Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Charles Bukoıoskifarklı bir dünya sunuyor bizlere... Hınzır bir yazarın öyküleri Bir kaleydoskopu andırırcasına, çeşitli izlenimler sunan, çeşitli çözümlemelere kapı açan, renkli bir yazar Charles Bukowski. Kullandığı dilin akışkanlığı da eklenince, bu muhteşem serserinin güldürürken acıtan anlatılarını bir kez okumaya başladlnız mı, hiç yolu yok, sonuna değin okuyorsunuz. Okumak için hangi kitapları mı var Türkçe'de? Kasabanın En Güzel Kızı, Büyük Zen Düğünü, Hollywood, Postane ve Bukowski Kitabı, yazarın dilimize aktarılmış kitapları. NESRİN KASAP C harles Bukowski'yle ilk tanışmam, senaryosunu yazdığı Barfly adlı fılmi saymazsak, gene Metis yayınlan arasında yer alan Kasabanın En Güzel Kızı (1992) başlıklı öykü derlemesiyle olmuştu. Donanımsız ve önyargısız, kitaba admı veren ilk öyküyü okumaya koyulduğumda, daha birkaç sayfa okur okumaz, "hınzır" bir yazarla karşı karşıya olduğumu sezmeye başlamıştım. Okurunu sarsmaktan zevk alıyordu sanki Bukowski. Neredeyse birkaç paragrafla, sizi dosdoğru serserilerin, ayyaşların, fahişelerin, psikopatların ortasına çekıveriyordu. Daha ne olduğunuanlamadan, içki kokuları arasında, türlü çeşit sadomazohist ilişkiyi, saçma (absurd) olayı izlemeye başhyordunuz. Hemen her öyküye sinmiş bir leitmotiPti içki. Elinden düşürmediği birasıyla boyuna kafa çeken maço bir anlatıcıyazar, toplumun kıyısında sürdürdüğü yaşamı ve yergilerle, sövgülerle dolu sanrılarıyla, insanlara rahatlık ve güven veren toplumsal uzlaşımlaraadamakıllısaldmyordu.tçindeyaB şadığı topluma uzaklığını açıkça belirtiyordu da:".. .Onlardan biri olmadığım gerçeğini çoktan kabullenmiştim." (s.49) Yaşama yölik bu pervasızlığını, kullandığı dolambaçsız, yalın, kimileyin savruk dille de pekiştiriyordu. Gelgelelim, tek boyutu bu değildi Bukowski'nin. Geride derin bir bilgeliğin yanı sıra incelikli bir duygululuğun varlığını da sezmemek olanaksızdı. Sık sık kadınları "düzmek"ten ve de onlar tarafından "düzelmek"ten söz eden bu entellektüel maço, "...kumlara uzanıp... sarılıp uyuduk bir süre. Sevişmekten bile güzeldi bu sanki. Gerilimsiz bir beraber akış", (s.19) diyebiliyordu. Küstahça bir tavırla yarattığı katı atmosferi yer yer yumuşatmaK istiyordusanki. Ayrıca özgün ve güçlü imgelemiyle alabildiğine güldurücü olmayı da beceribüiyordu. Olağanüstü Dİr fantastik kurgu ürünü olan 15 cm başlıklı öyküde, karısının sadistçe onu rejim yapmaya zorlayıp iyice küçülttükten sonra bir cinsel oyuncak gibi kullanmasını ve bunu nüfus patlamasına bir çözüm olsun diye yaptığını savlamasını okurken gülmemek elde değildi. Kısacası, Kasabanın En Güzel Kızı, şaşırtmış, kızdırmış, güldürmüş, düşündürmüş ve geride bir iz bırakmıştı. Yazarın Büyük Zen Düğünüadıı ikinci öykü derlemesini okumaya başladığımda, artık bir parça hazırlıkfıyım, ilki kadar sarsamaz beni derken, bir de baktım, Bukowski gene kucağında, bebeğini tutan bir annenin sevecenliğiyle tuttuğu içki §i şesi, "Insanlar iğrendirmiştir benı nep," (s.20) diyor bu kez; bir düğün töreninde biraraya gelmiş zengin kişileri "Bu yüzyılın en büyük katil ve tüccarlarr(s.lO), Kafka, Dos, Turgenev, Gogol gibi yazarların konu alındığı söyleşiyi "Kabız konuşmalar, can sıkıcı" (s.12), kendisini de "güvenilmez, umursamaz, saldırgan, yarıgeri" olarak tanımlıyor; ni kahı kıyan Zen Üstadı'nın küçücük kulaklarını çok beğenip "kulaklannı vereceksin bana", diye adamın üstüne çullanıyor ve iyi bir dayak yiyor! Gelinle damada da armağan olarak küçük bir tabut verdiyor! Evet, bu öykülerde de, özyaşamöyküsüyle kurmacayı iç içe geçirerek bir "yeraltı" dünyasındaki yaşamdan çarpıcı kesitler aktarıyor Bukowski. Bunu yaparken, sürekli yaşamla ölüm arasındaki incecik bir ip üzerinde gidip geldiğini seziyorsunuz. Bir "sosyal felaket" olarak, barlar, genelevler, hapishaneler, oteller, nastaneler arasında dolaşırken, zaman zaman intiharm, zaman zaman da deliliğin sınırına yaklaştığını görüyorsunuz. Her şeyi en uç noktasına değin duyumsamakta ve yaşamaktadır çünkü Bukowski. içki içmedeki dipsomania gibi her şeyi sonuna değin vaşamakta, umursamazca her şeyi dıpîemektedir. Uımlı, ölçülü hiçbir şey bulamıyorsunuz Bukowski'de. Bu olgunun temelinde yatan şey, çocukken sadistçe onu döven babasının açtığı yara mı acaba? "Anımsadığım şeylerden biri, korkakça, acımasız ve zorba biri olan babamın, banyoda beni uzun, deribir kayış ile dövmesidir." (s.148) Yoksa, yedidolarını almak için bir ayyaşın başını taşla ezen hırsızların, kendilerine havlıyor dive bir köpeğin karnını bıçakla deşen iki arkadaşının, kendilerine hakaret eden iki adamı bıçak ve tabancayla öldüren fahişelerin yarattığı şiddet ortamı mı? Yaşamı bir delilık olarak görmesi mi yoksa? "Ne delilik değildir ki? Yaşam delilik değil mi? Kurulmuş oyuncaklar gibiyiz... Birkaç kez kuruluyoruz, bitince güle güle." (s.46) Ya da, bir türlü tam olarak çözümleyemediği, çözümleyemediği için de boyunca cinsel yönden saldırdığı kadınlann yırtıcılığı, "Amazon"luğu mu? Belki de hepsi. Kesin olan bir şey varsa, o da yaşama ne denli alaycı ve sakınmasız baksa da, yüreğinde derin, romantik bir hüzün olması. Bütün aldırmazlığına karşın, bir ölüm haberi aldığında ya da kendisini boğmaya çahştığını sanrılayıp bıçakla parçalauığı battaniyenin bir zamanlar onu seven bir kadın olabileceğini düşünüp bıçağın kenarında birkan izi gördüğünde gözyaşı döküyor. Ama her şeye karşın, öyle ya da böyle, dünyaya tutunma çabası içinde olduğu da apaçık Bukovvski'nin. "Kitlelerin hakkında ne düşündüğü konusunda çok az bir hassasiyeti" olduğunu, "her şeyi sıkıcı" bulduğunu, dünyayı sevmediğini söylese de, "her yerde bu dünyaya tutunmaya" çalıştığını kabul ediyor çünkü. Ve ilkbahann, çiçeklerin varlığını da aynmsıyor. Gerçekten de, bir kaleydoskopu andırırcasına, çeşitli izlenimler sunan, çeşitli çözümlemelere kapı açan, renkli bir yazar Charles Bukowski. Kullandığı dilin akışkanlığı da eklenince, bu muhteşem serserinin güldürürken acıtan anlatılarını bir kez okumaya başladınız mı, hiç yolu yok, sonuna değin okuyorsunuz. Kasabanın En Güzel Kızı'ndaki sunu yazısında kendisini şöyle anlatıyor Bukowski: "Andemach, Almanya doğumluyum. Babam işgal orduCU M H U R İ YET K İ T A P SAYI 2 0 6 SAYFA