17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Ali Akurgal [email protected] Söke İstasyonu ve Treni CBT 1358/ 8 29 Mart 2013 Katma değer üretmenin önde gelen yolu üretim. Üretim çeşitli düzeylerde olabiliyor. Hammadde – ara malı – mamul zincirinde olduğu gibi, bileşen (device, component), birim (module, subunit), ürün (product, unit), ve sistem zincirindekilerden birini üretiyor olabilirsiniz. Zincirin başlarındaki, hammaddeye daha yakın olanların üretimi için daha az kafa gücü, daha çok bilek veya makine gücü gerekiyor, zincirin ilerleyen halkalarına geçtikçe karmaşıklık (sophistication) artıyor. İhraç edilen ürünlerdeki karmaşıklık düzeyine baktığımızda, dünyanın en büyük yirmi ekonomisindeki sıralama ilginç bir tablo sergiliyor (kaynak: BACI veritabanı, Dünya Kalkınma Göstergeleri, TEPAV hesaplamaları). Açıkça görülüyor ki, Türkiye’nin başı çektiği, Rusya, Hindistan ile aynı düzeyde olduğu, Suudi Arabistan’ın bir puan farkla kovaladığı grupla ileri teknolojiye dayalı ekonomiler arasında oluşan bir eşik var. Türkiye bu eşiği bir türlü aşamıyor. Bu eşiğin altı, “birim” üretimine ağırlık vermek, üstü “sistem” üretimine yetkin olmak anlamına geliyor. Buna bağlı olarak da, o orta gelir eşiği dediğimiz eşiği de bir türlü aşamıyoruz. Yaklaşık 78 yıldır, kişi başına gelir, 10.000USD altında sıkıştı kaldı. Bu eşiği aşmanın yolu, arge yapmak, inovasyon uygulamalarına ağırlık vermek ve ürünlerinde kullanacağı teknolojiyi kendi üretmek. Ancak, bu geleneksel ve kalıplaşmış gerçeğin içine baktığınızda, oradaki düzenin başıboş yapıda olduğunu görüyorsunuz. İlk başta şu gerçek ayağınıza dolanıyor: nitelikli işgücünüz yok. Yok, çünkü gerekmemiş. Nitelikli yetişenler, gerek duyuldukları yere gitmişler = beyin göçü. Gerekmediği için de arkadan gelenler nitelikli yetişmiyor. TEPAV’ın derlediği grafikte yatay eksende, kanımca bu nedenle dipteyiz, yatay eksende dipte olduğumuz için de dikey eksende dipteyiz. Acaba eğitim sistemimizde bir devrim yapsak ve nitelikli insan yetiştirip Yunanistan, İtalya, Almanya, Finlandiya’yı geçip Çin’in düzeyine ulaşsak, ihracatımızdaki ileri teknoloji gerektiren ürünlerin payını Kore düzeyine çıkartabilir miyiz? Bunlar göçüp başka ülkelerde çalışmaya başlamazlarsa evet. Eğer ürün karmaşıklığı tablosunda, sıçrayıp eşiği aşıp ileri teknoloji ürünleri üretip ihraç eden ülkeler arasına girmek istiyorsak, evet insan kaynaklarına ihtiyaç var ama bunun yanında sanayimizin ürün gamında da birim tasarımından sistem tasarımına doğru bir atılım yapması gerek. Pistonsilindir conta (bileşen) üretmek ülkemizde pek kalmadı ya artık, hidrolik piston birimi üretmek ile uğraşıyoruz; bunu aşıp, karmaşıklığı yüksek olan uçağın kanadının tüm hareket mekanizmasını (ürün) üretsek, belki uçağın tümünü (sistem) üretmeye doğru bir yol açılmış olacak. Petrokimya tesislerimizde çeşitli plastikler üretiliyor (bileşen), bunlarla plastik parçalar yapılıyor (birim), tüketiciye mutfak robotu gibi ürünler sunuluyor, hattâ komple mutfak sistemleri kurulabiliyor, ama bunların karmaşıklığı düşük. Örnekleri çeşitlendirmek mümkün. Her sektörün, karmaşık teknolojilere doğru atılması gerek. Kişisel düşüncem, bu atılımda, yabancıların bize hiç mi hiç yardımcı olmayacağı yönünde. Öyle ya, sistem tasarımını kendi yapıp işin kaymağını yemek varken işin o kısmını neden bize versin? Anlaşılan iş başa düşüyor. Bileşenden Sisteme Giden Yol Avrupa sanayiinin Anadolu topraklarına girişi: Buhar makinesi Sanayi devrimini tamamlamış ve buhar gücünü elinde bulunduran Avrupalı dünyanın dört bir tarafında korunaksız topraklara saldırırken, gözü, hemen bitişiğindeki ve artık sonu görünen Osmanlı İmparatorluğunun topraklarında, özellikle batı Anadolu topraklarındadır. M. Suat Çakmak, [email protected] zmir, 1600’lü yıllardan beri çok önemli bir liman kentidir. Yüzyıllardan beri başlıca Venedikli, Cenevizli gemicilerin uğrak ve kısmen de olsa yerleşim yeridir. 1800’lü yıllardan sonra ise, Levanten adı verilen İngiliz, Hollandalı, Fransız ve diğer Avrupalıların yerleşimleri ile şehir bir nevi Avrupanın uzantısı ve serbest bir limanı gibidir. Şehrin asıl halkı ise Türklerden, Rumlardan, daha az oranlarda Yahudilerden diğer Hıristiyan cemaetlerinden oluşmakta ve bu popülasyon Batı Anadolu’nun bütün köy ve kasabalarında görülmektedir. İzmir’i bu kadar önemli kılan, yüzyıllardan beri İmparatorluğun tahıl ambarı olan Batı Anadolunun bereketli topraklarının merkezinde ve bu topraklarda yetişen nadide ürünlerin ihraç limanı olmasıdır. Ürünler, imparatorluğun koyduğu bütün yasaklara ve önlemlere karşın yine de büyük miktarlarda Avrupa’ya aktarılmaktadır hele, imparatorluğun son yıllarının yarattığı otorite boşluğundan ötürü, ürünlerin daha tarla, bağ ve bahçelerde denetiminden, yerinde kurduğu üretim tesislerinden nakliyesine kadar Avrupalı’nın daha çok hakim olduğu görülmektedir. Ege bölgesi boydan boya zeytin ağaçları ile doludur, İzmirin kuzeyinde Akhisar Manisa, güneyinde Ödemiş, Bayındır ve daha da güneyinde Büyük Menderes nehri vadisi, Söke ovası ise başta incir, üzüm, pamuk ve daha bir çok ürünün yetiştiği düzlüklerdir, İzmir’e uzaklıkları 100200 km. arasında değişmekte ve ürünler buralardan İzmir limanına deve kervanları ile taşınmaktadır. Taşıma kapasitesinin küçüklüğü, taşıma süresinin büyüklüğü, hepsi tarım ürünü olan bu malları olumsuz etkilemekte ve ticari bakımdan büyük zararlar yaratmaktadır. Bu şartlar, gayri resmi de olsa bölgeye hakim olan Avrupalıya, buhar gücüyle işleyen lokomotifi ve tren katarını ön plana çıkarmıştır. Örneğin, 10 develik bir kervan en fazla 2 ton yük taşıyabilir ve 100 km. yolu 2 günde aşabilir. 10 vagonluk bir tren katarı ise 200 ton taşıyabilir ve aynı yolu en fazla 4 saatte aşabilir. Bunun dışında yolcu taşımacılı İ ğı ise ticari değerinin yanı sıra bir sosyal hizmettir. 1866 yılında ORC (Oriental Railway Company) adında bir İngiliz şirketi İzmir – Aydın Demiryolu hattını ele almış ve bu hatta 20 km. kadar mesafelerdeki Ödemiş ve Söke’yi bağlamıştır. 1869’da SCP (Smyrne Cassaba and Prolongements) yine başka bir İngiliz şirketi İzmir Kasaba (bugünkü Turgutlu) hattını ele almıştı. Daha sonra bu şirketi Fransızlar devralarak (Societe Ottomane du Chemin de fer de Smyrne – Cassaba et Prolongements) adıyla faaliyetlerini sürdürdü ve hatta Akhisar’ı bağladı. İlk defa trenle beraber lokomotifi, buhar makinesini tanıyan Anadolu insanında etki büyük oldu. Raylı sistem sadece trenden ibaret değildir, istasyonlarda vardır, bütünüyle düşünülürse bölgede sosyal açıdan bir tren kültürünün gelişmiş olmalıdır. İnsanlarda, sabahleyin, öğleyin, ikindi gibi günün bölümleri ile ifade edilen zaman kavramı, saat ve dakikalara indirildi, istasyon binaları özellikle trenlerin geliş ve gidiş saatlerinde bir gezinti, piyasa yeri gibi oldu. Trenle eşzamanda yurda giren buhar makinesi fabrikasyon bazında büyük işletmelerin kuruluşlarına da ön ayak olması bakımından önemlidir. Ham maddeyi Avrupaya gitmeden bulunduğu yerde mamul hale getirecek işletmeler kuruldu. Aynı yıllarda İzmir’de 500600 işçi çalıştıran Terifon adında bir Fransıza ait pamuk işleme, İngiliz Abbot ailesine ait boyama, 1900 lü yıllarda Giraud ve Werberk isimli ailelere ait Şark Sanayi ve Pamuklu Mensucat adında pamuk ipliği ve pamuklu bez dokuma, ayrıca Manisa, Aydın, Menemen, Tire, Bayındır’da Gout ve Aldrich adında İngilizler’e ait çırçır, Söke’de Mac Andrews and Forbes adında İngiliz şirketine ait meyan balı üretme fabrikaları vardır. Bu aileler, başlangıçta kendi memleketlerinden gelip İzmir’e yerleşmiş olsalarda, çocukları, torunları İzmir’de doğmuşlardır ve bugün artık bu ailelerin büyük bir kısmı vatandaşlarımız olarak yaşamlarını sürdürmektedirler.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle