Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gözlerdeki tutku Ünlüfılm yıldızı Simone Signoret'nin yeni bir yaşamöyküsü yayımlandı Gazeteci yazar Catherine David'in "Simone Signoret, ou la Memoire Partagee" (Simone Signoret, ya da Paylaşılan Anı) adlı kitabı geçen ay Fransa'da yayımlandı. Kitapta ünlü aktristin sinema dışındaki yaşantısının önündeki giz perdesi kaldırılıyor. ÇEV/HEA/.EKNVÜCfSAN ç noktalarda gezinen bir duygular yumağı: Entrikalar, acılar, ani değişiklikler. Hani filmlerdeki gibisinden. Hatta daha bile fazlası belki. Tek bir farkla: Onda hareketler daha sessiz, daha onurluca, bir şiir gibi güzel yaşandı. Her şey kendi yalnızlığının labirentlerinde oldu bitti. Bir de o insanın belleğine kazınan türden yüzünde. Güzel miydi o sizce? Mutlaka öyleydi. Ama fark edilmesi güç güzelliklerdendi, hele ki beyazperdenin standartlarına bakılacak olursa.. Çünkü o perdeden gelip geçen yüzler, genellikle aynı çizgileri taşırlardı. Oysa Simone Signoret biricikti. O kendine özgü, insana güven sağlayan yüzü, o anaç tonlu, ama aynı anda sokmaya hazır yılan kısıklığındaki sesi ile. Ve o gözleri, o acıyı ve nostaljiyi yansıtmadan edemeyen, duru mavi gözleri ile... İşte böyleydi Simone Kaminker, 1921'de Wiesbadern de doğan, hem Yahudi hem Alman hem de Fransız olan o kadın. Her şeyin üstünde bir aktristti o, bir sinema anıtıydı. Catherine David'in "Simone Signoret, ou La Memoire Partagee" adındaki 309 sayfahk bu son kitabı bir süre önce Fransa'da Robert Laffont Yayınevi tarafından okurlara sunuldu. Gazeteci ve yazar olan C. David'in yaşamöyküsünü anlatan bu kitabından biz de sizler için alıntılar yaptık. Dedikodu peşinde olanların fazla bir şey bulamayacakları bu kitapta Fransız aktristlerinden birinin sinema dışındaki yaşantısının önündeki giz perdesi kaldırılıyor. Casque d'Or aldığı o ışıltılı yıllardan sonra, Madame Rosa'lı trajik yıllar.. Yves Montand ile yaşanan o ölümsüz aşk... Paris ve Cafe Floreun yaşantısındaki yeri... Ve son yıllarda Simone Signoret'nin aktristlikten yazarlığa geçişi. Onun yaşantısı söz konusu edilince aslında tüm bir kuşağın öyküsü ele alınmış oluyor. Kansere, görmeyen gözlere rağmen yaşamaya ve yazmaya devam eden bu kadınla Catherine David 1985 yılının mart ayında buluştu. Simone zayıflamıştı, ama yaşam coşkusu onu terk etmemişti. Kaderini yaşayıp bitirmiş bir kadın hali vardı üstünde Simone gene de bir aktristten ve bir yazardan daha da başka bir şeydi. O bu yüzyılın anılarından biriydi, kitabın adının da çağrıştırdığı gibi, ortak bir anımızdı, hepimizin. "1940 ve 1942 yılları arasında bir fahişe olmam işten bile değildi, her türlü koşul uygundu: Güzeldim, yoksuldum, yarıYahudiyim, ailemin geçimi benim üstümdeydi ve Nouveaux Temps denen o yerde çahşıyordum..." 1941 yılının martında bir akşam, Cafe de Flore'ü mekân tutmuş Saint Germain de Pres'li entelektüeller asi ve İsviçreli bir mirasyedi olan Claude Jaeger'in yanında kahveye giren bu genç kızı görünce herhalde donup kalmış olmalılar.. O gece birlikte bir tiS A Y F A 22 U Simone Signoret, Casgue d'OrfilmindeSerge Reggiani ile birlikte yatroya gitmişlerdi, oğlanın pek ciddi bakışları vardı, kız da o dönemlerde gerçekleri tam olarak farkedememiş biri olarak ona deli gibi güven duymuştu. Tanımadığı o gence hakkındaki her şeyi anlatmıştı: Babasının Yahudi olup, Londra'ya göç ettiğini, işini, bu büyük kentteki yalnızlığını... Simone Signoret, tanıştığı pek çok kişiye, yüreğini açıveren, insanlara güveniveren bir kızdı. Claude Jaeger ise FTP (Front Tirues Partisans) adındaki direniş örgütünün önderlerinden. O sıralar ise başkentte, miras kalan varsılhğını eritmekle ilgiliydi. Simone'nun Cafe de Flore'da rahat edeceğini düşünmüştü: Ne de olsa burası birinci büyük savaştan sonra Paris entelektüellcrinin mekânı idi. Haklı da çıkmıştı. Hemen herkes oradaydı işte: Kendini beğenmişler ve bilim adamları, birlikte olmaktan hoşnut insanlar, o soğuk dönemi birbirine yaslanarak ısıtmaya çalışanlar.. Sartre'ı daha önceden tanıyordu, Prevert kardeşlerle de babasının Damour'daki evinde bir kez şöyle bir karşılaşmıştı, ama burada ayrıca Giacometti, Picasso, Soutine de vardı. Yazarlar, yönetmenler, ressamlar, gerçeküstücüler, marjinaller, gezginl«£... Metrekare başına müthiş yoğunlukta deha düşüyordu ve bu ışıltılı gözlü, dişi aslanın bu canavarlann arasına girişi, ah keşke filme alınabilseydi.. Sahneye yeni biri adım atıyordu. O anlamlı yüzleri, o çılgın giysileri, elinde kalem masaya eğilmiş o adamları görüp, o mırıltıyı işitince, Simone Kaminker, yaşamının en büyük sevinçlerinden birini yaşadı. Çağdaş kültürün büyülü dünyasına giriyordu işte. "Benim kendi çevremde meşru bir kader, ortaklaşa paylaşılan bir t u t k u idi. "Herkes aktör olmak istiyordu, ama b u n u kimse dile getiremiyordu, hani güzel, varsıl olmak, sevilmek istiyorum demek gibi bir şey geliyordu herkese: Hepimizin hayalini kurduğu, ama gizli kalması gereken bir düş gibiydi." Flore kahvesindekı arkadaşları ise, böyle çocukça utangaçlıklara sahip değildiler. Aktör olmak isteyen bunu uluorta söylüyordu. Film yönetmek isteyenler, ilerideki başyapıtını yüksek sesle, öylesine ortada anlatıp düş kuruyordu. Simone içinse, bu açılan yeni bir pencereydi. Sinema artık onun için de Cinemonde Dergisi'nin kapağında sergilenen o eğlence endüstrisi olmaktan çıkmıştı. Gerçek bir sanat dalı, saygın bir kültür olayı idi... "Çok zayıfsınız, gerçekten çok zayıP' derken Belçikalı gazeteci başını.sallayarak, gerçeği minik Signoret'e acıtmadan söylemeye çalışıyordu aslında. Kızın gözleri umut doluydu. Ama arada birinin kurban edilmesi de gerekliydi. Brüksel'de on iki eleştirmen Jacques Beckerin yeni filmi olan Casque d ' O r ' u n ilk gösterımine Jıatılmışlardı. Hepsi birden esnemekten başka bir şey yapmamıştı. Gerçek bir fiyaskoydu film. Ama eleştirmen olmak da kolay değildi. Becker'in bu filmi ilk gösteriminde sadece dört gün oynatılabildi. Brüksel'den sonra şansını Paris'te deneyen film, burada daha da beter karşılandı, bu, yönetmeni daha da üzdü. Eleştirmenler, dıyalogları bayağı, konuyu yoksul, giysileri ilkel bulmuşlardı. Simone Signoret, bu film için erken doğmuş bebeklere gösterilen türden bir özenle hazırlanmıştı. Casque d'Or, sinema tarihinde bir esrar perdesiydi. Bunu anlatmak çok güçtü, bir başyapıt ne zaman çağdaşları tarafından anlaşılabilmişti ki? Bugün bizlere olağanüstü gelen bunca şeyi, nasıl algjlayamamışlardı ki? D CUMHURİYET K İ T A P SAYI 34