Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İŞTE DOĞRU BİLDİKLERİMİZİN EN DOĞRU HALLERİ2 Bilim, kendi yanlışlıklarını düzeltiyor Yanlışlıklarına sahip çıkmak bilimin en güçlü özelliklerinden biri. Bildiğimizi sandığımız, ancak bilmediğimizin yeni ayırdına vardığımız konuları gözden geçiriyor.. İşte 5 önemli konu daha!! 1) SADİST SOY İLİŞKİLERİ Sürüngenler Huzur İçinde Yatın Omurgalılar bir zamanlar son derece basit canlılardı. Mantıklı bir biçimde beş sınıfa ayrılmışlardı: İkiyaşamlılar (Amfibik), kuşlar, balıklar, memeliler ve sürüngenler. Kanatlı ve tüylü olanlar kuşlardı, pullu ve soğukkanlı olanlar sürüngenlerdi. Kısaca her şey yerli yerindeydi. Ta ki, Alman böcekbilimci Willi Hennig tarafından 1960’larda geliştirilen ve çok daha mantıklı bir yöntem yaşamımıza girinceye dek. Canlı türlerinin evrimsel atalarına göre sınıflandırıldığı bu yöntemde, ortak özellikler ve genetik ilişkiler inceleniyor. Oldukça mantıklı, ancak şimdi katı mantıklılığın bu bildik sınıflandırmaları yerle bir ettiği anlaşılıyor. Tek iyi haber, memelilerin bu süreci salimen atlatmış olmaları: Yeryüzünde yaşayan ya da soyu tükenmiş olan tüm memeliler tek bir canlı türünden geliyorlar. Kuşlar da durumu kurtarıyorlar. nükleer fizyon (çekirdek bölünmesi) olarak bilinen bu alanın tümden bir yanlış anlama üzerine kurulmuş olduğunu öğrenmek daha da şaşırtıcı gelebilir. Bu kadarını bildiğimizi sanıyorduk: Kararsız bir element bölünme sürecinden geçerse kabaca eşit parçalara ayrılır, yoksa bunun sorumlusu “sihirli” sayılardır. Bu sayılar atomun çekirdeklerini anlamak için oluşturulan incelikli, ancak biraz sakat yorumdan kaynaklanırlar. İşe çekirdeğin garip biçimde akışkansı bir sıvı damlası olduğu düşünülerek başlanır. Bu istenen sonucu tam olarak vermezse, atomun dış örtüsünü oluşturduğu düşünülen elektron kabukları gibi, her biri belli sayıda proton ve nötron içerebilen “kabuklar” eklenir. Dış elektron kabuğu tam olan bir atom nasıl ki alışılmışın dışında tepkimesiz bir asal gaz ise, uygun sayıda proton ve nötron içeren bir dış kabuk da çekirdeği sihirli biçimde sabit kılar. Öyle ki, atom eşit olarak ikiye bölünmezse, tercihli olarak sihirli bir ya da iki çekirdek oluşturacak biçimde bölünecektir. Geçtiğimiz yıl cıva180’nin çekirdek bölünmesi sonucuyla ilgili bir kestirimde bulunmak amacıyla bu görüşler CERN yakınındaki ender radyoaktif izotop üretim merkezi olan ISOLDE’de sınamadan geçirildi. Ne yazık ki, cıva180 kurala göre oynamıyor ve asimetrik olarak bölünerek sihirli olmayan rutenyum100 ile kripton80 çekirdeklerini oluşturuyor. Çekirdek bölünmesi gibi temel süreçlerden birinin beklentilere açıkça uymaması son derece şaşırtıcı. ISOLDE burada unutulan unsurun zaman olduğunu öne sürüyor. Çekirdek bölünme süreci sırasında uzuyor ve iki lobu arasında bir boyun beliriyor. Uzmanlar kimi çekirdeklerin belki de bu boyun kırılmadan dengeye ulaşamadıklarına dikkat çekiyorlar. Ancak bu duruma hangi nükleer etmenlerin yol açtığı konusunda farklı görüşler ortaya atılıyor. H2O’yu ele alalım. Su molekülündeki iki hidrojen atomu ortak elektronlar aracılığıyla eşdeğer biçimde merkezindeki oksijen atomuna bağlanmışlardır. Ancak ikinci bir su molekülünün yakına gelmesi durumunda hidrojen atomlarından birinin çevresinde dönen elektron ikinci moleküldeki elektrona aç oksijenin çekimine kapılabilir. Buzun yoğunluğu sıvı suya kıyasla daha azdır, çünkü su molekülleri soğuk ve durgun olduklarında aralarındaki güçsüz hidrojen bağları sürekli araya mesafe koyar. Oysa, serbest akışlı suda bağlar sürekli kopup yeniden oluştuklarından moleküllerin birbirlerine yakın olmaları sağlanmış olur. Her şey iyi hoş, ama bu geleneksel tanım uygun hidrojen bağı güçlerinin katı bir biçimde sınırlandığına işaret ediyor. Oysa, son 40 yılda çok daha güçsüz bağlarla ilgili sayısız kanıt elde edildi. Bu karışıklığın giderilmesi amacıyla bir heyet oluşturan IUPAC hidrojen bağının sanıldığından çok daha belirsiz bir kavram olduğu sonucuna vardı. 4) KUTUPLARA ÖZGÜRLÜK Manyetik Yükler, Gerçekten de Tek Başlarına Yaşamaktan Hoşlanıyor “Manyetik monopol, ya da tekkutupluluk diye bir şey yoktur.” Bu sözcüklerin tahtaya büyük harflerle yazıldığı 1997 yılından bu yana dünya çok değişti. Belki de değişmedi. Evrensel tekkutupluluk günümüzde de her zamanki belirsizliğini koruyor. Evrenle ilgili önemli kuramlarda karşımıza çıkan bu serbest devinimli tahmini parçacığın tek bir manyetik “yük” taşıdığına inanılıyor. Ancak, bilindiği kadarıyla, doğada manyetik yükler ya da kutuplar çift olarak bulunuyor. Bunun nedeni de tam olarak bilinmiyor. Oysa artık kendi tekkutuplarımızı oluşturabiliyoruz. Atomlara kuvantum mekaniğinin “Spin” ya da dönü olarak bilinen özelliği aşılandığında bunlar kuzey ve güney kutuplu minik birer çubuk mıknatıs işlevini görebiliyorlar. Atomların kutup eksenleri aynı sıraya dizildiğinde malzemenin kendisi de manyetik bir özellik kazanıyor. Gelgelelim, zavallı sürüngenlerin durumu içler acısı. Geleneksel Reptilia sınıfı kertenkele, timsah, yılan, kaplumbağa ve daha birçok soyu tükenmiş canlı türleri gerçek anlamda “tek atalı” değiller, çünkü tüm bu canlıların ortak akrabalarından farklı aşamalarda memeliler ve kuşlar da türemiş. Türlerin atalarına göre sınıflandırıldığı yöntemle bu üç grubu Amniyotlar adı verilen tek bir büyük grubun altında toplayabilirsiniz, ama dengeli tek bir sürüngenler kolu oluşturamazsınız. Ortak ata konusunda doğruculuğun çılgınlık boyutuna vardırıldığını düşünüyorsanız, yerden göğe haklısınız. Dirimbilim uzmanlarının büyük bir bölümü gündelik yaşamda belirli özellikleri esas alan geleneksel sınıflandırmadan yararlanmayı yeğliyor. Öyle ki, bu canlı türüne “sürüngenler” demek varken, “kuş olmayan, memeli olmayan Amniyot” diyen birine pek rastlayamazsınız. Ancak “sürüngen” deyiminin bilinenlerin daha az olduğu bir dönemden kaldığını bilmenizde yine de yarar var. CBT 1285/8 4 Kasım 2011 3)BİRLEŞTİREN BAĞLAR Kimya Eskilerden Kalma Ne İdüğü Belirsiz Bir İş Buzun su üzerinde yüzmesinin bir nedeni vardır ve bu neden hidrojen bağı adıyla biliniyor. Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliği (IUPAC) bugün bile hidrojen bağının resmi tanımında bu kavramı ortaya atan Nobel ödüllü Linus Pauling’in 1939 yılında yayımlanan “Kimyasal Bağın Doğası” adlı kitabını temel alıyor. Buna göre hidrojen bağı, zaten bir moleküle sabit bir biçimde bağlanmış olan bir hidrojen atomunun, aynı molekülün başka bir yerinde, ya da yakındaki bir moleküldeoksijen, azot, ya da flor gibi yüksek düzeyde elektronegatif bir atomun çekimine kapılması durumunda meydana geliyor. 2) NÜKLEER KARMAŞA Fizyon Olmasına Oluyor Ama Nasıl? Bombayı yaptık. Büyük miktarlarda düşük karbonlu güç sağlayan reaktörler oluşturduk. Bu size şaşırtıcı geliyorsa,