27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

16. Yüzyılda Neler Oldu? Server Tanilli, Yüzyılların Gerçeği ve Mirası kitabının 16. ve 17. yüzyılları işleyen 3. cildinin arka kapağında şöyle yazıyor: 16. yüzyıl, özellikle Türklerin en görkemli yüzyılı. Doğru. Ne var ki, kuğu kuşunun son şarkısıdır bu. Asya, çok geçmeden Avrupa uygarlığına karşı bir “geçici reddiye”de bulunacak; ondabir bakımaevrensel değerlere sırtını çevirip, teknik gücü de ona terk ederek, sonunda dünya egemenliğinin yolunu açacaktır Batı’ya... Doğu’nun büyük çekilişi başlamıştır. Dr. Özgür Karaçam, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, ozkaracam@yahoo.com E vet, değerli bilim adamı Server Tanilli’nin 16. yüzyılla ilgili saptaması bu. Bu dönem, 14. yüzyılda büyümeye başlayan bir imparatorluğun en geniş sınırlarına ulaştığı, öte yandan düşmanı olan Hıristiyan Avrupa devletleri açısından da yine 14. yüzyılda yaşanan ve ortaçağdaki sosyoekonomik düzenin zorlanmaya başladığını gösteren bir krizin yarattığı dinamizm ile yeni toprakların keşfedildiği, keşfedilen ülkelerdeki zenginliklerin Avrupa’ya akmaya, bir sermaye birikimi yaratmaya başladığı dönemdir. Sonuçta, o zamana dek feodal sistemin bir parçası olan burjuvazi, kendi ekonomik sistemi olan kapitalizmi geliştirmeye başlamıştır. Bu dönemde sadece Osmanlı İmparatorluğu’nun değil, Safeviler İran’ının, Babürlüler Hindistan’ının da Avrupa’daki gelişmeleri yakalayamadığını, bunun bir sonucu olarak bugün bile bu ülkelerin ve o dönemde egemenlikleri altında bulunan topraklarda kurulan devletlerin aradaki CBT 1358/ 18 29 Mart 2013 açığı kapatamadığını, azgelişmiş ülkeler arasında yer aldığını görüyoruz. O bakımdan, 16. yüzyıl önemle irdelenmelidir diye düşünüyorum, fakat duygusal bir biçimde değil, rasyonel bir biçimde. Ana hatlar olarak sıraladığım özelliklerin dışında, o yüzyılın başka ne gibi özellikleri vardı? 14. yüzyılda Dante, Petrarca, Boccacio, Giotto gibi isimlerle başlayan, 15. yüzyıl boyunca özellikle edebiyat ve güzel sanatlar alanında bir şahlanış ve felsefe alanında Skolastisizm’e karşı ciddi itirazları kapsayan bir canlanma. Tarihçiler bu dönemi Rönesans olarak adlandırıyorlar. Ortaçağ boyunca sürdürülen Haçlı Seferleri’nin getirdiği bazı kazanımların üzerinde duruyorlar. Sonra bir bakıyoruz ki, 1517’de Martin Luther diye bir Alman papazı ortaya çıkmış, Roma Kilisesi’ne başkaldırmış. Önceki yüzyıllarda İngiliz Wycliff (13201384) ve Bohemyalı Hus (13691415) Roma Kilisesi’ne karşı benzer itirazları dile getirmişlerdi, fakat onlar birer “erken öten horoz” idiler. Birincisi eceliyle öldüyse de ikincisi diri diri yakılmaktan kurtulamamıştı. Sonradan Wycliff’in iskeletini de mezarından çıkarıp yakmışlar! Fakat Luther doğru zamanda, doğru yerde duruyordu. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu topraklarında burjuvazinin desteğini sağlamanın da ötesinde, Şarlken’in otoritesini sarsmak isteyen bazı senyörlerin de önemli desteğini alabildi. Ve bu, Zwingli, Melanchthon, Calvin gibi reform önderleri ile, ayrıca karısından boşanmak isteyen İngiltere kralı VIII. Henry’nin kurduğu Anglikan kilisesi ile, önüne geçilmez bir süreç haline geldi. Ha, Roma Kilisesi’ne karşı başkaldıran bu insanlar her anlamda çok mu insancıldılar? Bir başka “erken öten horoz” Thomas Müntzer, başlayan hareketi bir “Hıristiyan Komünizmi”ne yöneltmek istedi, bedelini ödedi. Calvin, Michel Servet’i, aynı Katolikler gibi, “heretizm” suçlamasıyla yaktırdı. VIII. Henry, bağlılık yemini etmeyen düşünür ve devlet adamı Thomas More’u idam ettirdi. Öte yandan Katolikler de boş durmadılar elbette. College de France’ kuran I. François’nın gelini Catherine de Medicis ve onun oğlu Prens Henri’nin (daha sonra kral III. Henri) önayak olduğu bir tertiple, 1572 yılında bir yortu gecesi yüzlerce Protestan boğazlandı. Öte yandan Cortes, Pizarro gibi İspanyol “fatih”leri “dünyayı öğreniyor”, bu arada Aztek ve İnka uygarlıklarının canına okuyorlardı. Gelişmişlik açısından ancak Sümer ve Mısır gibi Eski Dünya uygarlıklarının düzeyinde olan bu Kızılderili imparatorlukları onlarla elbette başa çıkamazdı. Kopernik’in Katolik Kilisesi’nin tepkisinden korktuğu söylenir, ya Luther’in tepkisine ne demeli? “Bu budala, tüm astronomi bilimini tersyüz etme hevesindedir. Oysa, kutsal kitap bize, Joshua’nın yerküresini değil, güneşi durdurduğunu söyler.” Burjuvazi o dönemde genel olarak monarşistti, senyörlerin karşısında kralların ve böylece merkezi otoritenin güçlenmesi işlerine geliyordu. Niccolo Macchiavelli ve Jean Bodin gibi burjuva siyaset felsefecileri, monarşist görüşleri işlemişlerdir. Cumhuriyetçi düşüncelerin gelişmesine daha çok vardı. 1568’de İspanya Habsburgları’na karşı başkaldıran ve seksen yıl boyunca savaşan Felemenk Cumhuriyeti, tekil bir örnekti. 1640’ta İngiliz burjuvazisi Oliver Cromwell’in önderliğinde krala karşı çok kanlı bir devrim gerçekleştirdiyse de, evrensel etkisi olan burjuva devrimlerini (Amerikan Devrimi 17731783, Fransız Devrimi 17891799) görmek için 18. yüzyılın ikinci yarısını beklemek gerekecekti. Peki, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer Doğu devletleri bu gelişmeleri niçin yakalayamamışlardır? Osmanlı, askeri açıdan gücünün doruğundaydı (1529’dan önce de bazı başarısızlıkların var olmasına karşınHunyadi Janos’un 14421444 yılları arasında kazandığı zaferler; Fatih’in 1456’da Belgrad’ı alamayışıki sonradan Kanuni alacaktır); 14851491 arasındaki OsmanlıMemluk savaşı). Portekiz’den de ikide bir sopa yemiş değildir, 1578’de Osmanlılar’ın Fas sultanı ile birlikte yürüttüğü Vadisseyl Muharebesi’nde aldığı yenilgiden (Portekiz kralı o savaşta ölmüştür) iki yıl sonra Portekiz Krallığı İspanyol egemenliğine girmiş, 60 yıl boyunca da kurtulamamıştır. UYGARLIKLARI KARŞILAŞTIRMAK SağHıristiyan bakış açısını taşıdığı için Arnold Toynbee’nin tarih felsefesinden pek hoşlanmam, keza tarihi bir kısır döngü gibi değerlendiren “tarih tekerrürden ibarettir” görüşünden de. Fakat tarihi insan yaptığına göre ve insan denen varlığın tüm bilgi ve düşünce gelişiminin yanında, değişmeyen birtakım özelliklerinin bulunduğunu bildiğimize göre, bu bakış açısını biraz daha yumuşatmak ve kaba analojilere gitmeden, çok farklı dönemlerde var olmuş imparatorlukları ve uygarlıkları karşılaştırmak olanaklıdır diye düşünüyorum. Örneğin Anadolu, Mezopotamya ve Mısır’daki Tunç Çağı uygarlıkları ampirik bilimler, antikçağdaki Yunan ve Roma uygarlıkları felsefe ve sistematik kuramsal bilimler (özellikle matematik ve astronomi) alanında çok önemli gelişmelere imza atmışlarsa da, teknolojinin gelişimi ilkçağ ve ortaçağ boyunca görece olarak çok yavaş gerçekleşmiştir. Hızlanışı (hem de baş döndürücü bir biçimde) 17. yüzyıldan sonra olmuştur. Yani, özellikle Galilei ve Newton sayesinde mekanik bilimi gelişmesinden sonra. 18.19. yüzyıllarda da, elektrik yoğun bir biçimde araştırılmıştır. Tunç çağından modern zamanlara kadar teknolojinin çok yavaş gelişmesinin nedeni, bence köle ve serf emeğinin kullanılmasıdır. Sömürü ile hemcinsinin emeğinden yararlanan iktidar sahibi insan, daha fazla alet geliştirme gereğini duymamıştır. (Ben sadece ilkçağda Arkhimedes’in geliştirdiği kaldıraçları biliyorum. Belki birkaç örnek daha vardır.) Gereksinimlerini karşılamakta olan insan, neden alet/makine geliştirmek için kafasını yorsun ki? Sanayi Devrimi’ne yol açan gelişmeler, ancak feodal sistemin çözülmeye, serfliğin, yani toprak köleliliğinin yerini ücretli emeğin almaya başladığı dönemde olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu, bir GeçOrtaçağ İslam devletidir ve daha eski dönemlerde var olmuş Abbasi Halifeliği, Eyyubi Devleti ve Selçuklu Devleti gibi bir Doğu despotizmidir. Ülke Sultan’ın mülküdür ve o, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Ortaçağda İslam ülkelerinde Batı’daki gibi bir feodalite gelişmemiştir (sadece çok uzaklarda, Japonya’da bir Doğu feodalizminin gelişiminden bahsedilebilir). Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu dönemde İslam ülkelerindeki felsefi ve bilimsel canlılık da ortadan kalkmış, bu ülkeler bir çeşit İslam Skolastisizmi içine gömülmüşlerdi. Dedik ya, mevcut sistem ihtiyaçları karşıladığı sürece, hiç kimse değişiklik yapmak istemez. Değişimi, sistemden memnun olmayanlar talep eder. Osmanlı egemenleri de, koşullar kendilerini iyice zorlayana kadar değişimden yana olmamışlar, aksi yöndeki talepleri acımasızca ezmişlerdir. 16. yüzyılın sonlarında Celali İsyanları denilen ciddi başkaldırılar gerçekleşmiş (daha önceki isyanlarda mezhep farklılığı önemli rol oynamaktaydı, fakat bunlara Sünni halk ve kapıkulu askerleri de katılmıştır) ve 17. yüzyıl boyunca imparatorluğu uğraştırmıştır. Ancak 18. yüzyıldan itibaren III. Ahmet, Nevşehirli İbrahim Paşa, III. Selim, II. Mahmut gibi “reformcu egemenler”i görüyoruz. Tabii, bu arada ulemadan ve kapıkulu askerlerinden gördükleri azgın tepkileri de. Ancak 18. yüzyılda tımar sistemi çözülmeye ve bir “Osmanlı feodalizmi” yerleşmeye başlamıştır ki, o da bugün özellikle Doğu ve Güneydoğu illerimizde varlığını koruyan Anadolu feodalizminin öncelidir. Kanuni’nin yerine Şehzade Mustafa geçseydi her şey çok farklı mı olurdu? Ben pek sanmıyorum. Duraklama Devri’nin gelişi biraz daha uzardı, hepsi o kadar. Unutulmamalıdır ki, MS II. yüzyıl Roma İmparatorluğu’nun en parlak çağıdır ve Beş İyi İmparator dönemi (Nerva, Trajanus, Hadrianus, Antoninus Pius, Marcus Aurelius) olarak adlandırılır.180 yılında filozof imparator Marcus Aurelius’un yerine zalim ve yetersiz oğlu Commodus geçer ve yüz yıl kadar sürecek bir “Kriz Dönemi”, onun ardından Diocletianus’un reformları, ardından da kaçınılmaz yıkım gelir. Her şeyi Commodus’a mı bağlayacağız?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle