Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YETKİSİNİ AŞARAK SANSÜR LİSTESİ DÜZENLİYOR BTK Katılımcı ve Saydam Olmaya Çalışmalı Mustafa Akgül, INETD YK Başkanı nternet Sanayi Devrimi boyutlarında devrimsel bir gelişmedir. Yaşamın bütün boyutları bundan köklü olarak etkilenmekte, sektörler yeniden yapılanmakta, meslekler yeniden tanımlanmakta, iş yapma biçimleri, eğitim, eğlence, kültür değişmektedir. Bu değişimden etkilenenler arasında kamu yönetimi ve siyaset de vardır. “Arap Baharı”ndan, “Wall Street işgali”ne pek çok olay bu değişimin yansımalarıdır. Sosyal ağlarda örgütlenen kitleler bilgiye erişim, yönetime katılma, saydamlık ve refahtan pay istemekteler. İnternet, katılımcılık, saydamlık ve hesap verilebilirlik olanakları artırdı ve demokrasi katılımcılık, saydamlık ve hesap verilebilirlik demektir. BTK ise İnternet Sansürü’nü savunmakta, bu konularda saydam ve katılımcı olmaya ayak direnmektedir; adeta nasıl kamuoyuna kapalı çalışırım üzerine kafa yormaktadır. Kendi yayınladığı yönetmeliğe göre bir kurul oluşturup onun belirlediği ilkelere göre BTK beyaz ve kara listeyi hazırlayacaktı. 22 Kasım öncesi böyle bir kurul oluşturulduğu, kurulun kimlerden oluştuğu, kurulun belirlediği ilkeler kamuoyundan saklandı. Ancak, 22 Kasım’da açıklanan basın duyurusunda, kurulun oluştuğu bilgisi ve ilkeler açıklanıyor. Bu İnternet çağında, demokratik bir hukuk devletinde bu yaklaşım kabul edilemez. BTK “biz yaptık oldu” alışkanlığı terk edip, kamuoyuna bilgi verme, hesap verme, diyalog içinde, saydam ve katılımcı yapılar içinde çalışmayı benimsemeli. Yasal olmak yetmez, hukukun evrensel ilkelerine ve demokrasinin gereklerine uymaya çalışmalı. Van depremi sonrasında psikolojik destek çalışmalarına eleştiri Batı ülkelerinden ithal edilen tedavi yaklaşımları yerine Türkiye, kendi sorununun çözümünü kendisi yaratabilir ve kitlesel travmalar konusunda bütün dünyaya önderlik edebilecek örnek bir ülke haline gelebilir. Dr. Metin Başoğlu* İ BTK dünya üzerindeki 525 milyon web içinden çocuklar için beyaz liste, aileler için kara liste oluşturacaktır. Hangi bilimsel yetkinlikle, hangi süreçlerle bunu belirlediğini açıklamalıdır? Böyle bir uygulama, bir yönetmeliğe dayanarak yapılamaz. Yasal bir dayanağı olsa bile yargı dışında hiçbir kurum, yargılama yapmadan, savunma almadan yasaklama kararı veremez. Bu yönde kararlar, yasal olarak düzenlense bile hukuki olamaz; hukukun evrensel ilkelerine, temel insan haklarına, ifade özgürlüğü ve ticaret hukukunun ana ilkelerine aykırıdır. Filtre temel haktır ama devletin merkezi filtresi sansürdür: Devletin ne usulle olursa olsun, mahkeme kararı olmadan, beyaz ve kara liste oluşturması yanlıştır. Esas olan yurttaşın kendi listesini kendisinin belirlemesidir. Devlet, Sivil Toplum Kuruluşları, Üniversiteler öneriler oluşturabilir. Yurttaşın özgür iradesiyle kendi filtresini belirlemesi esastır. Filtrenin seçimlik oluşu sansür olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Demokratik, hukuk devletinde işin doğrusu budur. Bilindiği gibi Avrupa Adalet Divanı Servis Sağlayıcılara filtre empoze etmenin insan haklarına ve dolasıyla AB hukukuna aykırı olduğuna karar verdi. Böylece bizlerin uzunca bir dönem söylediğimizi doğruladı. BTK Ticareti düzenliyor: BTK’nin kendi keyfince yasaklar getirmesi ticareti düzenlemektir. Sadece yurttaşın bilgilenme hakkı, ifade hakkına değil, eğlenme ve ticaret yapma hakkına da karışmaktadır. AB’den ve Dünya Ticaret Örgütü’nden gelecek eleştirilere hazır olun! Sorunun çözümü insanı temel alıp, diyalog, öğrenme ve kendini geliştirmekten geçiyor. Devletin yasakçı refleksinden kurtulup, insana güvenen, fikir ve ifade özgürlüğünü temel alan, farklı ve aykırı düşünceleri yeşerten, bir toplum yaratmaya çalışmalıyız. Merakı, bağımsız davranmayı, sorumluluk almayı, sorgulamayı, girişimciliği teşvik etmeliyiz. Bilgi toplumunun bireyleri böyle bireyler olacaktır. BTK’nin temsil ettiği sansürcü bakış açısı, Türkiye’nin AB projesiyle, dünya ile bütünleşme çabalarına, “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” dedirtecek kadar ters düşmektedir. Çocuk profili bir yandan pedofilleri çekecek bir ortam oluşturarak, öte yandan ana babalara sorumluluktan kurtaran sahte bir güven verecektir. Tabii ki ana babalar filtre ve başka uygun yazılımlar kullanabilir. Çocuklarla diyalog kurması, beraber sörf yapması, bilgisayarı evin ortak alanına yerleştirmesi çok daha önemlidir. Devletin, yurttaşı eğitmesi, ona alternatif yazılımlar dağıtması anlamlıdır. Ama, kendi belirlediği tek tip listeleri dayatması demokratik ve hukuki değildir; hukukun evrensel ilkeleri ve ülkemizin imza attığı uluslararası anlaşmalara aykırıdır. BTK’nin bu sansürcü refleksi sürdürmesinin en büyük zararı, internet gündemimizi bu tür göreceli marjinal konular almasıdır. Gelişmiş demokrasi için sansürsüz internet bir önkoşuldur. Ülkemiz, dünya bilgi toplumu yarışında geriye düşmektedir. Gelin, interneti kendimizi geliştirmek, birbirimizi anlamak, daha katılımcı, saydam bir toplum oluşturmak, toplumsal denetimi artırmak, demokrasimizi geliştirmek, ülkemizi geliştirmek için kullanalım! Uygulanan yasaklar ve filtreleme sistemi, demokrasimizin gelişme düzeyi ve ülkemizin bilgi toplumu düzeyini belirleyecektir. İnternet Yaşamdır, Sansürlenemez! YAPILAN YARGISIZ İNFAZDIR! V NE YAPILMALI ? CBT 1290/ 19 9 Aralık 2011 Bu kurulun kimlerden oluştuğu, yetkinliği kamuoyu denetimine açılmalıdır. Kurul, ilkelerini açık ortamlarda tartışmalıdır. Diyalog ve saydamlıktan ancak toplumsal fayda çıkar. Bu ilkelerin nasıl hayata geçeceği konusunda açık ortamlarda tartışılmalı ve kamuoyu bilgilendirilmelidir. Oluşturulan beyaz ve kara listelerin büyüklüğü, kategorik yapısı.. kaç kişinin çalıştığı, onların eğitim, birikim ve yetenekleri kamuoyu ile paylaşılmalıdır. BTK kendi yetkisini aşmakta tescillidir. Hiçbir yetkisi olmadan, akıl ve mantığa aykırı bir şekilde, 140 civarında kelimeyi içeren alan adlarının yasaklanmasını istemiş, kamuoyu tepkisi üzerine tevil yoluna gitmiştir. Yine, hiçbir yetkisi yokken, yer sağlayıcı firmalara bazı alan adlarına yer sağlamayı durdurmayı söylemiş, sonra da vazgeçmiştir. Bir kamu kurumunun inandırıcılığı ve ciddiyetini taşımayan bu kanunsuz davranışlar dolasıyla özür dileme inceliğini bile gösterememiştir. Youtube konusunda yasağının vergi nedeniyle olduğunu söyleyerek toplumu ve Cumhurbaşkanı’nı yanıltmıştır. İnternet Kurulu ile birlikte artık iyice ayıp haline gelen youtube yasağına hülle ile bir gecekondu çözümü bulmuştur. Bir danışıklı dövüşle ilgili videolar önce kaldırılıp sonra tekrar konmuştur. Böyle bir kurumun yaptığı her şeye şüphe ile bakmak ve saydamlık ve katılım istemek en doğal hakkımızdır! Twitter ve Facebook’u yasaklayan, yurtiçi profilini tasarlayan ekibin uzmanlığı merak etmemek elde değil. SANSÜR LİSTESİNİ HAZIRLAYAN KİMLER? an depreminden sonra depremzedelere ‘psikolojik destek’ vermek adına bir çok kişi, dernek ve kuruluş Van’a koşuyorlar ya da gönderiliyorlar. Psikolojik destek adına neler yapıldığını 1999 depremlerinden sonra çok yakından gördüğümüz için doğrusu içimi bir üzüntü kaplıyor. Bu konuyu biraz daha açarak kitlesel travmalar sonrası tedavi anlamında dünyada ve Türkiye’de ne gibi uygulamalar yapıldığı konusuna eleştirel bir bakış getirmenin yararlı olacağını düşündüm. Deprem ve savaş gibi kitlesel felaketlerin birçok bireysel, toplumsal ve ekonomik sonuçları arasında sıklıkla göz ardı edilen bir yönü yarattıkları ruh sağlığı sorunu. Ne yazık ki, bu durum sadece Türkiye için değil, çeşitli felaketler yaşayan diğer ülkeler için de geçerli. 1999 depremlerinden sonra Gölcük bölgesinde 6 yılda 12.000’den fazla depremzede ile yaptığımız çalışmalardan depremin yıkıcı etkilerine maruz kalan insanların yaklaşık %50’sinde tedavi gerektiren ruhsal sorunlar ortaya çıktığını, bu sorunlar için yardım talep ettiklerini ve tedavi edilmediğinde bu sorunların yıllar boyunca devam ettiğini biliyoruz. Depremlerin büyük yıkım yaptığı diğer gelişmekte olan ülkelerde yapılan başka çalışmalar da bu araştırma bulgularımızı doğruluyor. Ne var ki, Türkiye’de deprem felaketinin bu boyutu konusunda yeterli bir bilgi ve bilinç düzeyinin gelişmiş olduğunu söylemek güç. Televizyonlarda her gün Türkiye’de nerede ne zaman deprem olacağı, ne kadar yıkım yapacağı, kaç kişi öleceği konularında uzmanların görüşlerini dinliyoruz. Öte yandan, depremzedelerin karşı karşıya kaldığı ruhsal sorunlar konusunda Van’a ‘psikososyal destek’ vermek üzere psikologların gönderilmekte olduğu dışında medyada kayda değer bir haber ya da tartışma programı görmüyoruz. Gerçek o ki, Türkiye bir deprem ülkesi, gelecekte de depremler olacak ve henüz bilmediğimiz sayıda can kaybına yol açacak. Kurtulanlar arasında ölenlerden çok daha fazla sayıda insanda hayatı karartan ve tedavi edilmediği takdirde yıllarca sürebilecek ruhsal sorunlar ortaya çıkacak. Başta Türk Psikologlar Derneği ve Türkiye Psikiyatri Derneği üyeleri olmak üzere tüm ruh sağlığı uzmanlarına önerim depremzedelerle ilgili çalışmalarında bilimsel kanıtlara dayanan bir yaklaşım izlemeleri ve deprem travması konusundaki literatürü iyi araştırmalarıdır. Hangi tedavinin tercih edilmesi gerektiğine karar verirken göz önünde bulundurulması gereken kriterler konusunda dikkatli davranmak gerekir. Deprem ve benzeri kitlesel travmaların ruhsal etkilerini daha büyük ölçekte giderebilmek için gerekli kısa ve uzun vadeli ruh sağlığı yaklaşımlarının geliştirilmesi gerekmektedir. 1999 depremleri sonrasında yaptığımız çalışmalarla bu vizyon doğrultusunda önemli aşamalar kaydedilmiştir Sözü edilen çalışmaların büyük kısmının Türkiye’de yapılmış olması birçok bakımdan Türkiye açısından bir şanstır. Bu, en azından geliştirdiğimiz ruh sağlığı modelinin Türkiye için geçerli olduğunu ifade etmektedir. Batı ülkelerinden ithal edilen tedavi yaklaşımları için aynı şeyi söylemek güçtür. Çalışmalarımız en azından kitlesel travmaların etkilerinin yine kitlesel düzeyde uygulanacak yöntemlerle giderilebilmesinin bir hayal olmadığını düşündürmektedir. Böylesine bir ufuk açması bakımından bu çalışmaların Batı dünyasının bilgi düzeyinden en az 20 yıl ileride olduğu söylenebilir. Vardığımız noktadaki bilgi birikimi Türkiye’de pratiğe geçirilerek modelin daha da geliştirilmesi için gerekli çalışmalar yapılırsa Türkiye, bir eziklik duygusuyla gelişmiş ülkelerden sorgusuz, eleştirisiz bilgi ithal etmek veya çaresizlikle yardım istemek yerine, kendi sorununun çözümünü kendisi yaratabilir ve kitlesel travmalar konusunda bütün dünyaya önderlik edebilecek emsal bir ülke haline gelebilir. * İngiltere’nin başkenti Londra’daki King’s Koleji Travma Araştırmaları Enstitüsü ile İstanbul’daki Davranış Bilimleri Araştırma ve Tedavi Merkezi yöneticisi TÜRK RUH SAĞLIĞI CAMİASINA BIR ÖNERİ