Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Moravia, Alman subayın genç kartsının ardından Berlin'e gitmişti 1933 ilkbaharı. Alberto Moravia, İtalya'nın Sorrente kentinde tatildedir. Bu küçük kıyı kentinde genç bir Alman kadınıyla tanışır. Bir Alman subayın karısı olan Trude'yle aralarında platonik bir ilişki doğar. Moravia ilişkinin platonikliğinden biraz burulmuştur. Ama Trude tam Sorrente'den aynlırken "Berlin'e gelirseniz görüşürüz" der Moravia'ya. Moravia birkaç gün sonra Berlin'dedir. Hikâyenin bundan sonrasını Moravia'dan dinleyelim. Alain Elkann'ın kaleme aldığı "Moravia'nın Yaşamı"nda Alberto Moravia anlatıyor. Aşk ve Führer [ I Yolculuk Almanlarla dolu bir tren kompartımanında, tahta bir sıranın üzerinde saatler sürmüştü. Sürekli uyuduğumu, arada bir uyandığımı, gece olduğunu görünce yeniden uykuya daldığımı anımsıyorum. Bir seferinde uyandığımda öteki yolcularla sohbete girdim. Bir.ara beni Yahudi sorunu konusunda soru yağmuruna tuttular. İtalyanların bu konuda ne düşündüklerini öğrenmek istiyorlardı. Kuru bir sesle Mussolini'nin Madam Sarfatti adlı Yahudi bir metresi olduğunu söyledikten sonra yeniden uykuya daldım. Yorucu ve rahatsız yolculuktan sonra Berlin'e vardık. Şehri hiç bilmediğim için garın yanındaki Hauptbahnhof Oteli'nde bir oda tuttum. Yolculuktan bitap düşmüştüm, ama otelde garip birtakım işler döndüğünü sezemeyecek kadar değil. Her yerde, otelin girişinde, koridorlarda, merdivenlerde kahverengi Nazi üniformalı subaylar vardı. Bunlar bir içeri bir dışarı koşuşturuyor, arada bir de birbirlerine Nazi selamı vermek için duruyorlardı. Sayıları o kadar çoktu ve öylesine meşguldüler ki otelin içi bir karınca yuvasına dönmüştü. Sonunda Berlin'de bir Nazi Kongresi olduğunu, kongre boyunca partinin otele el koyduğunu anladım. Vakit epeyce geç olmuştu. Odama yiyecek soğuk bir şeyler getirttim, sonra da kendimi yatağa atıp yanımdaki tek kitabı, Leopardi'nin şiirleri ve "Küçük Ahlaki EserlerT'ni okumaya koyuldum. Nedenini kestiremiyordum, ama bu okuduğum tarihi umutsuzlukları, yaptığım yolculuğun umut 1966 Mart'ı (önde). Alberto Moravia, Toto, Pier Paolo Pasolini. Franco Franchie (elinde bardak olan), gıtanst Calıse'yi dinleyen bir grup gençle. suzluğuyla bağda$tırıyordum bir anlamda. Okumaya daha yeni başlamıştım ki soyunmadan uyuyakalmışım. Epey sonra uyandım, soyundum, yeniden uykuya daldım. Ertesi gün Trude'ye telefon ettim. Sesimi duyunca çok şaşırdı, ama bana o gün öğleden sonra otelin barında randevu verdi. Ben de hemen Berlin'de kalma hazırlıklarına giriştim. Hemen tanıdık bir İtalyan gazeteciye telefon ederek öğle yemeğinde buluşmak üzere sözleştim. Daha sonra bir emlak komisyoncusuna giderek möbleli oda kiraya veren birkaç yerin adresini aldım. O işi de bitirdikten sonra yaklaşık bir saat dolaştım. Yemek saati gazeteci arkadaşımla buluştuk. Ondan Almanya'da son günlerdeki gelişmelerle ilgilı bılgiler aldım. Ülkede bir ihtilal havası hâkimdi. Naziler iktidarı ele geçirmek için bütün hazırlıklan tamamlamışlardı. Güngeçmiyordu ki Yahudilere saldırılar düzenlenmesin. Örneğin bir İtalyan gazeteciyi Yahudi sanmışlar, adamı hastanelik edene kadar dövmüşlerdi. Bunlar çok kötü haberlerdi, ama Trude'nin aşkıyla yanıp tutuşuyordum. Hiçbir şey umurumda değildi. Berlin'de mümkün olduğunca uzun kalmak, Trude'yi her gün görmek istıyordum. Yemekten sonra bir oda bakmaya gittim. II. Guillaume stili cephesı olan eski bir binanın üçüncü katındaydı oda. Saçları kökünden kazınmış, sarışın, uzun boylu, zayıf bir genç açtı kapıyı. Bir eliyle koca bir Alman çoban köpeğınin kayısını sıkı sıkı tutuyordu. Oda kocaman masif tahta möbİelerle doluydu. İnsanın içini karartıyordu. Çocuğa odayı uygun bulduğumu, tutacağımı söyleyince bana hem odanın hem de dış kapının anahtarlarını verdi, sonra da eşyamı hemen odaya taşımamı söyledi. Otele döndüm, daha açmaya fırsat bulamadığım bavulumu alıp apartmana geldim. Orada Trude'ye telefon ederek kendime bir oda tuttuğumu, odada buluşmamızı önerdim. Onunla bir an önce yalnız kalmak, sevişmek için sabırsızlanıyordum. Trude yine şaşırmış gibiydi. Ama benimle odamda bulujmayı kabul ettı. Sesı bıraz ısteksiz çıkıyordu. Heyecanla bekliyordum. Acaba Trude bu eski ve karanlık apartmanı nasıl bulacaktı? Beğenmezse kendime başka bir yer aramakta kararlıydım. Geldiğinde buluşma saatini epeyce geçirmişti, üstelik yalnız da değildi. Yanında erkek kardeşi vardı. Sırtında şehir giysileri vardı. Bu gıysiler içinde onu ilk kez görüyordum. Çünkü Sorrente'de onu tanıdığımda hep yazlık elbiseler giyerdi. Güzel yüzü hüzünlü, solgun, âdeta uykusuzdu. Yine de hiç değişmemisti. Erkek kardeşinin yanında bulunuşu bir anlamda bana hakaret anlamına da geliyordu. Sanki benden gelecek bir saldırıya karşı kendini korumak için yanında onu da getirmiştı. Almanya serüvenımın daha başlamadan bıttiğinı sezdım. Trude, salona bıle gırmek istemedı. Çabuk çabuk konuşuyor, beni bir dana göremeyeceğini, Sorrente hikâyesinin bittiğini anlatıyordu. Erkek kardeşi, ablasının omzunun gerisinden bana bakıyordu. Dimdik duruyordu ayakta. Kardeşinin sözlerini noktalamak istercesine bana Berlin'de uzun zaman kalıp kalmayacağımı sordu. Ona birkaç gün kalmaya niyetli olduğumu söyledim. Trude bana gittikçe artan, tatmin edilmemiş bir istekle bakıyordu. Birden ağustosta Roma'da olup olmayacağımı sordu. Belki yazın İtalya'ya gelebilirmiş. O dönemde Roma'da olup olmayacağımı hiç bilemediğimi söyledim. Bu sorunun söz verilip de yerine getirilmeyen buluşmalarla dolu bir oyunu uzatmayı amaçladığını anlıyordum. Biraz daha konujtuk, sonra CUMHURİYET KİTAP ÜAVI Xt Alberto Moravia'yı gtılerken hiç görmedik. S A Y FA 2 0