahbcyaz olamazdı. Kızıl Çöl'ü (1964) renklerin anlamlarını düşünmeden anlayabilir misiniz? Fellini Ruhların Giulietta'sının (1965) imgeleminde renkli olarak doğdugunu vurguluyordu. Irgat burada bir ayraç açıyor. Türk sineması, aynı yıllarda, yeni bir nitelik aşamasına geçmenin sancılarını yaşıyordu: Acı Hayat (1963), Susuz Yaz (1963), Üç Tekerlekli Bisiklet (1965), Keşanlı Ali Destanı (1965), Haremde Dört Kadm (1965), Ben Öldükçe Yaşarım (1965), Son Kuşlar (1965). Antonioni, Fellini, Demy ya da Varda gibi yönetmenlerin rcnkte öncelikle aradıkları bizim gündelik dünyamızdan farklı, bir başka dünyaydı: Gizcmli, göz önünden bir türlü gitmcycn nevrotik, iç karartıcı, sancılı, düşsel. Oysa bilindi^i üzre, nesnel gerçeklik zaten renkli olarak var olmaktadır. Demek ki sinemada rcnklcndirilmiş, bir dünyanın yaratılması, öznel bir anlamın aracı oluyor. Ve bu tarz bir yaratım, dış vizyonu, iç anlatımın (ifadenin) gereklerine göre yönlendiriyor. Böylesine açıkça ortada bir çelişkinin nedenini, estetik algılamanın karşısına dikilcn giinlük algılamada aramalı (s. 6566). Irgat sözlerini kendisi gibi şair olan birinin (Walt Whitman'nın) mısraları ile bitiriyor: Biçimler, renkler, yoğunluklar, kokular.../ Bunların bcndeki ltarşılıkları nedir? • Duhuldeki Deney / Mustafa Irgat / Yapı Kredt Yayınlan / 67 s. SAYFA 9 Okuyucunun beklentilerl Son: Son yok... Duhuldeki Deney'in ilk yazısı Arthur Penn ya cîa Kaçaklar üzerine. Irgat sinema üzerine yazan sıradan bir eleştirmen değil, şair. Sinema üzerine yazan şair olunca yazıların Dİçemi ve biçimi okuyucuyu şaşırtabiliyor. Sanıyoruz şaşırtabildiği için de yazılar, yazarın ölümünden sonra özenli bir baskı ve kapak düzeni ile yaşamlarını sürdürüyorlar. SEÇİL BÜKER ustafa Irgat'ın Kaçaklar'ın sonu ile ilgili yorumu: "Son: Son yok; Bubber'in öldürülmesi, Calder'in llarrison'u tcrk etmesi, Jake'in ölümii, tanıtma yazılarının çıkması ya da pcrdenın kapanması, sinema salonunun boşalması, son demck dcğildir; çünkü tragedya, tragcdya ile aşılmıştır; çünkü bütün nicelıkler tek bir niteligc donüş müştür: Seyirci onlar kendilcri bulacaktır sonu" (s. 10). Şairin, yazarın ölmesi, sinemasevcrin ölmesi acı veriypr, ama Yapı Kredi Yayınları'nın Fikret Ürgüp'ü Mustafa Irgat'ı yazdıklarıyla yaşatması acı ile sevinci aynı an'da duyumsamamıza yol açıyor. Onlarla ansızın bir kitapçının raflarında kar^ılaşıvermek çok hoş. "Sonuç: Arthur Penn, yeni Amcrikan sincmasının öncülerindcn biridir. (Öncü: zamanını aşan, gclcccöin sanatı durumunda olan, alışılmı^ın uışına çıkarak yeniden bir özellik getircn kimse)" (s. 11). Keşke öncülcrimizi erken yitirmesek. îkinci yazı Le Samurai (Kiralık Katil) üzerine. Daha doğrusu sinemanın doğası üzerine. lean Luc Godard'dan, Bresson'dan alıntılar ve Mustafa Irgat'ın kendi düşünceleri var bu bölümde: "Sav: Gerekli plan de^işiminin filmde Düzgün, Uzun ve Yavaş bir deyiş biçimi vardır. Karşısav: üyuncunun bedeninin ve duygusal sürekliligin filmde Düzgün, Uzun ve Yavaş bir hareket yöntemi vardır. Bileşim: Hlmin Yönetim Biçimi düzgün, uzun ve yavaştır. Sonuç: Gerekli plan değişiminin oyuncunun vc duygusal sürekIiliği ile uzlaşması Melville'in filmine diyalektik bir içdevinim verir" (s. 14). Mustafa Irgat'ın kurgu tanımı: Kurgu. Araç: Bir sonuca varmaya yarayan jey. Amaç: Ulaşıacak yer (s. 14). Irgat'ın yazılarının kurgusu öylesine dcğişik ki bu kurguyu bctimlemek olanaksız. En iyisi yalnızca içenkten söz etmek. Yazır yıllar sonra yeniden Umut'u izliyor. Onu, sıradan bir filmin cilalı diyaloglarını taşımadıgı, izleyiciyi perdeye girmesi için yalvarırcasına çaörıda bulunmadıfiı için övüyor. Onun film kuramındaki nistorie, üiscurs kavramlarını (bu tcrimleri kullanmasa da) çogul okuma sorunsalını, kendi duyarlılığı ve anlatım tarzı ile Umut filmi bağlamında ne denli ayrıntılı ve özenli tartıstıgına tanık >.»luyoruz. Irgat Umut'un eruemlerini sıraladıktan sonra onu sinema tarihi içinde degerlendiriyor vc filmin hızını Hudutların Kantınu'ndan aldı^ını vurguluyor. Duhuldeki Deney'in konusu ise Paris'tc Son tango. Irgat'ın i!k okuma denemesi Freud'a dayanıyor: "Genç kadınsa, elınde babasının tabancası (yani, ona babasından yadigâr "bir erkeklik organı simge"yle), nesne libido'sunu (babasının yerine Koyduğu adamı) öldürıncnin şaşkınhğı içinde, "aptallaşmış", narsist libidosu büyük bir depo gibi delinmiş, sayıklayarak, kendini adamla ilişkilerinin başladığı noktaya, hatta belki daha da gcrilere (cocukluğuna) "aktarmaya" çaJışır (demek ki, "ikili bir gerileme' söz konusudur filmin bitiminde)" (s. 32). Îkinci okumayı okuyucuya sürpriz olarak saklayalım. • Mustafa Irgat'ın "Duhuldeki Deney"i t M Pasolmı sinemasına bakıs, denemelerinin ikincisinde Accattone (Dilenci) vc Mamma Roma'yı çözümler. Yazıya noktayı Pasolini ile koyar. "Olümle birlikte hayatımızda yıldırım hızıyla bir kurgu (montaj) gcrçekle^ir. Hayat ancak bir kez sona erınce anlam kazanır; o ana kadar bir anlamı yoktur; anlamı muallaktır vc bu ncdcnlc de müphemdir..." Irgat yerinin sınırlı olduğundan yakınır, ama yine de Pasolini ve onun dayandığı Roman Jakobson vc Roland Barthes aracılığı ile sinema dilindeki eğretileme ve düzdeğişmccc sorunlarına dcginir. Pasolini üzerine yazdığı üçüncü denemesinde ise Pasolini'nin Yeni Gerçekçi'lerden farkını, yine yönetmenin kendisine dayanarak anlatır. Okuyucuyu çok önemli bir sorunu düşünmeyc zorlar. Eşlemeli çcvirim (görüntü ile sesin aynı zamanda saptanması) çağdaş sinemanın vazgeçilemez bir gereği mi? Pasolini'den söz ederken şiiri Pasollni sinemasına bakış
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle