25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

7,2 yerine 7.2 yazmanın düşündürdükleri… Prof. Dr. Y. Müh. İlhami Çetin, sunlu@fmv.edu.tr lköğretim sınıflarında öğrencilere ondalık sayıların tam bölümü ile kesir bölümü arasına virgül konulduğunu, örneğin 5,13’ ün beş virgül on üç (yüzde on üç değil) okunduğunu öğretiyoruz. 5,00013 örneğinde görülebileceği gibi, öğütlediğimiz okuma biçimi doğru okumayı ve yazmayı hem kolaylaştırır, hem de hızlandırır. Öte yandan çok haneli tam sayıların okunmasını kolaylaştırmak için, sağdan başlayarak her üç haneden sonra ufak bir aralık bırakılabilir veya bir nokta konabilir. Tüm öğretim sistemimizde Avrupa’dan alınmış bu standart uygulanıyor. TDK Yazım Kılavuzu da bu uygulamayı kurallaştırıyor [1,s.15]. Avrupa’dan farklı bir yol izlemeyi seven ABD’de ise ondalık sayılar yazılırken virgül yerine nokta, üç haneleri ayırmada ise nokta yerine virgül kullanılıyor. Konu bu kadar açık olduğu halde bazı kimseler, özellikle yazılı ve görsel basınımızın büyük çoğunluğu, AB’ye girme başvurusu da yaptığımız halde, Amerikan kurallarına uymayı yeğliyor, fakat onu da beceremiyor. Van depreminin şiddeti, izleyebildiğimiz Fransızca ve Almanca basında 7,2, bizim basında ve köşe yazılarında büyük çoğunlukla 7.2 değerinde veriliyor. Avrupa’da virgül kuralına açıkladığımız biçimde her zaman uyulduğu halde, bazı gazetelerimizde döviz kurları ve çapraz kurlar Merkez Bankası’na göre nokta, serbest piyasaya göre virgül ile veya tersi uygulanarak veriliyor. Borsa değerlerinde nokta, altın fiyatlarında virgül kullanılıyor. Ancak tuhaflıklar bundan ibaret değil, zira ondalık sayılarda Amerikan kuralına göre nokta, hanelerin üçlü ayrılmasında Avrupa kuralına göre nokta yeğleniyor. Bu yüzden tam bir karmaşa yaşanıyor. Örneğin 2.946 yazıldığında bunun 2946 mı yoksa 2,946 mı olduğu belli değildir! 1.855.6 yazılıyor ki, doğrusu 1855,6 dır. Borsa için 55.721 değeri, 1 Avro için 166.386 Peseta değeri veriliyor. Peki burada nokta ne anlama geliyor: 55721 mi, yoksa 55,721 mi? 166 386 mı, yoksa 166,386 mı? Doğrusu, borsa değerinde birinci, Avro değerinde ikinci yazılıştır, fakat basınımız bu ikircikli yazılışları uyguluyor. Bu özensizlik ortamında özel şirketler de kuralsızlık örnekleri veriyor. Faiz kiminde % 0,99, kiminde % 0.98. Otomobilini 22,990 TL’den veya 26.500 Avro’dan başlayan fiyatlarla satan var. Bir diğer üzücü durum, Amerikan teknik kitaplarının çevirisinde yaşanıyor. Çevirmenler ondalık sayıları genellikle Türkçeye uyarlamıyor ve aslına uygun bırakıyor. Bu karışıklığın muhakkak önlenmesi gerekir. Normal bir bilim kültürü almış kimselerin yapmayacağı bu yanlışlar basımcılar tarafından da önlenmelidir. Üniversiteler, meslek kuruluşları ve bilinçli okuyucular böyle bir uygulamanın onaylanamayacağını göstermelidir. Harflerimizin okunuşunda bazen gösterdiğimiz bilinçsizliğe de işaret edelim. Türk abecesinin kabul edildiği 1353 Sayılı yasada Türkçeyi yazmak için kullanılacak Türk harfleri belirtilmiş, fakat nasıl okunacakları açıklanmamıştır. Ancak her abece gibi bizimkinin de yerleşmiş, [1] in kabul ettiği standartlaşmış bir okuma biçimi vardır. TV Türkçe ve Fransızcada TeVe, Almancada TeFau, İngilizcede TiVi okunur. Türkçe İMeFe okunması gereken IMF (Uluslararası Para Fonu) için Batılılar kendi dillerindeki karşılığından kısaltma yapmakta, örneğin Fransızlar FMI, Almanlar IWF demektedir. Biz ise UPF kısaltmasını kullanmayı veya harfleri Türkçe okumayı düşünmüyoruz. Ulusal kimliğini ve yurttaşlık bilincini henüz yeterince geliştirememiş kişiler, bir tür dil mandacılığı yaparak, TV’yi, IMF’yi, bir kanal adındaki harfleri… Amerikanca okumayı ve Amerikanca sözcükler kullanmayı hüner saymaktadır. Bu davranışı sergileyenlere uygun tepki vermeliyiz. Onlara “Ergin olmama, başkasının yönetimi olmadan zihnini kullanamamadır… Kendi zihnini kullanma yürekliliğini göster!” diyen Kant’ın çağrısını yinelemeliyiz [3]. Sonuç: Alman ve Fransız basınında görülmeyen basit matematik ve fizik yanlışlarıyla bizim basında sıkça karşılaşıyoruz [2]. Basınımız eğitim işlevini ihmal ediyor ve bazı yanlışların yayılmasına bilmeden yardımcı oluyor. Önce bir gerçeğin ayırdına varmalıyız. Biz Avrupa’ya katılacaksak Avrupa sistemine, ABD’nin kanatları altına sığınacaksak bu ülkenin sistemine uyum sağlamalıyız. AB’ye girenlerin Avrupa müktesebatını uygulaması gerektiğine göre, bizim nereden esinleneceğimiz açıktır. 1. Türk Dil Kurumu Yazım Kılavuzu 2010. 2. İ.Çetin: Birim Yanlışlarıyla Çok Yerde Karşılaşıyoruz. Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 4 Kasım 2011, S.1819. 3. İ.Çetin: Aydınlanma Nedir? Cumhuriyet 23 Kasım 1997. Öldüren ölenden uzun yaşamaz Prof. Dr. Acar Baltaş İ 22 Ağustos Pazartesi günü Ece Temelkuran Habertürk gazetesinde “Kıyıdan” köşesinde “Peki Sonra Ne Olacak” başlıklı bir yazı yayımladı. Bu yazısında Temelkuran, “karşı tarafı bitirerek ve kökünü kazıyarak” elde edilebilecek bir barışı sorguluyordu. Bu yazıda yazar büyük bir duyarlılıkla, savaştan dönen birinin ertesi gün normal olamayacağını, evlatlarını ve sevdiklerini kaybedenlerin bu kayıplara neden olanları bağışlayıp, onlarla birlikte yaşamasının mümkün olmadığını yazıyordu. Temelkuran yazısını şu çarpıcı tespitle tamamlıyordu. “Sanki öldürenin ölenden daha çok bir hayatı olabilirmiş gibi… Öldüren ölenle ölmezmiş gibi… Kanın laneti silinirmiş gibi…” diyor ve yazısını “Bunu anlamıyorum işte…” diyerek bitiriyordu. Bu yazı üzerine, savaşın neden olduğu, literatürde “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” (post traumatic stress disorder PTSD) olarak tanımlanan rahatsızlık konusunda Batı kaynaklarındaki araştırmaların bazılarını inceledim ve ülkemizde devam etmekte olan mücadelenin gözlerden uzak, ancak yaşayanların yüreklerinde hissettikleri bilançosu üzerine, okuyucuları bilgilendirmek ve düşündürmek istedim. Stres, modern hayatın hoş olmayan bir özelliği olarak görülür. Savaş ve bir terör olayıyla karşılaşmak en yüksek düzeyde stres doğurma özelliğine sahiptir. Ancak bazı kişilerin savaş ve terör gibi çok zorlayıcı koşullarla karşıtlaştıkları halde, hayatlarını normal bir şekilde sürdürdükleri bilinir. Bu tür deneyimlerden geçmiş birçok gazi sağlığını korumayı başarır. Buna karşılık gazi ve savaş kurbanlarının büyük çoğunluğunun kendileri ve geride bıraktıkları için durum böyle değildir. Savaş insanlar üzerinde büyük çoğunlukla kalıcı ve yıkıcı bir etki yaratır. Ancak bu konuda esas belirleyici olan savaş koşullarıdır. Örneğin ateş hattında olmak veya ateş hattında olmamak önemli bir belirleyicidir. Askerlik hizmetini ateş altında mücadele ederek geçirenlerin, böyle bir deneyim yaşamayanlara kıyasla daha kısa yaşamakta oldukları bulunmuştur. İkinci Dünya Savaşına katılmış gaziler arasında yapılmış araştırmada, denizaşırı ülkede bulunmak, Pasifik sahnesinde görev yapmak ve doğrudan ateş altında kalmak hayatın sonraki yılları için farklı riskler içermektedir. Savaş koşulları ne ölçüde rahatsız edici ve yabancılık yaratıcı ise, sağlık üzerindeki yıkıcı etki o ölçüde artmaktadır. CBT 1290/ 18 9 Aralık 2011 Ateş altında sürekli ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olmak, yakın arkadaşlarının öldüğünü görmek, bazen onların kollarında ölmesinin çaresizliğini yaşamak, bu hırsla “düşmana” acımasızca davranmak zorunda kalmak, karşısındaki “düşman”ı öldürmek insan üzerinde hayatı boyunca devam edecek etkiler yaratır. Bu etkilerin büyük çoğunluğu birçok kişi için hayat süresi içinde geçen yıllarla ağırlaşarak devam eder. “Post travmatik stres bozukluğu” olarak adlandırılan bu belirtilerin başlıcaları, uyku bozukluğu, alkol kullanımı, depresyon, kalp hastalıkları, hırçınlık, öfke, insanlardan uzaklaşma ve sosyal uyum zorlukları, panik anksiyete ve şiddet eğilimidir. Burada sıralanan belirtiler arasındaki ilişki oldukça karmaşıktır. Bu belirtilerden sadece kalp hastalıkları doğrudan ölüm nedeni gibi gözükmekte TRAVMATİK STRES NEDEN YIKICI? dir. Oysa depresyon ve buna bağlı olarak ortaya çıkan insanlardan uzaklaşma, kişinin sağlıklı ve üretken bir iş hayatına sahip olmasını engellemektedir. Benzer şekilde alkol ve madde kullanımı, şiddet eğitimi kişinin bulunduğu ortamda soyutlanmasına ve haksızlığa uğradığı duygusunu yaşamasına neden olmaktadır. Bu duygular birbirini besleyerek alkol kullanımı, öfkeyi ve şiddet eğilimini körüklemektedir. Savaş sırasında eşten ve evden uzun süreli ayrılıklar ve döndükten sonra, bazılarını yukarıda sıraladığımız türden sorunlar, boşanmaya ve ailenin dağılmasına yol açarak, sorunların birbirini besleyerek büyümesine neden olmaktadır. Ateş hattında geçen sürenin uzunluğu travma sonrası stres bozukluğunun ortaya çıkardığı problemlerin şiddetini artırmaktadır. Özellikle yüksek ölçüde şiddet ve rahatsız edici yaşantılarla karşılaşanların kendilerinde de hostil (düşmanca) ve saldırgan eğilimler artmakta, bu da doğrudan koroner kalp hastalıklarını tetiklemektedir. Ateş hattında savaşa katılmanın etkileri İkinci Dünya Savaşı’nda ve Vietnam Savaşı’nda çarpışanlar üzerinde ayrıntılı olarak incelenmiştir. Ağır travma yaşayan gazilerin hayatlarının daha sonraki yıllarında kronik hastalıklar geliştirme ihtimalleri, böyle bir etkiyle karşılaşmayanlara kıyasla çok yüksektir. Bu da ateş hattında savaşanların erken ölüm riskiyle karşı karşıya olduklarını göstermektedir. Bu araştırmaların bazıları kuşak (cohort*) gruplarda kıyaslamalı olarak, bazıları ise örnekleme alınarak yürütülmüştür. Ateş hattında bulunmak ve sonra sağ olarak geri dönmek, sıkıntılı bir görevin yerine getirildiği anlamına gelmemektedir. Savaş gazilerinin büyük bir bölümü yaşadıkları travma ve rahatsız edici yaşantı ve şiddetin etkisiyle başarılı bir çalışma hayatına sahip olmak, sağlıklı bir evlilik sürdürmek ve bulundukları sosyal çevrenin uyumlu bir üyesi olmakta ileri derecede zorluk çekmektedirler. Kısaca belirtmek gerekirse, savaşarak sağ olarak geri dönüş insanın hayatını damgalamakta ve o kişi için hiçbir şey eskisi gibi olmamaktadır. Sonuç: Cepheden geri dönüş, gerek vatani görevini yapanlar, gerekse profesyonel askerler için bir bitiş ve rahatlama değil, tam tersine Temelkuran’ın çarpıcı ifadesini değiştirerek söylersek “öldüreni ölenden daha yaman” bir hayata başlamak anlamına geliyor. Bu nedenle cepheden dönen “kahramanlarımız” için yapmamız gerekenler, onları takdir etmenin ve yüceltmenin çok ötesine geçmekte. Bu noktada karşımıza hazırlıklı olmadığımız iki sorun çıkıyor. İlki, sorumluluğumuzun gazilerin fiziki yaralarını sarıp iyileştirmekle bitmeyip, esas bu noktadan sonra başladığını kabul etmek; ikincisi ise, dağlarda “etkisiz hale getirilenlerin” geride bıraktıkları kin, nefret ve düşmanlıkla başa çıkmanın mümkün olmadığıdır. * Kuşak (cohort): Aynı zaman aralığında aynı olayları yaşamış insanların oluşturduğu topluluk Kaynaklar G. H. Elder ve Ark: The lifelong mortality risks of World War II experiences(Part of Terman Study); Research on Aging 31, Temmuz 2009 K. A. Lee ve Ark: A 50year prospective study of the psychological sequelae of World War II combat. American Journal of Psychiatry,152, 1995 A.C. Phillips ve Ark: Generalized Anxiety Disorder, Major Depressive Disorder, and Their Comorbidity as Predictors of AllCause and Cardiovascular Mortality: The Vietnam Experience Study (2009) Ece Temelkuran’nın yazısı için http://www.haberturk.com/yazarlar/ecetemelkuran/661629pekisonraneolacak/
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle