24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Bugün söz, Ümit Sarıaslan ve yüzyıl önce yazdığı mektupları M. Çetin Börekçi tarafından bize yeniden kazandırılan Ahmet Şerif’te [Türk Tarih Kurumu ve Kavram Yayınları]... Tarımda tüm insanların doyacağı 5 çözüm! Dünya bugün ve bundan 40 yıl sonra herkesi doyurmak için şu üç sorunu aynı anda çözmek zorunda: ? Dünya üzerinde aç insan kalmamalı ? 2050 yılına kadar gıda üretimi iki katına çıkartılmalı ? Bunları yaparken tarımın çevreye verdiği zarar minimumda tutulmalı Uluslararası bir bilim heyeti bu hedeflere ulaşmak için 5 çözüm öneriyor. Scientific American’da yayımlanan araştırma raporlarına göre bu çözümler şöyle: ? Tarımın tropik ormanların bulunduğu alanlara doğru genişlemesi durdurulmalı ? Düşük ürün veren ekili toprakların verimi arttırılmalı ? Dünyanın dört bir yanında su ve gübre verimli kullanılmalı ? Kişi başına düşen et miktarı azaltılmalı ? Gıda üretiminde ve dağıtımında israf önlenmeli Yüzyıl Öncesinin Ankarası’ndan Günümüz Ankarası’na... Demir Ağlardan Örümcek Ağlarına ve Cumhuriyet Treninden Tanzimat Trenine adlı kitapları vesilesiyle kendisini tanıma fırsatını bulduğum, değerli dost Ümit Sarıaslan, son yazılarımdan hareketle bana bir mektup göndermiş. Der ki: “…size, ekte yüz yıl öncesinin Ankarası’ndan bir mektup ileteceğim, Payitaht’a ve geleceğe yazılmış…” İlettiği mektubun yazarı Ahmet Şerif... Kim olduğunu, Sarıaslan’ın açıklamalarından öğreniyoruz: “Hüseyin Cahit Yalçın’ın, gazetesi Tanin için, 1908 sonrası Anadolusu’nun toplumsal/politik konuşlanmasını yerinde görüpgözlemlemek; Meşrutiyet’in, yorgun Anadolu toprağına ne yönde ve nasıl ağıpestiğini ve tabii tabandan tavana hangi rüzgârları yeldirdiğini yazması için görevlendirdiği babayiğit yazargazeteci Ahmet Şerif...” Ahmet Şerif ‘yüz yıl öncesinin Ankarası’ için şöyle yazmış: “Ankara’dan bahsediyorum. Her şeyiyle bir hastane manzarası gösteren bu bahtsız vilayet merkezi, ilim ve maarife, sağlık kurallarına kapılarını kapamış gibidir. Hele, İslamlar, evlerine kapanarak, dışarısını görmemeye, çocuklarını, rahatlarını bozmamak ve bir geleneğe uymuş olmak için okula göndermemeye yemin etmişler ve söz vermişlerdir.” Ahmet Şerif bu gözleminin ardından, Sarıaslan’ın deyişiyle, sanki kendisinden ‘on yıl sonra bu toprağa, bir başka adamın daha geleceğini sezmiş gibi’, şu ‘ucu açık çağrıyı yapmış; gününe ve geleceğe...’: “...Yaşamak, hayattaki paylarını almak için, devamlı bir koltuk değneğine dayanma ihtiyacı olan bu zavallı hastalar, bilemiyorlar ki, sebepler sebepleri doğurur ve insanlar kendi hayatlarının düzenleyicisidirler. Bunlar, sınırı bilinmeyen, hâkimi karanlık olan bir çölün seyyahlarıdır ki, yürüyüşleri küçük çocukların emeklemesine benzer. O derin karanlıkta, ellerine ne geçerse onunla yetinirler. Gökten, görünmeyen ufuklardan bir sofranın görünmesini beklerler. Fakat ötede, yine insanlar, bu zamanın insanları, adımlarını ölçerek, hareketlerini kendileri düzenleyerek, nereye gideceklerini bilerek ve yollarını meş’alelerle aydınlatarak yürürlerken, bu beş yüz sene evvelki insanların kımıldandıkları çölde kopacak olan müthiş bir fırtına gününün, o kadar uzak olduğunu zannetmem. Kendisini isteyenlere gülen, yüzünü gösteren, ma’rifet güneşi, artık, bu karanlık çöle de doğmalıdır.” (Ankara, 13 Kasım 1909; Tanin, 4 Aralık 1909) Sarıaslan’ın belirttiğine göre, “Ahmet Şerif, o mektubunda Ankara’nın İslam ahalisinin okulla ilişkisindeki soğukluk ve ilgisizliğe acıyla bakarken, aynı kenti paylaşan diğer vatandaşların, Hıristiyan ve Musevilerin eğitim konusunda gösterdiği titizlik ve uyanıklığa göndermeyle şunları yazacaktır sonra...”: “Ankara’nın İslam halkı! Size sesleniyorum: Böyle derin bir gaflet uykusunda geçirdiğiniz günün, söylemekten korktuğum yarınını, sizde tam anlamı ile var olduğundan emin olduğum Osmanlılık hamiyyetiyle düşününüz. Sonra, yavrularınıza karşı işlemekte olduğunuz cinayetin derecesini, gözlerinizin önüne getiriniz. Yazık değil mi ki, yavrularımız da bize benzesinler? Eğer uyanmaz, bizi ancak okulların kurtaracağını hâlâ anlamaz, çocuklarınızı, gerek kendilerini, gerek vatanlarını mutlu edecek silahlarla donatmazsanız gelecek karanlıktır.” Genç Cumhuriyet’in Ankarası, kendi karanlığını ve ülkenin üzerine çökmüş olan yüzyılların karanlığını ülkeyi okullaştırarak yırtmak için çok çaba gösterdi. Ama, o karanlığı geri getirmek isteyenler Cumhuriyet tarihi boyunca hiç eksik olmadı. 1940’ların, 1950’lerin, 12 Mart ve 12 Eylül’ün karanlığını yaratanlar genç Cumhuriyetin yaktığı eğitim ateşini söndürmek, aydınlık beyinleri yok etmek için çok çaba gösterdi. 2000’li yılların Ankarası’nın üzerine çöken ve oradan dalga dalga bütün ülkeye yayılmak üzere olan zifiri karanlıksa, 1910 Ankarası’nın karanlığına da Cumhuriyet kuşaklarının yaşadıkları karanlıklara da rahmet okutacak cinstendir. Sarıaslan’ın, Ahmet Şerif’in mektubunu bize hatırlatması boşuna değil... Ş u anda yaklaşık bir milyar insan kronik açlıkla savaşıyor. Çiftçiler bunları doyurmaya yetecek kadar ürün yetiştiriyor olsa da, dağıtımda ve ekonomik koşullarda yaşanan darboğazlar nedeniyle gıda maddeleri bu insanlara ulaşamıyor. Bu arada dünyayı başka bir tehlike daha bekliyor: 2050 yılında dünya nüfusunun iki veya üç milyar kadar çoğalması bekleniyor. Bu da yiyecek talebini büyük bir olasılıkla iki misline çıkartacak, çünkü daha fazla sayıda insanın geliri artacak. Bu da daha fazla yemek –özellikle de et yiyecekleri anlamına geliyor. Bütün bunların üzerine biyoyakıt için ekilebilir alanların kullanılıyor olması da mevcut topraklar üzerinde baskı yaratıyor. Böylece bugün açlık ve dağıtım sorunlarını çözsek bile, üretimin iki katına çıkartılması şart oluyor. daha fazla atmosfere sera gazı yayıyor. Gezegenin uzun vadeli sağlığını korumak için tarımın çevreye verdiği zararın olabildiğince azaltılması gerekiyor. Bütün bu sorunlar birleşerek dünyayı üç devasa soruyla karşı karşıya bırakıyor: Yaşamakta olan 7 milyar boğazı doyurmalı Gelecek 40 yıl içinde gıda üretimini iki katına çıkartmalı Bütün bunları yaparken çevrenin sürdürülebilirliğini de sağlamalı. Bu üç hedefin tutturulması bugün insanoğlunun geçmesi gereken en önemli sınavlardan biri. Özetle bu konunun üzerine kararlılıkla gidilmesi, insanoğlunun kaderini değiştirecek. Tropik ormanların tarıma açılması, marjinal topraklar üzerinde tarım yapılması ve ekolojik olarak hassas bölgelerde entansif tarıma geçilmesi, tarımın, gezegene en fazla zarar veren etkinlik haline gelmesine neden oluyor.. Tarım, halihazırda dünyada toprakların büyük bir bölümünü kullanıyor, bitki ve hayvan örtüsüne zarar veriyor, tatlı sularını tüketiyor, akarsuları ve denizleri kirletiyor ve insan faaliyetlerinin tümünden Üretim artarken, çevre kirliliği azaltılabilir Gezegeni kirletmeden dünyayı beslemek için tarımdan daha fazla verim (mavi) alınması, ürünlerin daha iyi dağıtılması (kırmızı) gerekiyor. Bunu yaparken de atmosfere, doğal yaşama ve suya (sarı) verilen zararı minimumda tutmak önemli. SORUNLAR BUNUNLA DA BİTMİYOR Daha fazla insanı doyurmanın yolu belli: Daha fazla yiyecek üretmek. Bunun için iki yol var: Biri ekili toprakları, ikincisi verimi arttırmak. Bu iki konuda da dünya aşılması güç engellerle karşı karşıya. AÇLARI DOYURMANIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER o Statük H edef Yi y eceğe er i ş i m Yedi milyara erişen dünya nüfusunun bir milyarı kronik açlık çekiyor. Herkese ihtiyacı olan kaloriyi sağlamak için yoksulluk ve yetersiz gıda dağıtımının önüne geçilmesi gerekiyor. CBT 1290/ 6 9 Aralık 2011 İnsanlar bugün, Grönland ve Antarktika dışında, dünyanın karasal yüzeyinin %38’inde tarım yapıyor. Tarım, insanoğlunun karalar üzerinde yürüttüğü en kapsamlı faaliyet. Bu %38, ekilebilir alanların en iyilerini kapsıyor. Geride kalanlar çöller, dağlar, tundra, buzullar, kentler, parklar ve ekime uygun olmayan diğer Yiyecek üretimi alanlardan oluşuyor. Tropik or2050 yılına kadar dünya nüfusunun 2 veya 3 milyar daha artacağı tahmin edilimanlar ve savanlarda da tarım yor. Daha fazla insan daha fazla gelire yapılabilir, ancak bu bölgelerin sahip olacağı için daha fazla korunması gezegenin dengesi yiyecek tüketeceği için gerekli. Buna karşın son 20 öngörülüyor. ko Statü yılda, 510 milyon hektar orBu nedenle tarımla uğraşanların bugün manlık arazi her yıl tarımsal faaürettiklerinin iki liyetlere kaptırılıyor. Ormanmislini üretmeleri lardan çalınan bu ilave topgerekiyor. Statük f e d e raklar, ekilebilir alanlarda topH o lamda yalnızca %3’lük bir büyüme yaratıyor, çünkü diğer taraftan, kentleşme ılıman bölgelerde tarıma ayrılan toprakÇevreye verilen zarar lardan çalıyor. Çevreye verilen zararı H edef azaltmak için tarımın tropik ormanlara doğru genişlemesi engellenmeli, verimsiz toprakların verimi arttırılmalı su ve gübre daha verimli kullanılmalı ve erozyon önlenmelidir. L Kentleşme tarım arazilerine doğru yayılıyor L Tarımsal üretimde verim yetersiz Verimi arttırmak en akılcı yaklaşım gibi görünmekle birlikte, son 20 yılda küresel ta
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle