Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Felsefe Tarih CBT 1451/9 Ocak 2015 3 Hediyeden rüşvete: Bir tarih anımsatması Salih Özbaran emekli tarih profesörü, salihozbaran@hotmail.com “Hedâyâ (hediyeler) deyu aşikâre kapudan kapuya virilür ve alınur olmuştur” (Kitâbı Müstetâb, 17. yüzyıl). “Hediye”, daha güzel bir Türkçe sözcükle dile getirirsem “armağan”; masum, hoş, sevindirici izlenimler bırakır genelde; ama yarattığı rahatsızlıklar hiç de az değildir; “rüşvet”e dönüştüğünde ise iş çığırından çıkar. Günümüzde dillerden düşmeyen bu sözcükler bağlamında, 31 Aralık 2010 tarihinde Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisinde hata sonucu imzasız olarak çıkan bir yazımın içeriğini tazelemek, biraz genişletmek, bu illetin geçmişinde biraz daha gezinmek istiyorum. Son zamanlarda dile getirilen ulusal ve uluslararası boyutlardaki rüşvet olayları, yolsuzluklar değil değineceklerim; onlar iddia sahipleriyle suçlananlar arasında duran savcı, avukat ve yargıç üçgeninde çalışan yargının sonuçlandıracağı şeyler (ne denli sonuçlandırılırsa!); inanılması güç, üzüntü verici, şaşkınlık yaratan iddialar. bir hal alır”. Ahmet Mumcu belgelerle donattığı ve çok sağlam bir referans çalışması olduğunu düşündüğüm o kitabını sonuçlandırırken rüşvetin açtığı yaralara ilişkin şunları vurgulama gereği de duymuş: “Rüşvetin Osmanlı toplumunun bünyesinde yaptığı tahripler şüphesiz son derece derindir. Rüşvet ve ona bağlı ya da onunla birlikte zincirleme bir şekilde işlenen diğer suçlar devletin yönetim ve yargı örgütlerinin çökmesinde çok önemli roller oynamıştır. Yönetici ve yargıçların yaptıkları devamlı zulüm halkı perişan etmiştir”. BİLİMİN EN ÇOK TARTIŞILAN 13 TEMEL KAVRAMI Çok sayıda boyutu zihnimizde nasıl canlandıracağız? 1 KAVRAM: ÇOK BOYUTLULUK DOĞRUCU TANIKLAR Gündelik çıkarları için yakınlarını sevindirme yoluna gidenlerin, cennet vaat edenlerin, stratejik üstünlük ve dünya egemenliği için kredi ya da demokrasi önerenlerin, meşruiyet için bazı çağdaş değerleri peşkeş çeken hediye sahiplerinin geçmişteki konumları ve beklentileri unutuluveriyor nedense. Oysa beklenti oldukça hediye sürmüştür; sosyal yaşamdaki cömertlik ve iyilikseverlikle sınırlı kalmamıştır, rüşvet devreye girip zehrini akıtmıştır. Kim, kime, ne kadar, ne zaman, niçin hediye/rüşvet vermiştir, vermekte, verecek? Bu bağlamda tarihsel değerlendirmeler önemli. Geçmişin olayları, olguları zevk veya merak için izlenebilir; ancak kıyaslamalar yapıldığında zevk aşılır, merak giderilir, anlam taşımaya başlar, güncel sorunların açıklanmasında önem kazanır, şaşkınlık yaratır. Bir başka söyleyişle, hediyerüşvet karmaşasına köksüz bir sosyal olay ya da bağlantısız bir politik hadise olarak bakıldığında anlamsızlaşır, umursanmaz; fakat tarihsel derinlik içinde benzerleriyle kıyaslandığında, geleneğin köklerine inildiğinde önem kazanır, ürpertir. Onaltıncı yüzyıla ilişkin The Gift (Armağan) konusunu işleyen tanınmış tarihçi Natalie Zemon Davis hediyenin arkadaşlar, komşular ve toplumun çeşitli kesimlerindekiler arasında bağı güçlendirmedeki işlevini belirtmiş, onun çimento rolünü ortaya koymuş; ticari ilişkilerdeki yapıcı tarafına, politika gündemindeki uzlaştırıcı yanına değinmiş. Öte yandan da “hediye”nin yarattığı rahatsızlıkları, kaprisleri ve mecburiyet yükünü dile getirmiş; ailelerde, politikalarda ve dinde yarattığı iktidarın ve devletlerarası anlaşmalardaki etkisinin altını çizmiş. Ahmet Mumcu yıllar önce yazdığı Osmanlı Devletinde Rüşvet kitabına şu tanımlama ile başlamış: “Rüşvet, örgütlenme yoluna giren bütün insan topluluklarında varlığını daima sürdürmüş en eski sosyal dertlerden birisidir. En genel biçimde rüşvet, yetkili birisine, başkası tarafından toplumun usul ve kurallarına aykırı bir tarzda menfaat vaad edilerek veya sağlanılarak bir işin yaptırılmasıdır... Hukuken rüşvet dar anlamında kullanılır. Bu da rüşvet alan yetkili kişinin statü bakımından devlet otoritesinin bir taşıyıcısı olmasıdır... Rüşvet suçu doğrudan doğruya kamu düzenini sağlamakla görevli olanlar tarafından işlendiğinden diğer suçlardan çok daha vahim ve tehlikeli HEDİYENİN TADI, RÜŞVETİN KATI Mumcu’nun görüşlerini 17. yüzyılın adı bilinmeyen reformist bir yazardan, tepeye aldığım birkaç sözcükle, devlet düzeninin bozulmasına ilişkin Kitabı Müstetab ile destekleyeyim ve yazımı Selanikî Tarihi’nden birkaç satırla bitireyim: “Asitânei saadette (İstanbul’da, devlet katında) olan ehli menâsıb (mevki sahipleri) yirmi beş otuz yıldan beru rüşvet tarîkine sâlik olmuşlar (rüşvete bulaşmışlar) ve rüşveti dahî bir mertebeye iletmişlerdir (çıkarmışlardır) ki hedâyâ (hediyeler) deyuâşkâre kapudan kapuya virilür ve alınır olmuşdur...” (Kitabı Müstetab, yayınlayan Yaşar Yücel, 1980). “Ve erkânı devlet içinde mâdâmeki (öyle bir bela sarmıştır ki) mâlı rüşvet (rüşvet parası) alınup, düşen dirlikler ve menâsıb (makamlar) nâehl u nâmüstahıklere (işi bilmeyen ve hak etmeyenlere) verile(gelmiştir), hiç bir maslahat (iş) yüz akı ile bitüp, ilerüye gelmek mümkün ü müyesser değildir” (Tarihi Selânikî, yayınlayan M. İpşirli, 1989, s. 511). Fizikçilerin, sıradan üç boyutun dışına taşıp yeni bir boyut ilave etmeden bir sorunu çözdükleri hemen hemen hiç görülmemiştir. Bunun için boyutları ya çok küçültüp görülemeyecek hale getirirler, ya da dört boyutlu (zaman ilaveli) dünyamızı erişimi imkansız daha yüksek boyutlu bir dünyaya taşırlar. Peki insanlar bu boyutları zihninde nasıl canlandıracak? Marseilles Üniversitesi’nden fizikçi Carlo Rovelli ilave boyutları resmetmenin çok daha zor olmadığını söylüyor. Rovelli bu konuda şöyle konuşuyor: “Bu, solBsağB olarak nitelendirebildiğimiz, yukarıaşağı, solasağa, önearkaya gidebildiğimiz bir uzaydır. Hint tanrıları gibi çok kollu heykellere benzer.” Diğerleri biraz daha ihtiyatlı. “Yüksek boyutları canlandırmak sanıldığı kadar kolay değildir” diye konuşan Santa Barbara’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden SON BİRKAÇ SÖZ Günümüzde, Osmanlı’nın mirasına sahip çıkmak isteyenler, hediye/rüşvet olgusunda neleri devralmış olabileceklerini düşünmeliler. “Hediye” ile “rüşvet”in nerelerde kesişebileceğini tahmin edemeyenler tehlikeli işler yapabilir, yapmayı sürdürebilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun en görkemli sayılan çağında ve bir sadrazamda (Kanuni Sultan Süleyman’ın sadrazamı ve damadı Rüstem Paşa’da) simgeleşmiş rüşvet batağı, dilerim, “Cumhuriyet”i kenara itip de Osmanlı yüzyıllarını özleyenlerin çoğaldığı şu “çağdaş Türkiye”de çok leke bırakmadan kuruyup gider. Dilerim, “Virdi divan ehli rüşvetle cihana ihtilal” (Hükümet üyeleri rüşvetle ülkeyi karmakarışık ettiler) diyen bilgenin anımsattıkları, Türkiye Cumhuriyeti’ne çok zarar vermeden yok olur. Enis Batur’un, 100. yaşında andığı Fazıl Hüsnü Dağlarca’dan yansıttığı dizelerle bitireyim yazımı (Cumhuriyet Kitap, sayı 1297, 25 Aralık 2014). İlki, “Bir Seçime Tükürmek”ten: “Bir alışveriş yaptın yurt üzre korkunç Bir elinde ekmek bir elinde din Yarısını seçimden önce verdin kesik elli liralığın yarısını sonra Yazıklar olsun sana para verdin de seçilmedin”. Diğeri “Puslu Dilekçe”den: “Yeme, içme, çalma çırpma habire, Söylev, buyruk, devrim, plan habire. Ya yap dediğini, Ya in aşağı. Ya da varıp saltanatın bozalım. Ha deme, dur deme, olacak deme, Eyleme efendi beni eyleme”. (UCSB) Don Marolf, “Standart yollardan biri en aşağıdan başlamak ve yukarı doğru çıkmaktır. Böylece düşük boyutlar hakkındaki bilgimizi daha yüksek boyutları anlamakta kullanacağız. Bu ilke Edwin Abbott’un 1884 yılındaki klasik romanı “Flatland” de resmedilir. 3D Küre, 2D Yassıdüzlem’den geçerken, 2D düzleminin sakinleri, küreyi ani bir nokta olarak görürler. Bu nokta önce gittikçe büyüyen bir daire, daha sonra küçülerek tekrar bir nokta haline dönüşür. Üç boyutun üzerindeki boyutları canlandırmak ne kadar zor olursa olsun, canlandırma şu şekilde gerçekleşir: Denkleme bir boyut daha eklersiniz. Başka bir deyişle standart x, y, z ve t’ye w veya s gibi ekstra bir boyut ilave edersiniz. UCSB’den Joe Polchinski’ye göre işin sonunda her zaman matematiğin kazandığını söyler. Polchinski’nin uzmanlığı sicim kuramıdır. Bu kuram kuantum kuramı ile genel göreliliği birleştiren hâlâ en geçerli kuramdır. Hangi değişkeni seçtiğinize bağlı olarak, bu kuram 10 veya 11 boyuta ihtiyaç duyar. Matematik bu bağlamda sorun yaratmaz. Ancak bu boyutların gerçekte varolup olmadığı sorusu ise hâlâ tartışma konusudur. Türkçesi: Reyhan Oksay Kaynak: New Scientist, 13 Aralık 2014 Anil Ananthaswamy..