Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
DOĞAN KUBAN Kültür CBT 1451/9 Ocak 2015 5 BİZİM KÜLTÜRÜMÜZ DİLİMİZDİR, LAİKLİK BİLİMSEL DÜŞÜNCENİN EGEMENLİĞİDİR Entelektüel Paradigmalara Uyum ya da Kaos yaşantı kurma yetenekleri ve gelenekleri. Bu simbiosis 16. yüzyıl sonuna kadar başarılı olmuş, Osmanlı tarihinin sürekliliğini de sağlamıştır. Bu olgu insan toplumlarının ortak yaşama potansiyelinin olduğunun da kanıtıdır. Anneannem Midilli’li, annemin babası Ortaasyalı bir aileden Erzurumlu, babam Çerkez olan ben, İstanbullu bir Türküm. Bizim aileden herkes İstanbul’lu Türktü. Değişik dilli, dinli insanlar Türk diliyle belirli, fakat değişik kimlikler taşımışlar, aynı topraklarda 800 900 yıllık bir süreç içinde örtüşen ortamların ürünü olarak ortak davranışlar kazanmışlardır. Çerkezi, Giritli’yi, Bosnalıyı, Laz’ı, Gürcü’yü, Kürd’ü kökeninden dolayı dışlayan bir kültür Osmanlı çağında oluşmadı. Ben bunun İngiliz emperyalistlerin başlattığı bir emperyalist olgu olduğuna inanırım. Kaldı ki kimi cemaatler kendilerini Türk görmeseler bile dünya bizi hep Türk olarak bildi. Biz dünyanın bildiği kimlik altında varız. Bunu tartışmak anlamsızdır. doğal uzantısıdır. Göçerin güç gösterisinin bedeli, uygarlık tarihine Türk olarak bir şey katmamış olmamızdır. Bizim kültürümüz dilimizdir. Onunla ürettiğimiz bir şiirimiz var. Bunun Anadoludaki ilk kurucusu Yunus Emre’dir. Musiki yapmak savaştan daha zor ve yaratıcı. Bir bale koreografisi savaş taktiği saptamaktan daha karmaşık. Dans performansı silah atmaktan daha zor, daha çok disiplin istiyor. Atatürk bunu anlayabilen dahi bir devlet adamıydı. “Bulgarlar neden mi Çatalca’ya geldiler? Çünkü Sofya’da bir Opera var!” demişti Ç ağa ayak uyduramayan toplumların temel sorunu, çağdaş yaşam deneylerinin yüzeyselliği nedeniyle dünyanın geleceği ve potansiyelleri bağlamındaki cehaletlerinden kaynaklanıyor. Çağdaş yaşam yeni teknoloji satın almak, otomobil, televizyon, telefon satın almak, lüks yapı yapmak, dünyanın öbür insanları gibi yaşamaya özenmekle elde edilmiyor. Kent trafiğini kontrol edemeyen, kaldırım yapamayan, çöpünü temizleyemeyen, yılda ortalama bir kitap bile okumayan, sanatı ve felsefeyi dışlayan, okullara ortaçağ medrese programları dayatan, bilimi körleten, fakat nüfusu yüz milyona yaklaşmış toplumların yaşamaları zor, gelecekleri karanlık. Böyle toplumların kalabalıkları yollarda ve inşaatlarda verilen kurbanlara acımayı da unutuyorlar. Türk kültürünün entelektüel bir çekirdeğe gereksinimi var. Entelektüel çekirdek bilgi birikiminden varılacak bir düşünsel aydınlanmadır. İnsanlara daha bilinçli ve duyarlı olmayı öğretecektir. Batıdaki bilgi birikimi bu aydınlanma olanağını o toplumlara sağlıyor. Dünya entelektüelleri gelecek sorunlarının içeriğini toplumlarına anlatmak için mücadele veriyorlar. Bizde ise ilkel bir politik söz dalaşının yanında birleştirici bir söylem oluşmuyor. Türkiye gibi ortaçağ rozetli üyesi çok olan toplumlarda bu aydınlanma çabasına nereden başlamalı? Kanımca birleştirici bir aydınlanma olanağı sahip çıktığımız geçmişin doğru değerlendirilmesinden başlıyor. Bu gerçekleşmedikçe uydurma tarih üzerine bina edilen hayaller topluma kendinde olmayan güçler hayal ettiriyor. Gerçek Potansiyelini anlamasına olanak vermiyor. Ve yalana inanıyor. Karadeniz’de yakmadık. Fakat onlar Baltık Denizi’nden gelip ‘Çeşme’de Osmanlı donanmasını yaktılar. Biz Venedik’e bile gitmedik, fakat Venedik Donanması, 17. yüzyılda Çanakkale Boğazını kapattı. Kırım Tatarları Hanlığı yok olunca, bizim Ruslara karşı savunmamız kalmadı. Ruslar Doğu illerini 1917’ye kadar ellerinde tuttular. Biz Viyana’yı alamadık, ama Avrupalılar İstanbul’u işgal ettiler. Gönlümüze göre tarih yazamayız. Türk tarihini, Osmanlı dönemi dışında, yerleşmiş toplum tarihi olarak, ya da göçer tarihi olarak, imparatorluklar tarihi olarak, uygarlık tarihi olarak yazmak olanaksızdır. Fakat Türkçe konuşan halkların ve Türkçenin sürekli tarihini yazmak olasıdır. Bu sürekliliğin nedeni göçer Türklerin büyük alanlara yayılan egemenlik aşamalarıdır. Bu tarihin bugün için en önemli yanı, Türkçenin günümüze uzanan sürekliliğini sağlamış olmasıdır. Türk diyalektleri Avrasya’nın neredeyse 2500 km uzunluğundaki bir bölümünde Lingua Franca olarak kullanılmıştır. Bir çok devletin ulusal dili olarak da yaşamaktadır. Osmanlı Devletinin İstanbul Fethinden öncesi büyümesi de göçer Türk tarihinin devamıdır. Osmanlı bu uzun göçer tarihinde temellenir. Osmanlı İmparatorluk dönemi, Türk dilli göçerlerin kısa egemenlik tarihlerinden farklıdır. Fetheden ve devleti kuran halk Türktür. Osmanlı İmparatorluğu Bizans coğrafyasına oturur. Toplum Bizans halklarıyla bütünleşir. Uzun ömürlü karmaşık bir yapısı vardır. Göçer dönemiyle yapısal bütünlüğü yoktur. Osmanlı çağını anlamak yeni paradigmalar yaratmayı gerektirir. Osmanlı İmparatorluğu, var olan eski toplum yapısını yok etmeyip kullandığı için yaşamıştır. Fakat bunun da bedelini ödemiştir. 19. yüzyılda dine dayalı sistemlerin gücü azalınca Rus ve Osmanlı imparatorlukları çöktüler. Rus devrimi, Türk devrimi bu çöküşlerin sonucudur. Devletin laik oluşu da bu sonucun parçasıdır. Dinler de yok olmadılar. Laiklik, bilimsel düşüncesinin egemenliğidir. Türk devrimi İslam dünyasının tek gerçek sosyal devrimidir. Dil, harf , laik toplum devrimlerinin İslam tarihinde başka eşi yok. Biz onun için en çağdaş İslam toplumuyuz. Sevgili Okuyucular Bu yazıyı tarihi bir yorumla bitirmek istiyordum. Fakat daha aydınlatıcı bir kanıt buldum. Alman Devlet Balesi’nin Berlin’de verdiği Çaykovski’nin Fındıkkıran Balesini seyrettim. Osmanlı ordusunun Moskova’ya gidememesi, Rusların İstanbul’a dayanmalarının nedeni bu performansın doğasında saklıydı. Musiki yapmak savaştan daha zor ve yaratıcı. Bir bale koreografisi savaş taktiği saptamaktan daha karmaşık. Dans performansı silah atmaktan daha zor, daha çok disiplin istiyor. Atatürk bunu anlayabilen dahi bir devlet adamıydı. “Bulgarlar neden mi Çatalca’ya geldiler? Çünkü Sofya’da bir Opera var!” demişti. Bilime dayalı bir entelektüel düşünce topluma egemen olmadan, sanat ve musiki toplum yaşamında yerlerini almadıkça uygarlık dağın berisinde kalacak. Her gün patlayabilecek bir sosyal ve ekonomik patlamanın korkusu ile yaşayacağız. RUS VE OSMANLI NEDEN ÇÖKTÜ? TÜRKİSLAM SENTEZİ Batıyı fetheden Türkçe konuşan göçerlerin uzun ve kimliği saptanmış bir tarihi var. Bizim halk bunu masal olarak bile bilmiyor. Bu tarihin bir aşaması olan Osmanlı tarihini bir reklam konusu ve yanlış bir güç imgesi olarak kullanılıyor. 2000 yıllık bu süreci süreci günlük politikanın böbürlenme hastalığından kurtarmak entelektüel bir zorunluluk ve tarihe karşı bir saygı borcudur. Osmanlı tarihi halk için sultan, yeniçeri, harem imgeleriyle dolu fantastik zaferler dönemidir. Ne var ki Osmanlı ordusu Moskova kapılarına gitmedi. Ama Ruslar Bakırköy’e geldiler. Biz Rus donanmasını GÖÇER TÜRK’TEN EVRENSEL PARAMETRELERE İslam ve Türklüğün Osmanlı tarihini yönlendirecek temel çerçeveler olmasından hareket edince, kozmopolit Osmanlı toplumunun tarihini yazmak olanaksız hale gelmiştir. Osmanlı Doğuda ve Batıda İslam için kavga eden bir güç olarak takdim edilmiş, kendi yapısının gereği olan bir yorum yapılmamıştır. Türklük de devşirme askeri, devşirme bürokrasisi, esir haremi, Türk olmayan sultanlarıyla kendisi için çizilen kalıpla çelişmiştir. Oysa Osmanlı İmparatorluğu, var olan kalıplara giremeyecek kendine özgü bir politik yapıdır. Osmanlı tarihinin göçer geçmişiyle iki sürekliği var: Biri Türk Dili, ikincisi göçerlerin fethettikleri toplumlarla simbiyotik OSMANLI: KENDİNE ÖZGÜ POLİTİK YAPI Cumhuriyet döneminde ortaya çıkan toplum kültürünün niteliğine ilişkin en önemli kavram Türkİslam sentezidir. Allahın sözü insanın sözü ile eş olamayacağına göre, Kuran’ın emirleri, insanların tefsiri ile bir sentez oluşturmaz. İslam, Arap ya da Fars kültürü ile sentez anlamına gelebilir. Öte yandan Kuran’a bağlı farzlar dışında, Hintli’yi, Çinli’yi, Endonezyalı’yı, Afrikalı’yı ve Türk’ü birleştiren bir kültür olmadığını, antropoloji okuyan herkes bilir. Çinli, Hintli, Afrikalı, Hıristiyan oldukları zaman da Avrupa kültürünün parçası olmazlar. Ama Farabi ve İbni Sina’nın HellenFars, İbni Rüşt’ün YunanArap sentezinden söz edilebilir. Osmanlı Şiiri, ağırlığı Fars edebiyatı olan bir sentez olarak görülebilir. Fakat Osmanlı Divan şiirine halk sahip çıkamazdı. Çünkü anlamıyordu. Türkler çeviri yaptılar, ithal ettiler. Özgün kültür üretmediler. Bu, göçer tarihinin Tayfun Akgül